Arkadaş, sizin hoşlanmadığınız kimselerden hoşlanmayan bir insandır. --anonim
Hülya BASMACI
Hülya BASMACI
@hulya-basmaci

BÂB-I ÂLİ YOKUŞU NEREDEN BAŞLAR?

18 Mart 2025 Salı
Yorum

BÂB-I ÂLİ YOKUŞU NEREDEN BAŞLAR?

1

Yorum

5

Beğeni

0,0

Puan

82

Okunma

BÂB-I ÂLİ YOKUŞU NEREDEN BAŞLAR?

BÂB-I ÂLİ YOKUŞU NEREDEN BAŞLAR?

Bab-ı Ali Yokuşu Nereden Başlar?
Eski adıyla (Bâb-ı Âli) bugünkü Cağaloğlu, benim de hayalimde hep açıp, girebilmeyi düşündüğüm, yüce, yahut yüksek bir kapı olarak yer aldı. 1995 tarihinde, Milli Eğitim Bakanlığından memur olarak emekli olunca ilk işim ikramiyemden kendime modern, seri yazabilen elektrikli bir daktilo almak için kolları sıvamak oldu. Nihayet, yıllardır kurgulayıp, tasarlayıp durduğum, şu bulunmaz Hint kumaşı cinsinden romanımı yazacaktım.
Cumhuriyetin temelinin atıldığı Sultan şehrimiz Sivas’lıyım, uzun yıllar Milli Eğitim’de görev yaptığım, Güneydoğu Anadolu’dan İstanbul’a geleli henüz birkaç yıl oldu, şehri ancak yaşadığım semt kadar biliyor, gerçek İstanbul’u da kitaplardan ve resimlerden tanıyordum.
O zamanlar her evde bir bilgisayar, her bebenin elinde bir tablet olmadığından, telefona sarılıp arkadaşlara sordum, onlarda bana böyle bir daktiloyu ancak ‘Cağaloğlu’nda, Bâbıâli Yokuşu’nda bulabilirsin, hatta Emekli Sandığı binası da bu yokuşun başındadır, oraya da bir uğra ilerde işin düşerse yolu öğrenmiş olursun’ dediler. Cağaloğlu’nda her köşe başında bir yazarla, gazeteciyle yahut ünlü bir şairle karşılaşabilirim düşüncesiyle şık ve ciddi giyindim, düştüm yollara. Avcılardan, Küçükçekmece’ye dolmuşla, buradan da trenle Sirkeci’ye gidip, meşhur yokuşa tırmanacaktım. Şimdi kaldırılmış olan, İstanbul’un beyefendi, hanımefendi insanlarının yol boyunca okuyarak seyahat ettikleri medeniyet trenine ilk binişimdi. Sanırım biraz daha kibarlaşsam rayların üstüne kapaklanacaktım, yalnızlığın da verdiği güvensizlik ve korkuyla bende kalabalığı yarmaya çalışıp trene atladım.
Koşarak koltuklara oturanlar mı, kasap askılığı gibi kollarından tavana sabitlenen hoyrat erkekler mi, kalçalarıma sokulan yavşayan ne buldum delisi olmuş gözü açlar mı, sanırım aramadığım, istemediğim herkes vardı da, bir tek gazetesine dalmış fakat beni görünce kibarca yer veren bir İstanbul asilzadesi yoktu. Oysa ki pencere kenarı bir yerde oturmayı düşlemiştim, kültürlü ve medeni insanlarla selamlaşacaktım, okuduğu kitaba şöyle bir bakacaktım, Menekşe, Florya, Yeşilköy, Yenikapı, sahil şeridinde şiirler dolanacaktı dilime. Deniz; hem kavuşmam, hem hasretim olacaktı yolcu bakışlarımda, nasılda çabuk tükendi hayallerim, ey! sürgün şehri İstanbul kavuşmamız böylemi olacaktı.
Sirkeci garı son duraktayız, istasyonda ki şu mahşeri kalabalık nereye akın ediyordu, kıyafetim de hızlı hareket etmeme engeldi, kendi kendime söylendim, paşa konağına konuk mu gidiyorsun, ünlü yazar anan Halide Edip ADIVAR, o bile askerdi, kendine gel Hülya hayallere dalmanın zamanı ve mekânı değil.
Hemen solumdaki bir gazete bayiine sordum,
-Affedersiniz, Bâbıâli Yokuşu neresi?
–Buradan başlar, nereyi aramıştınız hanım efendi?
–Ben emekli sandığına gideceğim de...
–Devam edin yukarıda.
Hâlâ bir yazarla, şairle, gazeteciyle, karşılaşmak ümidim kırılmamıştı, sağa sola bakarak vitrinlerde daktilo arayan gözlerime, sarmaş dolaş İngiliz gençleri ilişti, bunlarda yazar mı olmak istiyordu ki? bu yokuşun tepesinde böyle öpüşerek nereye gidiyorlardı, hele şu uzun beyaz entarili, Arap erkekler hararetli konuşmalarıyla neler anlatıyorlardı. O zamanlarda yine mi savaş vardı? Kitap baktığını sandığım Japon öğrenci kızlar vitrine yapışmış son çıkan telefonları seyrediyorlardı. Kültür sanat yokuşu, kaldırımdan ibaret turistik caddeye dönüşmüştü. Aradıklarım neredeydiler? Memleketimin Sivas Gökmedrese’si ve Divriği Ulucâmi’sinden aşina olduğum; Sultan Ahmet Câmii’nin o ihtişamlı minarelerini görmeseydim, yabancı bir şehirde olduğumu zannedecektim .

