Senden nefret edenleri sev; iyilikten başka üstünlük alameti tanımıyorum. -- ludwig van beethoven
Oğuzhan KÜLTE
Oğuzhan KÜLTE
@oguzhankulte

DİĞERLERİNE GÖRELİLİK

30 Ocak 2025 Perşembe
Yorum

DİĞERLERİNE GÖRELİLİK

( 1 kişi )

0

Yorum

4

Beğeni

5,0

Puan

92

Okunma

DİĞERLERİNE GÖRELİLİK

DİĞERLERİNE GÖRELİLİK


Görme engelli birinin el yordamıyla bir filin gövdesindeki gezintisinden ortaya çıkan tanım ile, sadece bu hayvanın sesini duyarak onu tanımlamaya çalışanın ortaya koyduğu şeyler elbette başka başkadır. İşin ilginç yanı, görme engelliye göre ellerinin ortaya koyduğu gerçekliğe göre, fil dediğimiz ve gerçekte ne olduğunun söylenmediği bu canlı, duvar gibi pürüzlü bir yüzeyi olan, belki yastık veya lastik gibi yumuşak , esnek genişçe bir varlıktır. Onun resmini çizdirtmeyi isteseydik, fiden öte çizimleri de görürdük kuşkusuz. Aynı şeyi Sadece işitme duyularıyla tecrübe edene göre de ortaya konulan resim yine gerçeklikle ötüşemeyecekti. Gerçek dediğimiz şey, neye, kime göre, ne zaman ve neredeleri de sorgulatmadıkça ne kadar gerçek olabilir ki?

Sadece sınıftaki uyumda başarısız oldukları için okul hayatları yarıda kalmış ve veya “Ondan bir şey olmaz” söylemleriyle itham edilerek baskılanan, değersizleştirilen çoğu insanın kendilerine inanarak yoluna deva edenlerden ne de çok şey olmuştur aslında. Thomas Edison ve Albert Einstein ilk akla gelen öznelerden biridir bu anlamda. Demek oluyor ki, bize dair gerçekliklerin başkalarınca o andaki dile getirilişleri, bu yakınışların daima geçerli olacağı anlamına gelmemektedir. Bu nokta son derece hassas, teraziyle tartıya gelemeyecek kadar da ağır bir noktadır.

Bizim veya aidiyet duyduğumuz grubun, toplumun ve hatta milletin yankılandığı dillerdeki ifadeler gerçekten de bizlerle ilgilimi, doğrular mı veya bizi daha iyi biz mi yapıyor ya da bizi bazı manipülasyolarla bizden mi ediyorlar gibi çokça soruyu her “ben” in sorgulaması gerekiyor sanırım. Öyle ya, koskoca haftaları, ayları, yılları ve sözün özünde ömrü diğerlerinin söylemlerine göre uyulmayarak yaşamak, belki de bizim vücuda çok rüküş bir elbiseyi giyerek ve bunun da bize bir şeyler kattığı sanıyla gezmek, yaratılış gayemizden uzaklaşarak başkalaşmış birinin veya bizlerin hayatını yaşamak, asıl olanın da ölmesi demek değil midir?

Hatıralarım arasında bana önce çokça dokunan ve fakat söylendikleri için bugünlere gelmemdeki motivasyonu da veren kişiliğime, zekâma, becerilerime ve duruşuma olan aşağılayıcı sözler, davranışlara hayret verici şekilde müteşekkirim. Bunları benle bağdaştırmak yerine, ben ile olmam gereken arasındaki farkı kapatmamda neler yapabileceğimin yol haritasını çıkarması anlamında kullanmayı tercih ettiğimden ötürü, bugün doğru şeyleri yaptığım zannındayım. Başkalarına göre dilden çıkan şeyler nasıl ben olabilirdi ki. Onları söyleyenlerin zanlarından başka bir şey olmamaları düşünüsü doğruydu ve hatta bunların dillendirilmesi ve veya tarafımın bu gibi zedeleyici şeyleri duymuş olmam belki de büyük bir şanstı.

