3
Yorum
9
Beğeni
5,0
Puan
139
Okunma
Bu kalıp çok dar geliyor… Biraz genişletsem olmaz mı? Şöyle itelesem sınır çizgisinin bir yerinden… Başka başka şekillere bürüsem… Daha geniş bir alan açsam kendime…
Saatin alarmı çaldı. Kalkmam gerek hemen… Kalkmasam mesela bu sabah… Kalıbımdan çıkıp birkaç adım uzaklaşsam…
“Ama iş var… Mesai saati yaklaşıyor.” diyen içimdeki sesi duymazdan gelsem…
“Faturalar…” dediğinde duyar gibi olsam da onu; önceki yerimden uzağa taşan adımlarımın beni götürdüğü noktada çok da umursamasam duyduklarımı…
“Elektrik kesilirse!..” diye devam etse; önceki düzenin sadık bekçisi o yanıma aracılık eden ses… “Su akmazsa, apartman yöneticisi kapına gelip da aidatı ne zaman ödemeyi düşündüğünü sorsa!”
“Ama ben çok bunaldım bu kalıptan!” desem… “İlle de duvarlar mı dikecek önüme; içine tıkılıp da kalayım diye… Gerçekle kol kola girip ‘bu hoşlanmadığın alandan çıkarsan; daha da beter dar bir yere hapsolursun’ mu diyecek?”
“Tamam, pes ettim” deyip ailemin teklifini kabul ederek onların yanına taşınıp; saygı duymadığım biri olma noktasına mı gelmem gerekecek o kalıptan çıkmak için ille de? Özgürlük ve sorumluluk arasındaki bağ bu kadar da mı güçlü?
Oysa ben sabaha kadar TV’de film seyretmek istiyorum… Öğlene doğru uyanıp günü istediğim yerinden başlatacak kadar özgür olmak…
Evet, böylesi de var özgürlüğün… Günü keyfine göre sonlandırıp başlatabilmeni sağlayacak kadar geniş bir alan açan… Tüm gün bir büroda tıkılıp kalma karşılığında eline geçen ‘kimseye hesap vermeme’ özgürlüğünden epeyce farklı…
Eğer benim gibi miskinse bir insan, gecenin bir yarısı dışarı çıkıp arkadaşlarıyla bir yerlerde eğlenme gibi bir niyeti de olmuyor hâliyle; rahat rahat koltukta pinekleyip kitabını okumak, müzik dinlemek, film seyretmek falan varken… Yani hesap verecek bir durum da kalmıyor böylelikle. Dışarı çıkacak olursam da gündüzler torbaya mı girdi? Karanlığa saklanmamış hâlleriyle, her neyseler o olarak görürüm bu şekilde her şeyi. Loş ışıkta hayalete dönmüş bedenleri; kafamda gerçeğe döndürecek sahte anlamlarla donatmama da gerek kalmaz böylece. Hem gece gidilen yerlerdeki o yüksek volüm; sadece müziği değil başka şeyleri de gürültüye boğuyor… Duygusundan, anlamından, sıcağından çalıyor her şeyin.
Esas konuya gelirsek; tembellik ve gerçek özgürlük arasında kesinlikle bir bağ var bence… Hem aile memnun oluyor; ‘bu kız nereye gitti gece gece’ diye belanın kol kez gezdiği saatlerde kaygı duymalarını gerektiren bir durum olmadığı için… Hem de söz konusu o insan…
Hemen arıyorum annemi şimdi… Sonra yatağa geri dönerim. İşe gitmeyeceğim nasılsa. Yarın “biraz kırıklığım vardı” falan diye bir şeyler uydurum. İlk fırsatta da istifa dilekçemi vereceğim.
Tabii şu saygı konusunu da kafamda bir hâlletmem gerekecek öncelikle. Hiçbir sorumluluğumun olmamasının ilk günlerde yarattığı sarhoşluk geçmeye başlayınca; biraz daha serin kanlı bakınca duruma; şimdi zerre kadar umursamadığım ‘kendimle barışık olma’ hâli aynı yerde mi olacak yine, yoksa her şeye gölgesini vuracak kadar büyüyecek mi?.. Bilmiyorum.
Sevmediğim bir işten ayrılmak hayattan da istifa etmek anlamına gelmemeli sonuçta. Şimdiden, planladığım o sözüm ona özgür ve sorumsuz hayat sasık çorba tadı vermeye başladı bile. “Anlam nerede?” diyorum düşündükçe. “Sınırsız bir gündüz ne kadar gerçek bir gündüz olabilir ki?! Gece de olmalı o günün bir yerinde… Gündüze ayna olacak bir karanlık olmalı mutlaka… Başkalarının acılarına kör olacak kadar mayışmamalı.”
Hazırlanıp işe gideyim en iyisi. En azından daha uygun bir iş, bir meşguliyet; koltukta yayılıp evde miskinlik yapmayı keyif hâline getiren, ruhumu paslanmaktan kurtaracak kadar zorlayıcı ama bir yanıyla da bana hitap eden herhangi bir şey buluncaya kadar… Hayatımı sasık çorbaya benzemekten kurtaracak, tuzunu eksik bırakmayacak bir şey…
5.0
100% (5)