0
Yorum
11
Beğeni
5,0
Puan
203
Okunma
Müsait değildim hani öncesinde zinhar da yalandı terk ettiğim ne ki terk edilmekle ilintili bir arayışın değil var oluşun tekil hanesi:
İçliğimdi hem sevgi ve içilesi her yudum.
Dışlandığımdı sevgi muteber olana vakıf kadir olana sadık kelamın yitiminde gözlerimin devreye girdiği ve her devre arasında kendi kaleme attığım gol…
Hem de cübbemdi üstümden dökülen alabildiğine yumuşak ve kaygan nasıl da bol gelen üstüme bol keseden kumaşın bol keseden sevdiğim kadar dökülen na’şımdan ölümle dans etmenin ertesi ölümcül güdülerin sahne arkası seansında aslında mutluluğun sahnede değil sahne arkasında yaşandığı belki ölümün de.
İfası kolay ya da zor:
Ya, ifşası?
Ve işte günün manşeti:
Neydi bunca hüznün dinmez vardiyası ve telaşı?
Sözcükler yük trenim.
Yataklı vagonda uyuya kalmış imgeler.
Zuhur eden kara lokomotif.
Kalender trenin kulakları yırtan düdüğünde asılı bir futbol hakemi gibi sahi kaçın kaçıydı yaşam sahi neyin ederi idi geçmek bilmeyen zaman?
Zirzop gülüşler kayıplar gibi yüreği yakan.
Sergüzeşt vedalar aşkın asası belki de saplanası en derine.
Sürgün edildiğim coğrafyalar ve meskenim belirsiz mekânım sessiz mecram sonsuz en çok da zaman aşımına uğramış iken gençliğim ve çalınan hayallerim.
Zümresi şaşkın dizelerin.
Sulhu şeşi beş kalemin…
Ah, azizim nasıl da bir nimetti kalemden yağan karın kıtalar aştığı kalemin her mürekkep lekesini ziynet bilip üstüme taktığım ve de gülüşlerin değil çığlıkların yaşların örüntüsünde bir görüntü olsa ne ki şiir ya da sefil beden ruhun komplimanları ile ayakta kalan yüreğin ferinden de sökün eden bir İlahi Işık ki: aşkın kıvancı ve İlahi Ateşin rövanşı değildi elbet izafi sevgilerden basmakalıp dünyalar inşa eden iblisin sonlanmaz nefreti ve telaşı…
Zikrediyordum fikrimi.
Cenk ediyordum nice siperde.
Alt ediyordum mademki nefsimi.
Ve zuhur eden her iç çekiş ve zulmeden her münafık ve işte yüreğin kayrasında akan su gibi çağlayan şelale misali mentollü bir iç çekişin daha cüret ettiği baskın gelen dış sesin sonlanmaz batılında aşkın hükmettiği…
Bizim muhite geldik, azizim yeter ki azat edilesi bir bedenden olabildiğince ayrı düşeyim hem düşeceğim kadar düştüm ben hayatın tuzağına ki zamanlardan dün iken tozu dumana kattığım ve şimdi sihirli bir nota misali peşine düşmüşken sol anahtarının:
Hani…
Hani, azizim her kapıyı açan beyhude sevdaların mirasçısı nasıl ki solumda yüklü acı da zafer de sevgi de ve kader…
Sağ kaldığım sürece arkasındayım iç sesimin.
Sedası hoş seması umut bildiğim yalan cihanın şu sefil benliğimle nasıl ki müridiyim sevginin, vefanın.
Renkler saklı içimde telaffuzu olmayan hazan mahsulü ne çok duygu.
Ulaşamadığım o rakım ise bak nasıl da göz kırpmakta bana uzaktan uzağa bakıştığımız değil hem: hem yasın hem yaşın müdavimi ve işte bir yasa mahiyetinde sonlandıramadığım bu öfkeli köpük dolu denizi ben nasıl kat ederim haizi olduğum tek damlanın damgasını vurduğum kadar yaralarımın neye mahal verse de sıra dışılığım ve işte efkârın bir bulut gibi üstüme çöktüğü.
Azımsanmak mı?
Azat edilemediğim mi?
Azık bildiğim iken rest çektiğim…
Renk vermeyen iblisin şerri mi?
Ve hükümranlığında Rabbin tüm canlıların şerrinden yine sığındığım iken yüce Huda.
Göç mevsimine denk düşen bir kafile belki de içimde saklı olan hani yıldızların göz kırptığı hani yerkürenin dibine soktuğu belki de tek davam iken aynı kalmak aymazlığında yalnızlığın çöken kara bir bulut misali içini karıştırdığım belleğim elimden kayıp giden iken tek ziynetim ve ifa edebildiğimden de öte inkârı ne mümkün lebideryası hüznün hasat öncesi ruhumdaki tarlaya küstüğüm ve tüm küskünlüğüm cihana neye mahal verse de rotamı saklı tuttuğum.
Delişmen bir rüzgâra esir düştüm.
İmkânsız bir mahalde içime ters estim.
Hüzün kafilesi ve bol keseden duyumsayan yüreğin ilk ve son hanesi ve de hecesi yalnızlığın sevgiden ibaret bildiğim hayatın da gerçek yüzünü geç gördüğüm.
Ne mevsim yeter ne mecalim.
Ne mealimdir yaşam ne de mahremim.
Mabedim ve matemim, açık ara farkla kendimi kendime tek geçtiğim.
5.0
100% (3)