1
Yorum
5
Beğeni
5,0
Puan
118
Okunma
2005 yılının Haziran ayıydı.
Eşim bir iş kazası sonucu ayak bileğini kırmıştı. Evin bütün sorumluluğu bana kalmış, elimden geldiğince eşimin yokluğunu hissettirmemeye çalışıyordum.
Evimiz kira, çocuklarım okuyordu. Çok zor zamanlar geçiriyordum.
"Eşinin düzelmesi aylar sürer," dedi doktor.
Tek başıma ne yapacağımı bilemiyordum.
Elde avuçta yok, gurbet eldeyiz.
Çalışmayana bir ekmek veren yok.
Köy yeri olsa, yardımlaşarak bu zor günlerin üstesinden bir şekilde gelinirdi.
Eş, dost, akraba...
Fakat şehir hayatı hiç de öyle olmuyordu.
Tanıdık akrabalar dahi yüz çevirmişti.
"Dost, kara günde belli olur," derler ya, hiç dostum olmadığını anlamıştım.
Hepsi var günümdeymiş meğer, dar günümde kaybolmuşlardı.
Sığınacak bir dost bulmak ne zordu.
Sonra döndüm Rabbime: "Şükürler olsun, bana gerçek yüzlerini gösterdin ya," dedim.
Düşmem gerekiyordu belki de, gerçekleri görebilmek için.
Eşimin yemeğini verdim, pansumanını yaptım, merdiven silmeye gittim.
Akşama ekmek alacak param bile yoktu.
Ay gelmeden merdiven parasını vermiyorlardı.
Neyse, vardım binaya, temizliğe başladım.
"Allah büyük," dedim.
En üst katta oturan bir akraba vardı.
Bana dedi ki:
“Merdiven silmeni istemiyorum.”
Akraba olduğumuz için güya bizden utanıyormuş.
Kendisi zengin ya…
Sert bir ses tonuyla:
“Ben helal kazanmak istiyorum, kimsenin yardımına ihtiyacım yok,” dedim.
Morali bozuldu tabii.
Biraz babama çekmiş bu huyum.
O da kimseye borçlu kalmak istemezdi.
Kimseden hayır dilenmezdi.
"Bana Allah yeter, O ne güzel vekil," derdi.
Yukarıdan aşağı süpürerek indim basamakları.
Sıra silmeye gelmişti.
Kovayı doldurdum, tekrar çıktım yukarı.
Hepsini bir bir silerek indim.
Dış cepheyi yıkarken önümden geçti, selam bile vermeden.
O arada garip bir şey oldu.
Yerde, üst üste yapışık hâlde üç tane yirmi lira buldum.
Aklıma soru işaretleri geldi.
"Acaba üst kattan mı attı?"
Hani merdiven silmeme kızıyordu ya…
"Yok ya, olamaz, niye böyle bir şey yapsın?
Hem sanmam, yapmaz," dedim.
Az da değil hani, markete gitsem bütün mutfak ihtiyacımı alırım, artar bile.
O zamanlar değerli bir para...
Aldım parayı, yöneticinin yanına çıktım.
“Bahçede buldum bunu,” dedim, verdim.
Tam işim bitti, eve gidiyorum.
Arkamdan biri seslendi:
“Bakar mısınız?”
“Evet, buyurun,” dedim.
“Kusura bakma canım, o bulduğun para bana ait. Yeni hatırladım, cebimde unutmuşum, makinayla birlikte yıkanmış. Çamaşırları çırpıp sererken aşağı düşmüş.”
“Ben onu yöneticiye verdim.”
Beraber gittik, verdiğim parayı alıp sahibine verdim.
Çok ısrar ederek bana içinden on lirasını verdi.
“Çocuklara bir şey alırsın,” dedi.
Bu olay karşısında ne diyeceğimi bilemedim.
Bu bana bir imtihandı.
Hem de açık ve net.
Allah insana helal isterse helal veriyordu,
haramı tercih ederse haramı veriyordu.
Seçimi kula bırakıyordu.
Öyle şükrettim ki Rabbime,
sevinçten ağladım.
Yolda giderken uzun uzun düşündüm:
"Allah’ım, ya o parayı alsaydım?
Sonuçta önüme çıktı.
Gönül rahatlığıyla yiyemezdim ki.
Çocukluğumda bile harama bakmadım,
boğazımdan haram lokma geçmedi.
Her zaman ’Ne verirsen helalini ver’ diye dua ettim.
Benim ihtiyacım olan, akşama ekmek almaktı.
İşte," dedim, "ekmeğini Allah sana gönderdi."
Hayat öyle sırlarla dolu ki...
Geçinmek gerçekten bir sır.
Aç mezarı yoktur.
Açların, yoksulların, darda kalmışların halini bilmeyenler çoktur.
Acı olan şuydu: Allah bana yâr olurken,
yâr sandıklarımın yarama merhem olmamalarıydı.
Necla Polat Hsbtc ✍️
#anı
#unutamadıklarım
5.0
100% (2)