3
Yorum
5
Beğeni
5,0
Puan
136
Okunma
“Emin misin?!” Sesinde dünyanın en aykırı, en saçma sapan durumuyla karşılaşmış birinin afallaması… Oysa öyle çok da büyütecek bir şey yoktu, benim gözümden bakıldığında. Hatta gözün bana ait olması da gerekmiyordu bence, durumu sıradışı olmaktan kurtaracak bir anlama bürümek için.
“Yılbaşı gecesi iş yerindeki arkadaşlarla bir yerlere gideceğiz.” demişti. “Sen de gel istersen. Birkaç arkadaşını da çağırırsın.” Ben de teşekkür edip bir arkadaşıma söz verdiğimi söylemiştim. Onun evinde, televizyon karşısında karşılayacaktık yılı.
Bence çarpık bir bakış varsa, bu kesinlikle ona aitti. Bir barda, art arda biraları devirip kafamı sislere boğarak, sözüm ona ‘arkadaşlarım’la birlikte ama buna tam tezat bir şekilde o bulutlu kafayla an be an onları arkadaşım olmaktan çıkararak yeni yılı karşılamak istemeyişim miydi normal olmayan?.. Yoksa bu durumu fazlasıyla sıradan, hatta en olması gereken şey olarak kabul eden bu anlayış mı..?
Ben arkadaşlarımla birlikte bir şeyler yapacaksam… Yeni yılı kutlayacaksam mesela… Ya da iş yerinde benimle uğraşan o gıcık kızdan yakınacaksam, yazın tatilde nereye gitmeyi planladığımdan söz edeceksem… Yani bir insanı arkadaşım olarak sınıflandırmama neden olan o paylaşımı, sıcaklığı yaşayacaksam bir şekilde; en son isteyeceğim şey zihnimi dumanlara, sislere boğmak olabilirdi herhalde. Üstelik bunu anlamak için çok da ‘derin biri’ olmaya gerek yoktu… Anlaşılmıyorsa da; olsa olsa anlaşılmak istenmemesinden ileri gelebilirdi bu.
O da bu anlamamakta ısrarcı olanlardandı işte! Anlarsa gökyüzü daha bir küçülecek, daha az mavi olacaktı sanki… Daha az havadar bir dünyaya mahkum olacaktı.
Ona bu tercihimin onun özgürlük anlayışıyla en küçük bir bağlantısı olmadığını; yargılamak, sınırlarına tecavüz etmek gibi bir anlama gelmediğini bir an önce izah etmeliydim bu yüzden. Hatta ‘sıkıcı biri’ olmamla bile açıklayabilirdim belki; onunla gitmeyip de bir arkadaşımla birlikte, evde sohbet etmeyi seçmemi… Yeter ki bu işkenceden kurtulabileyim…
Kitaplardan söz ederdik genelde; o arkadaşımlayken. Çok zengin bir kitaplığı vardı. Ayrıca amatör olarak yazıyordu da. Bana birkaç şiirini göstermişti. Bence “şairim” diye ortalarda gezinenlerin çoğununkilerden çok daha nitelikliydi yazdıkları. Ben de birkaç karalamamı göstermiştim ona… Umduğumdan da öte bir tepkide bulunmuş, “Yazmaya devam etmelisin!” demişti büyük bir heyecanla. Arkadaş olmamızın duygularındaki payını ne kadar es geçemesem de epey bir mutlu olmuştum yine de.
Kuzenimin yüzündeki; ‘uzaydan gelmiş, tanımlanamayan cisim’ kıvamındaki yansımamı seyretmeye daha fazla dayanamadım ve onu bir an önce silmek için uzun bir açıklamaya giriştim. “Küçükken de böyleydim ben!” dedim. “Sen bilmezsin, daha yeni taşındın bu şehre. Ben oldum olası sessizliği, yalnızlığı severim. Doğduğum anda emekliye ayrılmışım sanki… Yıllardır çok ağır işler yapmışım da artık çok yorulmuş, dinlenmeye çekilmişim gibi… Sen sadece yazları ailemle tatil için İstanbul’a geldiğimizde, anneannemlerde geçirdiğimiz o birkaç haftalık süre içindeki hâlimle tanıyorsun beni. Sen o şehirde yaşıyordun, bir sürü arkadaşın vardı. Ara ara bize uğrasan da sonuçta ayrı bir evde yaşıyordun. O yüzden beni tanıma imkanın pek olmadı. Seninle ara sıra dışarı çıktığımız olsa da çoğu zaman hep evde görüşürdük. Sevdiğimiz şarkıcılardan, oyunculardan söz eder; geleceğe dair planlarımızı anlatırdık. Zaten anneannem vefat ettiğinden beri de uzun yıllardır oraya gelmiyoruz artık. Ben o zamanlar da dışarıda biraz vakit geçirdikten sonra hemen eve atardım kapağı, kitaplarıma gömülürdüm. Kalabalıkla, eğlenceyle hiç işim olmadı yani. Anlayacağın, içim geçmiş benim.”
Yüzündeki garipseme ifadesi yerini usul usul acımayla karışık şefkate bırakırken; “fazla mı ileri gittim” diye düşünmedim de değil… Yalnızlıkla bir sorunum olmasa da ona anlattığım kadar da müptelası değildim aslında bu duygunun. Anneannemlerin oturduğu apartmanda benim yaşlarımda birsürü arkadaşım vardı. Evet, kitaplarla aram iyiydi o zamanlarda da. Ama ona çizdiğim tablodaki küçük kız kadar da yalnız kalmamıştım hiçbir zaman… Ama biraz abartı olsa da söylediklerimde; istediğim şeyi başarmıştım sonuçta: Biraz daha ordan burdan lafladıktan sonra buruk bir gülümsemeyle odadan ayrıldı…
Ve yüzümü tüm anlamlarından sıyıran, tanınmaz hâle getiren o çarpıtan aynadan da kurtulmuş oldum böylece… Ona bahsettiğim yarı inzivada, ölmeden mezara girmiş, gölgemsi varlık olmaktan çıktım… Sadece kitaplarla değil insanlarla da dost olan; dışarıda vakit geçirmekten keyif alan ama ille de tüm günü dışarıda geçireceğim diye bir ısrarı olmayan, evini de günün içinde önemli bir yere koyan; dışarıyla içerinin iç içe geçtiği, birbirinin düşmanı olmadığı bir yaşam süren o sıcakkanlı, güler yüzlü kadın oldum yine… Ve geniş geniş gülümsedim.
5.0
100% (1)