Hayat tramvay gibidir... tam yer bulmuş, oturacakken bir de bakmışsın son durağa gelmişsin. camillo sbarbaro
mesut.çiftci
mesut.çiftci

Hüznün Zehirli Gölgesinde Birey ve Toplum

Yorum

Hüznün Zehirli Gölgesinde Birey ve Toplum

( 1 kişi )

0

Yorum

2

Beğeni

1,0

Puan

131

Okunma

Hüznün Zehirli Gölgesinde Birey ve Toplum

Hüznün Zehirli Gölgesinde Birey ve Toplum



Montaigne’in meşhur Denemeler isimli eserinde çok hoş bir benzetme vardır, der ki; “Bazı insanlar sineklere benzer, sinekle nasıl pürüzsüz yüzeylerde tutunamazlarsa bu insanlarda hüzün olmadan yaşayamazlar.” Pürüzsüz yüzeylerde tutunamayan sinekler gibi, bu insanlar da mutlulukta barınamaz, sürekli bir melankoliye ihtiyaç duyarlar. Bu tespit, hayatın içinde sayısız kez doğruluğunu kanıtlamıştır. O kadar doğru bir tespit ve o kadar doğru bir benzetme ki bu hayatta her defasında doğruluğuna şahit oluyorum. 1580 tarihinde ilk kez yayımlanan bu eseri ben yayımlandıktan yaklaşık dört yüz yirmi sene sonra okuyabildim, lise yıllarımdı. Yaklaşık yirmi sekiz sene öncesi. O günlerden bugüne bu benzetme, zihnimde derin izler bıraktı. Zira hüzün, sadece bireysel bir mesele değil, toplumsal bir yapının da harcıdır.

Bu meşhur benzetme esasında ülkemizde de 1960’lı yıllarda ortaya çıkan arabesk müziği ve arabesk kültürünü de özetlemektedir. Bir zamanlar müzik otoriteleri tarafından kabul görmeyen arabesk kitleler tarafından benimsendi ve bir kültür haline dönüştürüldü. Yaşadığımız dönemde ise bu kültür kabul gören ve toplum içinde desteklenen bir kültür haline geldi. Genel olarak tüm Ortadoğu Ülkelerinde; üçüncü dünya ülkelerinde mevcut bulunan toplumsal sorunlar arabesk kültür için verimli bir toprak oldu. Gelişmemişliğin, gelişememişliğin ve cahilliğin toprağında arabesk kültürü köklendi ve dev bir çınara dönüştü. Ancak bu dev ağaç maalesef meyve vermeyen bir ağaç ve toprağına da hiçbir faydası olmayan bir ağaç. Büyümek için toprağını sömüren fakat doğanın kadim döngününün dışında toprağa hiçbir katkısı olmayan bir ağaç. Bu kültür bir meyve ağacı değil; aksine, toprağı sömüren ama hiçbir fayda sağlamayan, kökleri derinlere inen bir gölge ağacıdır.

Arabesk kültürde de esasında sevgi, aşk, neşe ve mutluluk vardır. Ancak tüm bu iyi şeyler de hastalıklıdır, çürüktür, zehirlidir. Hepsinin temel amacı mutsuzluğa, hüzne ve acıya hizmet etmektir. Örneğin arabesk kültürde bir genç adam bir genç kadını sever ve acı çeker. Neden acı çeker? Çünkü acı çekmezse sevgisinin gerçek sevgi olduğuna kimse inanmaz. Bu bir saçmalıktır. İnsanlar acı, çile, sıkıntı çekmeden de sevebilirler, aşık olabilirler, mutu olabilirler. Ama arabesk kültür bunu kabul etmez. Kaderci bir umutsuzlukla hayattaki her şeyi hüznün rengine boyar. Arabesk kültürde herkes vefasızdır, hayat çilelidir, sevgiler karşılıksızdır, tüm dünya kötüdür. Oysa bunun gerçeklerle ilgisi yoktur. Ezilenlerin müziği ve ezilenlerin kültürü olarak kabul görmüş bu müzik ve bu kültür esasında ezenlere hizmet etmektedir. Elbette insanlar bu yazdıklarımı anlamlandıramayacaklar ve hatta bu kültüre eleştiride bulunduğum için bana öfkeleneceklerdir. Zaten sorun da tam olarak budur. Esasında yazının konusu da arabesk müziği ve arabesk kültürü değildir. Topluma umutsuzluk ve kabullenilmiş çaresizlik aşılayan bu kültür kimlerin işine gelmektedir? Asıl mevzu budur. Yazımın konusu ise tamamen kişiseldir elbette.