Her birimiz kiminde o anı, günü, kiminde de koskoca bir ömrü başkalarına göre yaşayanlar olmanın sancılarını çekmez miyiz? Niçin bizler başkalarını o var oldukları duruş hallerinde kabullenirken, onların; söylemlerinden, düşünüş ve duygularından ötürü kendimiz olmaktan vazgeçelim. Bu durum en açık ifadeyle “kendine ihanet” demek olmaz mı? Bir insanın belki de kendine yapabileceği en büyük vefasızlık, kendi olabilmenin inancını başkalarının ;diline, sözüne ve duruşuna göre değiştirmek, inkar etmektir, düşüncesindeyim. Beni var olan her halimle kabullenenleri bulabilmek, yapılabilecek en doğru arayış olmalıdır. Bir fabrikadan çıkmamış ve her birimiz farklılık arz eden duygu, düşünüş ve seçimlere sahip olabilme lüksüne sahipken, diğerleri için bundan vazgeçmeli miyiz sizce de? Elbette, değiştirilebilir, geliştirilebilir yanlarımız da var ve bunlar da hayatın içinde olgunlaşma dediğimiz şeyler. Bu süreci doğasında yaşayabildiğimiz, gelen eleştirileri de yapıcı şekilde kabullenip, bir süzgeçten de geçirerek kendimizi güncellememiz gayet tabidir. On yıl önceki biz ile şimdiki bizlerin farkındalığında olarak, aradaki değişimin bizle ne denli uyumlu olduğu, bizi ne denli kendi özümüze yaklaştırdığı ve varoluşumuza hizmet ettiği ne de önemlidir.

Hayatımızı düne göre şekillendiren, faklılaştıran şeyler hep vardı ve olacaklar da. Önemli olan, bu değişim ve güncellemelerin neren kaynaklandığı ve onları samimiyetle, severek, katlanarak içselleştirdiğimizdir. Başkalarının skalasında robota bağlanmış şekilde ve fakat kendi içimizde de memnuniyet fakiri bir hayat ne büyük bir cezadır. Bir bedenin içinde kendin olmadan yaşamak, nefeslenmek, adeta açık hava cezaevinde olmaktan farklı da değildir. İnsanın en büyük tutsaklığı büyük ölçekte de kendiyle uzlaştıramadığı konulardan çıkmaz mı? İçten içe bu kendin olmanın yoluna çıkan engeller, onlarla savaşmak mı yoksa onlardan ötürü kabuğuna çekilerek bizim için yazılıp çizilenlere biat etmek mi soruları, hayatımızın kırılım noktası ve belki de en kayda değer tercihlerimizdir. Mademki tercihlerimiz olacak, öyle ise bu tercihleri kendimizi de mutlu kılabilecek ve hedeflerimize doğrudan hizmet etmeseler dahi sadece bizim tercihimiz olmaları bakımından da kıymetli kılmalıdır. Neticede gerilere doğru baktığımızda başkalarının dokunuşlarıyla gelinen sonun öznesi olmak yerine, doğru ve veya yanlışlarıyla kendimizden kaynaklı tercihlerin özneleri olmak bizi daha az pişman ve fakat daha çok da biz yapar, kanısındayım.

Bizimle yanı noktalarda duran ve veya durmuş olan çokça insan vardı, var olacak da. İnsanlar tek bir düzlemden hayata bakmanın, onu tüketişin doğru olduğu saplantısına kapılsalardı en iyi romanlar, şiirler, mimariler, tarihe not düşülecek kahramanlıkları nasıl okuyabilirdik? Kendi olmanın yolundan ödün vermeyenlerle gelinen bugünler, bu mantıkla bizim de yaşam serüvenimizde rehber olmalıdır. Öykünülecek ise bu yolda öyle yapmalı, benzerliklere takılmadan ve fakat zamanla da kendimizden bir şeylerin giderek daha ağırlıklı hissedildiği bir öykü ne de güzel olurdu. Bu eylemleri başlatmak adına bir şeyleri beklemenin, birilerinden de telkin almanın gereği de anlamı da yok aslında. Bizi destekleyen, bize inanan, bizi salt biz olduğumuz için takdir eden az sayıda insan, bu güzel ve her şeye değen, her şerri de alt etmemize vesile olan pahasız bir ilhamdır. Bize öncül olarak belirleyeceklerimizin ille de çağdaşımız olması gerekmez. Binlerce yıl öncesinde de benzer öykülerin içinden çıkarak kendi öykülerini yazmanın yolunu seçen o kadar güzel örnek var ki, sınırsız bir ilhamdır onlar. Kendimize mihenk edineceğimiz mimariden, sanattan, edebiyattan, bilimden ve hayatın türlü renginden zeminlerin özneleri nasıl da büyük zorlukların üstesinden gelmişlerdir aslında. Yürüyeceğimiz yolların pürüzsüz , engebesiz, dolambaçsız olmadığını bilerek ve bu zorlukları aşmada o ilk adımın son adım kadar büyük tesir edeceğine olan inancımızla hayatın gerçekleriyle yüzleşme vaktidir. Kimseler bizlere ne olup olamayacağımızı söyleyip durmamalı artık. Bizler ne olmak, neyin manzarasına bakmak istiyorsak ona göre de duruş alır, ona göre göğüs gerer ve bunların karşılığındaki hazzı da ziyadesiyle yaşayabiliriz.

