13
Yorum
31
Beğeni
5,0
Puan
448
Okunma
Toplumların dönüşüm süreci, yalnızca büyük olaylarla değil, aynı zamanda küçük ve fark edilmesi güç zihinsel değişimlerle şekillenir. Bir toplumun en büyük zafiyetlerinden biri, başlangıçta anormal, kabul edilemez ya da şaşırtıcı bulunan olguların zamanla olağan hale gelmesi, yani "kanıksanmasıdır." Bu süreç, bireylerin ve toplulukların, sorgulama reflekslerini kaybetmeleri veya bu reflekslerin sistematik biçimde köreltilmesiyle gerçekleşir. Peki, insanlar nasıl olur da bir zamanlar karşı çıktıkları, garipsedikleri ya da hatta korktukları şeyleri zamanla doğal kabul eder hale gelirler?
Bu yazıda, sosyoloji ve felsefe perspektiflerinden yararlanarak, bireyin ve toplumun anormali nasıl norm haline getirdiğini, bu sürecin mekanizmalarını ve sonuçlarını ele alacağız.
1. KANIKSAMA MEKANİZMASI: ALIŞKANLIĞIN GÜCÜ
İnsan zihni, sürekli bir bilgi bombardımanı altında varlığını sürdürmek zorundadır. Günlük hayatta karşılaştığımız olaylar, imgeler ve düşünceler, bilinçli zihnimizde sınırlı bir yer kaplar. Ancak tekrar eden uyaranlar zamanla bilinçaltımıza yerleşir ve biz onları sorgulamadan kabul etmeye başlarız. Fransız sosyolog Pierre Bourdieu, bireylerin ve toplumların sahip oldukları normları, farkında olmadan içselleştirdiğini belirtirken, buna habitus adını verir. Habitus, bireyin doğduğu toplum tarafından şekillendirilen, onun algılarını, düşünce biçimini ve tepkilerini belirleyen bir tür zihinsel kalıptır.
Kanıksama süreci, işte tam da burada başlar. Bir birey ya da toplum, başlangıçta "yadırgadığı" bir olguyla tekrar tekrar karşılaştığında, zihinsel bariyerlerini yavaş yavaş indirir ve onu olağan bir gerçeklik olarak kabullenir. Örneğin, bir ülkede ekonomik kriz başladığında, ilk aşamada insanlar yüksek enflasyon, işsizlik ve gelir adaletsizliği gibi sorunlara büyük tepki gösterebilir. Ancak zamanla bu kriz durumu, gündelik hayatın bir parçası haline gelir ve bireyler, bu durumdan rahatsız olmak yerine ona uyum sağlamaya başlar.
2. GÜÇ VE PROPAGANDA: "NORMALİN" İNŞASI
Kanıksamanın bir diğer boyutu da, iktidar yapıları tarafından bilinçli biçimde yönlendirilmesidir. Antonio Gramsci’nin hegemonya kavramı, burada büyük önem taşır. Gramsci’ye göre, egemen sınıf yalnızca ekonomik veya politik güçle değil, aynı zamanda kültürel ve ideolojik aygıtlarla da toplum üzerindeki kontrolünü sürdürür. Bu süreçte medya, eğitim, sanat ve popüler kültür, toplumun belirli olayları veya durumları "olağan" olarak algılamasını sağlar.
Örneğin, otoriter bir yönetim ilk başta tepki çeken baskıcı uygulamalarını, medya ve propaganda yoluyla zaman içinde normalleştirebilir. İnsanlar, sürekli olarak aynı söylem ve imgelerle karşılaştıklarında, düşünsel bir yorgunluk yaşar ve bu durumu sorgulamayı bırakırlar. Bir süre sonra, baskı altında yaşamak artık rahatsız edici bir şey olmaktan çıkar, çünkü bireyler bu duruma adapte olmuşlardır.
Bunun en somut örneklerinden biri, George Orwell’in 1984 adlı eserinde karşımıza çıkar. Orwell, bireylerin sürekli izlenme ve baskı altında tutulduğu bir toplumda, bu durumun nasıl normalleştiğini anlatır. Kitapta yer alan ünlü sloganlardan biri, tam da bu kanıksama sürecini özetler:
"Savaş barıştır, özgürlük köleliktir, cehalet güçtür."
Bir toplum, yeterince uzun süre belirli bir düşünce sistemine maruz kaldığında, en absürt görünen fikirler bile bir süre sonra kabul edilebilir hale gelir.
