2
Yorum
10
Beğeni
5,0
Puan
150
Okunma
Düşlerimi armağan ettiğim bir yabancıyı ağırlıyorum içimde ve tüm tedirginliğimle solmasını bekliyorum henüz dökmediğim yaprakların.
Belki bir sitem belki bir başkaldırı ve mağlup düşmenin verdiği acıyla soluklanmayı dahi tehir ediyorum.
Yakamoz gülüşlerimi çaldırdım.
Sessizliği yoklukla şereflendirdim.
Yalnızlığa biçem aşka ise ayraç yükledim ve acımakla gözlerle şereflendirdim içimdeki yabancıyı.
Ket vuran.
Kat çıkan.
Kekremsi yalnızlığıma kök söktüren.
Mevsim gibiyim hayli hırçın.
Aşk gibiyim fazlasıyla sırnaşık.
Gün gibiyim geceyi def edeceğim.
Yaş gibiyim yaslardan yasalar çıkardığım.
Mimoza kokan düşlerim de uçurumdan aşağı yuvarlandı ve göğün tebessüm ettiği çocukluk ve ilk gençlik günlerim çok geride kaldı.
Issızlığı dokuyorum ve dokunuyorum.
Dokunulmazlığım var elbet asla itibar etmediğim eller yabancıların birer uzvu iken ve gölgeler ritim bozukluğu yaşadığım kalbime tahakküm etmelerine asla izin vermediğim.
Perdeler uçuşuyor.
Onunsa gözleri perdeli.
Yoksa bir ördeğin ayakları mı perdeli olan?
Kıskacın tahayyülü ve sözcüklerin akrabalığı ve işte şimdi yavaş yavaş kendimi bulmaya başladım.
Irmaklar.
Döl yatakları.
Havzalar.
Kadınlar ve analık.
Erkekler ve gücün simgesi.
Çocuk olmak belki de tıpkı Tanrının sesine yakından tanık.
Belki de Tanrı olmanın yollarıdır içimdeki hicap yüklü haritada tevekkül yüklenip.
Olmuyor işte olmuyor.
Nice yeis.
Yoksa acının reisi olmak adına ben miyim seçilen?
Hurafeler soluklanıyor.
Kulunçları renklerin.
Boz renkli taylar.
Tay tay oynayan bir çocuk gibi.
Sahi, ben kimim ve neredeyim?
Sancılar dipsizliğe delalet ve kurşun kadar ağırım tıpkı ağır havanın çömez atomlarında hangi ön yargıyı yıkacaksam talim ettiğim.
Göğün beyaz yakalı kuşları.
Rubailer ve de kuşların gagaladığı.
Aşkın iz düşümü ve yoksunluk.
Göğsün karamel rengi ve tadı.
Turkuaz akşamlar.
Jilet gibi üzerimdeki gömlek gel gör ki içi boş.
Göğsümde saka kuşu göğün tebessüm ettiği bir düş vakti ve niyazlarım soluyor ve ben artık düş görmüyor hayal kuramıyorum.
Acıdan bir lahit.
Azımsanmayacak kâbuslar ve kirli elleri ölü kuşun oysaki bir insana benzediğini hiç düşünmezdim öncesine.
Aryalar söyleyen arka komşum ve bir koşu gidip boğmak istiyorum tenor sesinde duymak istediğim notalar ve işte aklıma düşüyor lisedeki yıllarım…
Sahi, neydi ne?
‘’Si la sol fa mi re re…’’
‘’Ve sen devam et, Gülüm!’’
‘’Si la sol fa mi re re…’’
Sonrası mı?
Kocaman bir es ve biz iki kız öğrenci sınıfın ortasında devamını getiriyoruz müziğin.
Hala dün gibi.
Dumura uğramadığım bir hayatın ilk kaçış sahnesi.
Okulum ve arkadaşlarım: dile kolay koca yedi senemiz yediğimiz içtiğimiz bir de çektiğimiz kopyalar ayrı gitmezken…
Üzerinden geçen onlarca sene ve düşüme girenler:
‘’Matematik ödevimi yapamadım. Ya, sen?’’
‘’Çoktan bitirdim bile.’’
Bu sefer kaygılanıyor ve deliriyorum:
‘’Ya, üniversiteye giriş hakkımı yitirirsem?’’
Sen koskoca yedi seneyi şerefinle bitir de şu son ödevden çak.
Sahi, neydi ne?
İntegral mi?
Yok yok kosinüs ve tanjant…
Ya, yetiştiremezsem?
Ve işte panik olduğum oysaki matematik ödevi bana nanik yapıyor.
‘’Yardım eder misin?’’
Aklımdan geçen ama teklif edemediğim: iyi de şu kadarcık kısıtlı zamanda nasıl çözeceğim ben bunca soruyu?
