0
Yorum
8
Beğeni
0,0
Puan
111
Okunma
DENİZLİ YAZ-AR-BİR DERNEĞİNİN ŞİİR VE DİNAR’LI AŞIK ALİ TAŞ’I ANMA ETKİNLİĞİ (2)
Kışın ortası, Şubat olmasına rağmen ılık ve masmavi gökyüzünün efsunlu havasında yol alırken camdan dışarı baksam da karanlıkta gölgelerden başkaca bir şey göremiyor, ihtişamlı dağların heybetli duruşları usuma neler getirmiyordu ki! Tarihin derinliklerine uzanıyor; ta Ötüken’e, Tengri dağlalarında çarpan yüreğimin hislerindeki duygularım gözlerime vuruyordu. O anlar duygularım tavan yapıyor, gözlerimdeki nemlenmeyi içime sızdırıyordum. Ötüken yaylaklarında yağız atlarımız toylarda nasıl yarıştıklarını, ozanlarımızın kopuzlarından dökülen nağmelerin kulaklarımda çınladığını, Tengri dağlarından kopup gelen kartalların heybetleri, Orhun ırmağının şiirsel akışları, bozkurtların en yüksek tepelerden gelen ulumaları Türklük bilincimin şaha kalkışında içim içime sığmıyordu. Hele Ötüken yiğitlerinin kılınçla dansları nasıl bir soylu ırkın evladı olduğumu hatırlatıyordu bana.
Gecenin sağırlaşmış havasında şehirleri sanki dört nala bir bir geçiyorduk. Otobüsümüz tarihe adını övünçle yazdırmış, ülkücü şairimiz Abdurrahim Karakoç’un şehri Kahramanmaraş’ımızındı. Emperyalizme karşı direnmiş ruhu ile yolları eze eze ilerliyordu. Kimi zaman yüksek tepelerden, kimi zaman ovalardan ve köy, kasaba, şehirlerden geçiyor, ara sıra ikram ettikleri çay, kahve, içecek ve yanında verdikleri pasta ile yolculuğumuza keyifler katıyordu. Dinlenme tesislerinde duruyor, ihtiyacı olanlara fırsat sunuyordu. Fakat anlayamadığım; dinlenme tesislerinde yolcuların ihtiyaçlarını istismar edercesine çay 20 tl, bir çorba 120 tl olması ve diğer yiyeceklerin aşırı derecede yüksek fiyatla yolcuların kazıklanmasına gönlüm ve yüreğim isyan ediyordu. Kimsecikler yok muydu bu fiyatları fahiş noktalara taşıyanlarla hesap soracak birileri? Beş liralık çay nasıl 20 liraya satılabilinirdi? Açıkçası benim kanıma dokunuyordu. İçimden ’’ yolcuları sömürmek için kurulmuş tezgahlar!’’ diye geçirdim. Neyse ki; otobüsümüzün servisi bunların bu fahiş fiyatlarına tokat gibi vuran servislerini araba kalkar kalkmaz yapıyordu. Avrupa’da ben böyle otobüs ikramlarına rast gelmemiştim. Sanırım bu da biz Türklerin konuk severliğinden kaynaklanan çok nazik bir davranıştı.
Yol boyunca gözlerimi ayırmadım gökyüzünden ve yeryüzünden. Uzaklardan gördüğüm şehirler ateş böcekleri gibi ışıl ışıldı. Öyle büyüleyici görüntüleri vardı ki; gözlerimi onlardan alamıyordum. Uyku mu? Otobüs yolculuklarında ben uykuyu kodese bırakmış adamdım. Asla uyku nedir bilmedim bu yaşıma kadar. Nedendir bilmiyorum ama hiç uykum gelmiyor. Dışarı bakmaktan kendimi alakoyduğum dakikalarda ise dostlarımızın yazdıkları şiirlere, yazılara göz atıyordum internette. Öyle güzel şiirlere rast geliyordum, tam usta şairlerin şiirleri.
