AŞK HEP VARDI
Aşk hep vardı. Sen inanmıyordun aşkın varlığına, yaşadıkların seni can evinden vurmuştu bugüne kadar ve artık attığın adımların korkutuyordu seni geleceğe dair... Sen hep vardın bebeğim, tıpkı aşk gibi her daim ızdırabım olan gecelerde yarama merhem niyetine sürdüğüm aşkın ilacıydın sen. Oysa ki aşkı hep acısıyla tanıdılar. Bir düşten uyandım yine, kanter içinde kalmıştım, bağırıyordum ama sesim çıkmıyordu, çığlıklarımı bir ben duyuyordum. Düş ya bu hayatımda hayra mı şerre mi yoracağımı bilemediğim bir düştü işte.
Sen vardın karşımda ben vardım, eşim vardı yanımda ve eşin vardı, çoluk çocuklarımız vardı. Uzak diyarlardan yıllar sonra gelmiştin memlekete... Nasıl olduysa bir mekan içinde bir araya getirmişti bizi kader, bir çilingir sofrası kurmuştuk kendimize... Yıllarca kurtlar sofrasında mezeydik oysa... Ben kaçırıyordum gözlerimi senden, sen konuşuyordun yaşadıklarını anlatıyordun, her birimiz hayatın bir kesitini paylaştık zaman içinde ve ben artık sefil değildim o düşte... Her şeyim vardı, bir insanın hayal edebileceği her şeye sahiptim. Farzet ki eşimin bile özel arabası vardı o kadar zengin bir düştü yani, yüreğimse bir o kadar sefildi. Geçmişin değiştiremediği tek şeydi bu sefil yalnızlık. Sonra sen bir yudum alırken içkinden ben seni izliyordum, sana baktım, sana hayatın bütün imkanlarını sunan adama baktım ve şükranla doldu kalbim, sonra dost oluverdim. Ellerimde yıllar öncesinden kalan bir ateş vardı, bunu kendime saklamıştım ve kimseler bilmiyordu bu ateşi, sağlıktan çıkınca konu ortaya atı vermiştim cansız bir cümleyi: “Yıllardır sağ elimde bir ateş var, doktorlar bulamadı bir çare”
Bir an müsaade isteyip ayrılmıştım yanınızdan, sonra sen bulmuştun beni bir odanın köşesinde gözleri yaşlı halde... Neden ağladığımı bildiğin halde soruyordun ve ben kaçıyordum yine senden, seni incitmekten, seni üzmekten korkuyordum, ellerim buz kesmişti, aşka yer kalmamıştı kalbimde ve yıllarca yaşanan bir aşkın ateşi bile buzlarımın çözmeye yetmemişti. Aslında aşk hep vardı. Sen yoktun, uzaklardaydın ve ikimizde çoktan ayırmıştık yollarımızı, yalancı sevdalar, yakıcı tutkular yaşamıştık ikimizde ama hiç birimiz bulamamıştık tadını o kaçamak hallerimizdeki gibi... Sarılmıştın bana, yüreğindeki ateşi hediye edip buz tutmuş yüreğimi kurtarmak istercesine ve ikimizde korkuyorduk aslında, her bir anda yok olmasından korkuyorduk. Elimizdekileri kaybetmekten korkuyorduk ama tek korkmadığımız şey vardı o da birbirimizi kaybetmekti. Önceden en çok birbirimizi yitirmekten korkmuştuk değil mi? Ansızın yakalanmıştım sana, gözlerinin en gerisine bakıyordum ve sen hiçbir şey söylemeden ellerini dudaklarıma dokundurup bir kilit gibi kilitlemiştin ve dudaklarının ateşini bıraktın dudaklarıma... O an ölmek istedim, yüreğimde muhralaşan ne kadar yara varsa yenilendi, kanamaya başladır teker teker... Ayrılık vakti gelmişti, dünyaya geldiğinde adını koymak istediğim ama sonradan ona her seslenişimde seni hatırlamak korkusunu yaşarım diyerekten vazgeçtiğim kızım ardından ağlıyordu yüreğimdeki çocuk gibi... Sen gidiyordun artık, çok yer vardı gezeceğin... Ardından bakıyorduk, eşime sarılmıştım ama farkında bile değildim, kızım ellerini yüzüne kapatmış ağlıyordu. Sonra masada unuttuğun kırmızı şalı gördüm. Aceleyle indim merdivenleri, sen gidiyordun ve ben ardında koşuyordum ismini haykırarak, sen duymuyordun. Ve ben kanter içinde uyandım bu düşün sonrasında...