İstifli düşünceler ki kaç diploma geçmiş üzerinden ve hala radarıma yakalanan ondalık sayılar ve bir de t-cetvelleri.
Palas pandıras içeri dalıyorum. Sanırım öğretmenler odasına girmeyeli oldu üç beş sene yoksa ben de onlardan biri miyim?
Ne yani!
Hani lise sondaki öğrenci idim ben. Şimdi nereden çıktı öğretmen olmak?
Gel-git içerisindeyim ve sürekli sahile vuruyor doneler.
Belki de korkularımın donörü olup kurtuluşu kaçmakta bulmalıyım? İyi de kimden ve neyden kaçacağım?
Elbet kendimden gel gör ki başaramıyorum.
Susuyorum.
Sus payı bir söylemde dev bir ayraç koyuyorum hayat ile arama.
Ne zaman mezun oldum da öğretmen sıfatıyla s/alınıyorum?
Gökteki yıldızlar. Geçiniz efendim, geçiniz. Olsa olsa kuyruklu yıldız altında seyrettiğim bir tiyatro sahnesidir başrolde oynadığım. Ne öğrenciyim ne öğretmen hele ki bir oyuncu mu? Hiç değil.
Suflesini unutuyorum yüreğime bağdaş kurmuş çocuğun ve an itibari ile bir tiyatro oyununda kocaman bir grupla gelmiş de oyunu ortalardan seyrederken ve yanımdaki kadın adımı soruyor.
‘’Bana mı dediniz?’’
Sahi, neydi adım?
Geçtim adımı. Ya unvanım ne ola ki?
Hala derinlerdeyim. Hala kuytulardayım.
Gözlerime mil mi çekeyim yoksa kalem mi? İyi de kalemle iştigal iken tek yapabildiğim boş beyaz sayfaları doldurmak ve ne yaparsam yazayım hayatımın senaryosunu asla yazamıyorum çünkü önceden belirlenmiş bir kaderi yaşamakla iştigalim.
Işınlandığım bir başka mekân ve daha nicesi.
Karantina günlerinden tam da kurtulacakken kendime yakalandığım ve kendimden kaçmayı asla beceremediğim.
Üzerinden kaç gün kaç saat geçtiyse artık, kalemle diyalog kuramadığım dolayısıyla sayısız insan uzağında kalmam sanki emredilmişken.
Emir eriyim işte hayatımın ve başımda uçuşan emir kipleri.
Edimlerimde bir rehavet ki sormayın gitsin ve pişmiş kelle gibi gülenler hatta şen kahkahaları ile etrafı tiye alanlar.
Komik olması gerek illa ki. İyi de bunca insan neye ya da kime gülüyor ki?
Kaçamadığım aşikâr: hem kendim hem de kendim olmama izin vermeyen dış mihraklar.
Sevgi çölünde kurumuş bir çiçek sancılı dünyada salyaları akan bok böceklerinin üstüne basmamak adına uçuştuğum ve evet, rüyalarımda hep bir karış mesafe yüksekliğinde adımlıyorum havayı asla ayaklarım yere basmazken belki de bir ömür hayalini kurduğum ne ise nihayetinde hayallerimden taviz verdiğim ve sadece uyurken gördüğüm düşler yetmezmiş gibi kâbuslar tırtıklarken hayal dünyamı gerçeklerin iz düşümünde biliyorum da artık mutluluğun bana çok ama çok uzak olduğunu.
Lebiderya yüreğim ve içine sığdırdığım ne çok insan. Ya, şimdi nerede onlar?
Hepsi bir bir resmigeçit yaparken mutlu günlerimde neden bana yaklaşmaya yeltenmiyorlar ki onlara hep de izin vermiştim ve hep de pay vermişken ve yüreğimin kapılarını da sonuna kadar açmışken…
Yalnızlık artık tek lüksüm elbet öncesinde kat ve katını yaşadığım ve şimdilerde yazarak teselli bulmanın bile güç olduğu…
Yalın ayak koşuyorum ve ayaklarımın altı paramparça. Öyle ya, günlerdir kullanmadığım binlerce kelime ve noktalama işareti nasıl da galeyana gelip canımı yakmaya karar vermişler ve iyi ki de.
Yoksa nasıl yazardım bu yazıyı onca zamandan sonra?
İklimin yakalarını düğümlüyorum ve meddücezir.
Sanırım vakti geldi bir şeylerin gerçi ne oldukları konusunda fikir sahibi değilim ama…
Özlemin tortusu çökmüşken dibe ve çözülmeyi bekleyen onlarca şifre ve yavaş yavaş çözmeye de başladığım…
Sahi, adım neydi benim?
Unuttum repliğimi ama şimdilik.
5.0
100% (3)