ANLAYAN GELSİN
Zaman dediğin bir nehirmiş yasa
Yıllar hızlı aktı ömürden tasa
Eğilip büküldüm, elimde asa
Varsa, anlayan bu halimden gelsin
Gençtik bir zamanlar bizde, ne hoştu
Gönül nice düşler peşinden koştu
Hiç bilemedik ki hayat mı, boştu
Varsa, anlayan bu halimden gelsin
Parklarda birikmiş anılar yalan
Dertleşiriz işte kuşlarla falan
Nerdedir çaylar dost deminde kalan
Varsa, anlayan bu halimden gelsin
Bir döngü, yaşamak mevsim olmuş güz
Yaprak döküyoruz artık düpedüz
Meğer hükümsüzmüş; geceyle, gündüz
Varsa, anlayan bu halimden gelsin
Yorgun bakan gözler uzaklara dalar
Seni yine başka hayale salar
Bir dua, bin şükür; dilini yalar
Varsa, anlayan bu halimden gelsin
09. 01. 2025
Ali Tuluk( vefa arayan)
Şiirler ve öyküleri okuya okuya Denizli’ye gelmiştik. Otobüsümüz oto gara girdiğinde saat beş sularıydı. oto garın içerisi o kadar kalabalıktı, adım atacak yer yok gibiydi. Tatil dönüşünden olsa gerek, aileler çocukları ile ikamet ettikleri şehre gidiyor, geliyorlardı. İnsanlar telaş içinde bavulları ile bir yerden bir yere koçuşturuyorlardı. Ben de otobüsten iner inmez oto gar salonuna geçtim. Erken gelen veya otobüs saatini bekleyen yolcuların pek çoğu banklara, sandalyelere uzanmış, fosur fosur uyuyorlardı. Hele biri vardı, horlaması fizandan duyulacak cinstendi. Gülük geçtim yanından. Büfeden çay e simit pohoça alarak boş bulduğum masaya oturdum. Yorgun düşmüşüğümü çayımı yudumlayarak gideriyordum. Daha güneş doğmadığı için oto garda kalmalıydım. Çayımı ve atıştırmaslığımdan sonra ayaklarımın uyuşukluğu, gözlerimin yorgunluğu bir nemze de olsa gitsin diye dolaştım. Yüzümü yıkamak için lavobaya gittim. Beş kaymeydi lavoboya girmek. Her yerde 10 lira olmasına rağmen bel lira olması tuhafıma (!( gitti. Masa başında para kesen hanımefendiye sordum neden bu fiyatta olduğunu. Bana işletmenin belediyeye ait olduğunu söyleyince bende, Konya oto garında lavobaya giriş beleş deyince güldü. ’’Demek Konya belediyesi zengin!’’ dedi. Onunla kısa bir sohbete daldık. Neden geldiğimi sorduğunda şiir ve müzik etkinliği dediğimde gözleri parıldadı. ’’ Eskiden bende şiirler yazmaya çalışırdım ama şimdi artık yazamıyorum’’ dedi yüzüne hüzünler düşürerek. Ona şiir kitabımı gösterdim, çok mutlu oldu ama ona veremedim. Çünkü şiir kitabımı Denizli YAZ-AR-BİR başkanına hediye edecektim. Lafı fazla uzatmadan daldım lavobaya beş kayme ödeyerek. :) Ellerimi, yüzümü soğuk suyla yıkayınca uykum dağıldı, gözlerimdeki yorgunluk az da olsa dinlendi.
Oto gar salonunda adımlarken dönüş için yer bulamam kaygısı ile Konya’mızın otobüs işletmesi Kontur yazıhanesine uğradım. Sadece iki kişilik yer kamıştı otobüste. Hemen kestirdim bileti. Biraz daha geciksem o bileti de bulamayabilirdim. Her zaman şansız adamdım ama o anda nasılsa şans bana gülmüştü. Biletim cepteydi artık. Adımlarım kaygısızdı oto garda. Islık mı çalayım, çırpınırdın karadeniz marşını mı söyleyeyim mi? diye içimden geçirdim. Sonra vaz geçtim bana deli gözüyle bakarlar diye. Dalgın dalgın dolaşırken sabah ezanı okundu. İmamın ezan okuyuşu ta yüreğimde yankılandı. O kadar hoş bir makamla okuyordu ki; huşu içinde dinledim bir bankta oturarak.