Bu topraklarda doğmuş, bu topraklarda büyümüş ve bu topraklarda yaşayan birisi olarak bende bu topraklarda yetişen tüm ağaçlardan ve bitkilerden etkilendim elbette. Gittikçe gürleşen ve büyüdükçe başka hiçbir bitkiye güneş yüzü göstermeyen bu arabesk ağacının altında bende gölgelendim. Ancak günlerden bir gün ortada hiçbir sebep yokken hüzünlendiğimi gördüğümde bu koca ağacın aslında beni yolumdan alıkoyan bir zehirli sarmaşık olduğunun farkına vardım. İlerlememi engelliyordu. İnsan ömrünün tamamında sebepsiz bir hüzün, sebepsiz bir mağduriyet, sebepsiz bir mutsuzluk hissederse yaşamını devam ettirebilir mi? Kaderci bir yaklaşım biçimi içinde mücadele etmeden, uğraşmadan, çalışmadan, üretmeden yalnızca acı çekmek ve hayıflanmak. Bu durum bir tür hastalık değil midir? İnsan hayatı her zaman güllük gülistanlık değildir. Bunu açık yüreklilikle kabul edebilirim. Biz insanlar hayatta kaybederiz, başarısız oluruz, terk ediliriz, ihanete uğrarız. Ancak biz insanlar hayatta mutlu da oluruz, başarırız da ve seviliriz de. Hayat sadece karanlıklardan oluşmaz. Hayatta aydınlıklar da vardır. Ancak hayatın yalnızca karanlıklardan oluştuğunu farz edersek bu hastalıklı bir bakış açısı olur. Böyle bir bakış açısı hem bireyi hem de toplumu acı ile beslenen bir bilincini kaybetmiş bir enkaz haline dönüştürür. Çocukluktan itibaren bu kültür içinde yaşayan insanlar ise pusulasını yitirmiş gemiler misali amaçsızca bir oyana bir bu yana savrulur dururlar. Bir hedefleri ve amaçları olmaz. Ancak bir başka kimsenin hedef ve amaçlarına hizmet edebilecek kölelere dönüşebilirler.

Benzer şekilde toplumda konumlanan bir diğer sistem de inanç sistemidir. Ahiret inancından; öldükten sonra sonsuz yaşam, cennet ve cehennem, ödül ve ceza olgularının varlığından bahseden inanç kültürlerinin yanlış yorumlamaları da aynı arabesk kültür gibi bireyleri ve toplumları yanlış yönlendirmektedir. Şöyle ki bu yanlış bakış açısı içerisinde bu dünyanın geçici olduğu ve dolayısıyla değersiz olduğu; asıl değerli ve önemli yerin öldükten sonraki sonsuz yaşam olduğu insanlara anlatılır ve öğütlenir. O yüzden bu değersiz dünya için çalışmak insan için beyhude bir çabadan ibaret olduğu algısı insanlara kabul ettirilmek istedir. Öyle ya bu dünya sonsuz bir yaşamın yalnızca bekleme odasıysa, bu bekleme odası için çalışmaya ne gerek var ki? Bu inancı ve görüşü benimseyen insanlar ise içinde bulundukları bu dünya için, kendileri için, toplumları için çalışmayı beyhude bir çaba olarak değerlendirirler. Sonuç ise elbette hüsrandan başka bir şey değildir. Böyle toplumların gelişmesi ve ilerlemesi düşünülemez. Çağımızda tüm Ortadoğu ülkeleri bu yanlış inancın esiri ve kurbanıdır. Çünkü bu düşünce sistemi içinde insan ve içinde bulunduğu toplum; olsa olsa sömürülen bir köle olabilir o kadar. Çünkü içinde bulunduğumuz dünya çalışmayı, düşünmeyi ve üretmeyi gerektirir. Elbette insanların dini inançları, düşünceleri ve fikirleri olmalıdır. Ancak insan bu inanç, düşünce ve fikirlerin kendisine neyi emrettiğine bakmalıdır. Maalesef özellikle ahiret inancının olduğu semavi dinler bir takım sömürü odakları tarafından bu şekilde bir anlayışla insanları sömürmek için kullanılmaktadır. Okurların burada şu ayrımı yapabilmelerini özellikle ümit ediyorum; eleştirdiğim inanç sistemlerinin, dinlerin kendileri değil; yorumlanış biçimleridir. Zira bu ayrımın yapılamaması durumunda yine arabesk kültür hususundaki eleştirilerim gibi öfke ile karşılanacağım. Esasında bu benim için o kadar da mühim değil. Şahsım için asıl mühim olan yanlış anlaşılmamak yani doğru anlaşılmak. Çünkü birazda o yüzden yazma işine bu kadar emek harcıyorum.

Yazmak da konuşmak gibi bir kendini ifade biçimidir. İnsan konuşarak ne elde etmeyi düşünüyorsa aslında yazarak da aynı şeyleri elde etmeyi ister. Konuşmanın, iletişim kurmanın amacı nedir peki? Elbette birden fazla amaçtan bahsedilebilir. Ancak temel amaç insanın kendisini anlatma çabasıdır. Kimileri çok iyi konuşur; hatiptir. Kimileri ise çok iyi yazar; yazardır. Herkes çok iyi konuşamaz ya da herkes çok iyi yazamaz. Her insanın yeteneği ayrı ayrıdır. Neticede insan anlaşılmak ister. Hatta bu anlaşılmak isteği tüm isteklerinden bir adım öndedir desem sanırım yanlış yazmış olmam. Dolayısıyla bende anlaşılmak isterim ve istemekteyim.

Velhasıl-ı kelam bireyleri ve toplumları yönlendiren ehemmiyetli unsurlar inançları ve kültürleridir. Bu inanç ve kültürlerin ise birey ve toplumun geleceği için sorgulanmaya ve değerlendirilmeye ihtiyacı vardır. Aksi halde karşılaşılan sonuç hüsrandan başka bir şey olmayacaktır.

Paylaş:
2 Beğeni
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 

Topluluk Puanları (1)

1.0

100% (1)

Hüznün zehirli gölgesinde birey ve toplum Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Hüznün zehirli gölgesinde birey ve toplum yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
Hüznün Zehirli Gölgesinde Birey ve Toplum yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Bu şiire henüz yorum yazılmamış.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.