İhanet kol gezerken şehrin caddelerinde, kimsesiz bir ruhla senin yokluğunda yol alırken tanımıştım eşimi. Her şeyiyle sana benziyordu ve hayalimdeki gibiydi. Toprağı seviyor, toprakla uğraşıyor ve beni hayran bırakan bir yapısı vardı ki düğüne giderken giyinmesini biliyor, canım dediğim aileme ailesinden daha fazla yakın olabiliyor, fikirleriyle zaman içinde beni şaşırta biliyordu. Her şeyiyle sana benziyordu. Senden sonra ve ondan önce ben işsiz, sefil bir ruhtum, gözlerimi açtığımda yanımdakiler ve uykumda beni izleyenler o kadar uzaktı ki bana, teninin sıcaklığını bildiğimi sandığım kişilerin bedenleri o kadar soğuktu ki üşüdüğümü sonradan fark ettim, sokakta yaşayan bir adamın sıcak bir sobanın başında dizlerinin sızlamasından üşümüşlüğünü keşfettiği gibi. Nasıl olduysa şansım döndü bir anda ve hayat bana gülümsedi ilk defa. Yıllarca sefil olduğumda sefaletime aldırmadan sadece yüreğimdeki sevgiye bakan bir ruhta vardı artık yanımda... İlk zamanlar çevresinin geniş olması sebebiyle arayan soranı çoktu ama benim için her şeyden vazgeçti, hem de her şeyden!
Kendi şirketimi kurdum sancılarla, kimi zaman işler haddinden fazla iyi gitti kimi zaman duruldu ama sonra yoluna girdi. Evlendik. Doğum günüme denk gelmişti evlilik tarihimiz, bir temmuz. Bilirsin bu tarihte ben iki olguyu bir arada yaşadım, anlatmıştım sana ben o tarihte hem doğdum hem de öldüm. Neyse aşkın nerede ortaya çıkacağı, nasıl bizleri bulacağı belli olmazdı ya, oldu işte ve bir yuvam vardı artık. Tüm özlemlerimi bulduğum bir yuvam vardı. Hiçbir zaman bana aşk yok demedi biliyor musun? Aşk biz insanların yüreğinde, kimi zaman gizli kimi zaman aleni olarak hep vardı.
İkinci kez aşık olmuştum kızım dünyaya gelince, önce adını koymayı düşündüm, sonra vazgeçtim. Yazıyordum hayallerimi gerçekleştirmiştim. İki tane nur topu gibi kitabım olmuştu. İki roman; biri senin biri benim romanım. Seni unutmamıştım hiçbir zaman ve romanımda bir şarkıdaki gibi bitiyordu: “sen benim hiçbir şeyimsin.” Aslında sen benim hiçbir şeyimsin derken ben her şeyim oluşunu haykırmıştım.
Sende uzaklarda neler yaşıyordun kim bilir, mutlu olmanı çok istedim seni tanıdığım o sefil yıllarımda, senin gülmeni çok arzuladım ve seni gördüğüm şu an senden uzaklaştığıma sevindim bir nebzede olsa çünkü seninde artık hayata meydan okuyabilecek bir gücün vardı. Her şeye sahiptin sen... Yıllar önce bir ateş bırakmıştık sağ elime, yıllar sonra bir ateş daha bırakıp hayalini de yanına alarak gerçekliğinle çekip gittin düşlerimden.
Sabah çoktan olmuştu, kızım geldi uyandırdı beni canım diyerekten, yanağıma bir öpücük kondurdu. Sarıldım ona sımsıkı, sonra mutfağa geçtik. Eşim yine harikalar yaratmıştı, bir an seni gördüm sanki, bir an sen vardın o mutfakta, sonra kızımın çekiştirmeleriyle kendime geldim.
-“Baba, anneme nasıl bakıyorsun öyle, çok seviyorsun dimi?”
-“Evet, kızım”
-“Ama beni daha çok seviyorsun dimi baba?”
-“Seni kavuşması olmayan efsane bir aşkla seviyorum kızım”
-“Aşk ne baba? Öyle bir şey var mı?”
-“Aşk hep vardı kızım.”
-“Ne o gözlerin doldu, ağlayacak mısın yoksa baba? Ağlama emi!”
-“Ben ağlamayı sizlerle unuttum kızım.”
-“Seni çok seviyorum baba, babacığım.”
-“Bende...”
Baki EVKARALI