SULTAN AHMED CÂMİİ

İslam halifesidir eteğinde toprak taşır,
Nur dolsun türbegâhına,sultandır birinci Ahmed,
Peygamberden isim almış,kardeşlik ona yaraşır,
Hünkâr kasrında padişah,Osmanlı soyuna rahmet.

Huzura kutsal mâbed, kabul eder her canı,
Ebed ilâhî saltanat, bu camii sultan camii,
Kaç kat Mısır hazinesine ,değermiş iç mekânı.
Bir kültür Âbidesi, sultan Ahmed meydanı,

İstanbul da Mavi Câmii,Türklerin altın sarayı,
O,ilahi kubbeleri,ordu gibi intizamlı,
Sanki bir sedefhâne, İznik çinisiyle şanlı
Ezanlı minareler ,Ayasofya’dan ihtişamlı.

Gökten Hilâl yansımış,zirvedeki alem’e
Paylaşmışlar güneşi, ikiyüzatmış pencere,
Kanun dede Süleymaniye taht kurmuş karşısında,
Dünyada bir eşi yok, tarihte, şaheser yarışında.
Hülya BASMACI

On dokuz yıl önce güzel düşlerle Sirkeci Garı’ndan tırmandığım yokuşu, bugün Sultanahmet’ten yokuş aşağı tırmanıyorken, yanıma yaklaşan Suriyeli dilencilerin "abla abla yardım" sözleriyle irkilerek kitapevine yöneldim,aradığım yazarlar, şairler oradalar..
Eğer biri bana sorsa ki "Hülya Bâbıâli Yokuşu nerden başlar?" Ona derim ki; yazar olmak istediğin yerden başlar…

Paylaş
Beğenenler
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 
Bâb-ı âli yokuşu nereden başlar? Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Bâb-ı âli yokuşu nereden başlar? yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
BÂB-I ÂLİ YOKUŞU NEREDEN BAŞLAR? yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
bayduygusal
bayduygusal, @bayduygusal
18.3.2025 11:30:34
Zamanın Sultanahmet Adliyesi'nde 2008-2012 yılları arasında çalışırken.. yani henüz Çağlayan Adliyesi'ne taşınmadan önce hergün işe gidip gelirken Bâb- Ali yokuşundan inip çıkardım. Söylediğiniz gibi her geçişimde Nazım'ı, Genç Şair'i vs.. tüm sokak şairlerini hayal ederdim. Onların toplandıkları kahvehanenin sonradan bir pastane olduğunu öğrendiğimde çok üzülmüştüm.
Söylediğiniz gibi bizim aradığımız bu şairlerin tarihi belki de onlarca yıl öncesinde kaldı. Sadece Bâb-ı Âli değil.. İstanbul nezdinde tüm büyükşehirlerden tutun da en ücra köylere kadar san'at arayışı artık sıfıra çok yakın. Zira bir tiktok yayını yapmak için herhangi bir yetiye ihtiyaç yok. Oysa şair/yazar olabilmek için çok kitap okumak ve bu sebeple güzel insan olabilmek çok zahmetli.
Hayat da böyle değil mi!
Ne zaman nerede hangi insanda görmek istediğimizi bulabiliyoruz. Bence bir bizim güzel düşüncelerimiz var bir de gerçekler.
Bazen düşünüyorum. "Tanrım seni o kadar seviyorum ki sen istersen en gürbüz koyunumu senin için keser sana çok güzel bir sofra kurarım" diyen bir çoban saflığında yaşasak daha mı güzel olurdu.
Bizim de zorluğumuz bu işte.
Yüz yıl önce doğup elli yıl önce ölmek bile daha güzel olurmuş sanırım.
Bu güzel hatırlatma ve yazınız için çok teşekkür ederim.
Saygılarımla..
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.