3. ZİHİNSEL RAHATLIK VE SORGULAMANIN ZAYIFLAMASI
Kanıksama süreci yalnızca dışsal baskılarla değil, aynı zamanda bireyin kendi zihinsel yapısı nedeniyle de gerçekleşir. İnsan beyni, sürekli olarak bilişsel yükü minimize etmeye çalışan bir mekanizmaya sahiptir. Daniel Kahneman, Hızlı ve Yavaş Düşünme adlı kitabında, insanların genellikle hızlı ve otomatik düşünme biçimine yöneldiğini, çünkü derinlemesine düşünmenin enerji gerektirdiğini belirtir. Bu bağlamda, sorgulama ve eleştirel düşünme, birey için yorucu bir süreçtir.
Toplumda sıkça duyduğumuz şu ifadeler, aslında bu zihinsel rahatlığın bir yansımasıdır:
"Buna alıştık artık."
"Ne yapalım, hayat böyle."
"Eskiden garip geliyordu ama şimdi normal geliyor."
Bu tür ifadeler, bireyin başlangıçta karşı çıktığı ya da sorguladığı olayları zamanla nasıl kabullendiğini gösterir. Jean Baudrillard’ın Simülakrlar ve Simülasyon teorisinde belirttiği gibi, gerçekliğin yerini hiper-gerçeklik aldığında, insanlar artık gerçeğin ne olduğunu bile sorgulamaz hale gelir.
4. FELSEFİ BOYUT: GERÇEKLİĞİN YAPISAL DÖNÜŞÜMÜ
Kanıksama süreci, yalnızca sosyolojik değil, aynı zamanda felsefi bir meseledir. Michel Foucault, toplumların normlarını belirleyen şeyin aslında iktidar ilişkileri olduğunu söyler. Bir toplumda başlangıçta "anormal" sayılan bir şey, eğer yeterince uzun süre iktidar mekanizmaları tarafından teşvik edilirse, bir süre sonra "doğal" hale gelir.
Bu noktada şu soruyu sormak gerekir: Normal nedir ve kim tarafından belirlenir? Eğer toplumun büyük bir kısmı belirli bir şeyi normal olarak kabul ediyorsa, bu onun gerçekten normal olduğu anlamına mı gelir? Yoksa bu, yalnızca bir sosyal inşanın sonucu mudur?
Bu bağlamda, Hannah Arendt’in Kötülüğün Sıradanlığı kavramı önemlidir. Arendt, Nazi dönemi Almanya’sında, başlangıçta kabul edilemez olan kitlesel vahşetin nasıl sıradanlaştığını, bireylerin sistemin dayattığı normları bilinçsizce nasıl içselleştirdiğini anlatır. Kanıksama, yalnızca bireysel düzeyde değil, toplumsal hafızada da derin izler bırakabilir.
KANIKSANIN TEDAVİSİ
Toplumların sorgulama reflekslerini yitirmesi, onları manipülasyona açık hale getirir. Eğer bireyler, yaşadıkları gerçekliği sorgulamadan kabul etmeye başlarlarsa, en büyük anormallikler bile zamanla "doğal" görünmeye başlayacaktır. İşte bu da tam anlamıyla sosyolojik bir hastalıktır. Bu hastalığın ilerlemesiyle birlikte sorgulayamama, objektif karar verememe ,suçu veya kötüyü yargılayamama gibi toplumu pek çok konuda çöküşe sürükleyebilecek olaylara zemin hazırlayabilecektir.
Peki, bu döngü nasıl kırılabilir?
Eleştirel düşünme becerilerinin geliştirilmesi: Eğitim sistemlerinin bireylere ezberci değil, sorgulayıcı bir bakış açısı kazandırması gerekir.
Medyayı ve enformasyonu sorgulamak: Medyanın sunduğu içeriklerin doğruluğunu ve niyetini sorgulamak, bireyin manipülasyona karşı daha dirençli olmasını sağlar.
Farklı bakış açılarıyla temas kurmak: Farklı kültürlerden, disiplinlerden ve ideolojilerden beslenmek, bireyin sabit düşünce kalıplarından sıyrılmasını sağlar.
Sonuç olarak, kanıksama tehlikeli bir süreçtir çünkü insanları özgür iradelerinden vazgeçmeye ve sorgulamamaya iter. Ancak eleştirel bilinç, bu süreci tersine çevirebilir ve bireyin kendi gerçekliğini yeniden tanımlamasına olanak tanır.
5.0
100% (8)