2
Yorum
4
Beğeni
5,0
Puan
92
Okunma
Hayat bana hiçbir zaman düz bir yol sunmadı. Ne zaman bir kapı aralansa, ardında dolambaçlı patikalar belirdi. Hayallerime ulaşmak için yürümek yetmedi; bazen sürüklendim, bazen tırmandım, kimi zaman da karanlıkta yolumu kaybedip kendimi baştan inşa etmek zorunda kaldım. Ama belki de en büyük keşfim, düşüşlerin son değil, yeni bir başlangıç olduğunu fark ettiğim andı.
Kader beni bazen bir heykeltıraş gibi yonttu, bazen bir fırtına gibi savurdu. Direndim, şekil aldım, dağıldım, yeniden toplandım. Sandım ki zaman beni dilediği gibi eğip büküyor. Oysa sonra anladım ki aslında ben, her darbede kendimi daha iyi tanıyor, her yarada kendi sesimi buluyordum. Belki de hayat dediğimiz, başımıza gelenler değil, onlara verdiğimiz anlamdan ibaretti.
Zamanın ve acının öğrettiği bir şey var: İnsan, düştüğü yerden aynı kişi olarak kalkmaz. Yaralar, yalnızca acının değil, değişimin de izlerini taşır. Her yara, bir ders; her kayboluş, yeni bir pusula… Asıl mesele, bu izlerin bize kim olduğumuzu hatırlatmasına izin vermek mi, yoksa üzerini örtüp unutmak mı?
Ve belki de hayatın sırrı tam burada saklıdır: Kendi gölgene bile güvenemeyeceğini bilmek ama yine de yürümeye cesaret etmek. Ne dersiniz, dostlar? Yol uzun, karanlık da olsa yürümeye değer değil mi?
Unutmayın, yaşamın özü yolculuğun kendisindedir, varışta değil.
5.0
100% (1)