Zaman geçmek bilmiyordu. İki de bir saate bakıyordum. Saat yedi otuza doğru geldiğinde Denizli’nin kıymetli şairi Ali Tuluk üstada telefon ettim. Beni saat on da Horoz anıtının dikili olduğu meydanın karşısındaki caminin çay ocağından beni alacağını söyledi. Oto garda ki Kent lokantasında çorba içmemi söyledi. Otobüsten indiğimde görmüştüm ama kapalıydı. hafta sonu kapalı diye düşünmüştüm ama saat sekizde açılacağını komşu esnaflardan öğrenmiştim. Cumartesi olduğu için sadece çay ve çorba ikramları vatmış. Çok merak ettiğim için Kent lokantalarını, çorbalarını ve çaylarını içmek için beklemeye başladım.
Hapishane mahkumları gibi sağa sola volta atmaya başladım vakit geçsin diye. Otobüslerin biri gidip biri geliyordu ve hepsi de muhteşem otobüslerdi. Büyük servetler ödenerek alınan otobüslere ’’ Allah’ım bunlara kaza yüzü gösterme. Sağlıkla gidip, sağlıkla gelsinler. Yolcular mutlulukla, keyifle yolculuklar etsinler’’ diye dua ettim. Allah şoförlere sabırlar versin. Yıllarca direksiyon başındalar eşten, çocuklarından, ana, babadan ayrı olarak ömürlerini ekmek parası adına yollarda tüketiyorlar. ’’Demek ki; kaderleri böyle yazılmış’’ diye kendime teselli veriyorum. Yolculuklarda beni en çok üzen bebekler ve çocuklar. O güzel yürekli annelerin ne zorluklar çektiklerini görmek çok acı veriyor bana. Herkesin maddi gücü yok ya özel araba alsınlar...
Kent lokantasının ışıklarının yandığını görür görmez oraya doğru yöneldim. Lokantaya ayrılan alandaki masalarda birkaç kişi oturuyor. Açık çamdan içeri baktım; üç kişi vardı içeride. Hazırlık yapıyorlardı. Çay ocağının başındaki gen bayana sordum yemeklerin hazır olup olmadığını. ’’ Abi , çayımız hazır ama bugün cumartesi olduğundan sadece çorba ikramımız var! Onu da 15 dakika sonraya hazır ederiz. Ama isterseniz çayımız hazır’’ deyince çayımı alıp geçip oturdum bir masaya. Kent lokantası bakımlı, tertemiz, sade bir görünümdeydi. Beğenmiştim. Fala şatavataya önem verilmemiş. Yani abartılı süslemeleri yoktu. Tam istediğim sadelikte bir lokantaydı. Çayın görünümü hoştu, lezzetini tatmak i.in bi fırt çektim. Tadı da çok güzeldi. Çayı kısa sürede bitirip yenisini aldım. İki bardak iyi gelmişti yorgunluğuma. Şifa çaydı bedenime. Biraz daha bekledim. Görevli genç bayan seslendi. ’’ Abi çorba hazır, alabilirsiniz.’’ Hemen kalkıp çorbamı almaya gittim. Yoğurt çorbasıydı yaptıkları. İki minik yuvarlak ekmekle çorbamı alarak tekrar masama geçtim. Çorbadan bir kaçık alıp ağzıma attığımda pek hoşuma gitmedi Çorba az ılıktı. Sıcak çorba beklemiştim ama sanırım dünden kalma çorbayı birazcık ısıtıp vermişlerdi. Tuzsuzdu üstelik. Ne yalan diyeyim; gönül gönülsüz içtim çorbayı. Benden iyi not almamıştı çorbaları. Hafta sonu olduğundan yeni çorba yapma ihtiyacını görmemiş olabilirlerdi de. Ucuz dedikleri Kent lokantanın lezzet yoksunu çorbası 50 liraydı.
Ortalık epey aydınlanmıştı. Buluşma noktasına gitme vakti gelmişti. Saat 9’u çeyrek geçiyordu. ’’Haydi bismillah’’ diyerek kalktım masadan. Oto gar’ın ana yola çıkan merdivenlerinden çıkarak caddeye adım attım. Sol tarafımda kalan kahvaltı hazırlayan iş yerlerinden simit, börek, pohoça kokuları türüm türüm burnumu okşarken ilerliyordum yeni açılan dükkanların önünden...
Devam edecek
Zafer Direniş
...