Başkalarını anlamak, yapıcı eleştirilerde bulunmak ve onların kendi yollarını belirlemelerinde samimi bir taraf olmayı başarmak büyük bir kazanımdır. Bunu bizler için de yapabilecek birilerinin olması işimizi kolaylaştırırdı doğrusu. Ve fakat bize destek verenlerin olmaması demek, bizi yalnız kılacaktır demek değildir. İnsan en büyük ilhamı kendinden almalıdır. Başkalarının da bizlere inanabilmesi, güvenmesi, takdiri, desteği, bizim kendi hedeflerimize olan samimiyetimiz ölçüsündedir elbette. Düşünsenize bir, bize intikal eden dört büyük kitabın seçilmişleri, bu özel ve beşeriyetin hayatını omurgasından yakalayarak onları bu ve diğer alemde esenlik yoluna götüren öğretileri, ibadet ve düşünüşleri kendi içlerinde tartışmasız bir samimiyetle doğru yere koymasalardı, etraflarında kısa sürede büyük bir kitle oluşur muydu? En kuvvetli ve her şeye, her şerre rağmen olan inanca “iman” dendiğine göre, neye ve ne denli iman edildiği hususu da hayatın kendi ve hatta kendisinden de öte bir değere sahip olmalıdır. Hudutta onca soğuğa, kulübesinde daracık alanda onca ağır teçhizata, açık alanda onca sıcağa rağmen inşaat işlerinde büyük bir özveri ve inanç ile çabalayan, bunu yaparken de asla geri adım atmayan ve hatta gerektiğinde de büyük bedelleri ödemeyi göze alabilen insanlar ne de kıymetlidir. Onları kıymetli kılan şey, toplum nazarında da tartışmasız bir değere haizdir elbet.

Milletçe de bizleri farklı zeminlerde farklı şekilde değerlendirmeye tabi tutanlar, bir yere ifşa etmek isteyenler olacak ve olmuştur da. Bizler tarihten gelen yankıların sesini, izini, özünü yitirmedikçe, ait olduğumuz yeri daima bilen olacağız. Birilerinin sözüm ona “barbarlık” ile itham etmesi, bizi barbar kılamaz, kılamadı da zaten. Mesele, bir yeri gelince melek ve veya şeytan olmak cihetinden öte bir şeydir. Bireysel anlamdaki yukarıdaki tüm göndermelerimiz, toplumsal olarak da “biz” orijininde de geçerlidir. Burada en mantıklı muhasebe, bize denen şeyin kabını doldurmayacağımız ve su gibi de şekil almayacağımızdır. Vatan, milleti bayrak sevgisi, yardımlaşma ve düşene uzanan el olmada mukayese götürmeyecek kat-ilikte sınıf üstü olduğumuzu, yaşanan her elim durumda bu özün realitelerini göstermekten de geri kalmadığımız hatırlamak, hatırlatmak da gerekir. Kendi barbarlıklarının farkında olmayanları veya bundan rahatsız olmamak için gerçeklere sırtını dönenleri de elbette bizler de yeri gelince bir yere ifşa edeceğiz.

Kuru kuruya övgülerden beslenerek insanlara yukarıdan bakmak cihetinde olanları asla sevmedim, sevmeyeceğim de. Birilerinin farklı zeminlerinden ötürü daha avantajlı olması durumu iki şekilde kullanılabilir. Üçüncü durum çok zavallıca olduğundan ele almıyorum ( farkında bile olamamak zavallılığı). Ya diğerlerini de bu zeminin sağladığı ışıktan nasiplendirmeye öykünüş olur bu, yahut kendini tümüyle dışlamak, toplumdan tecrit ederek daha üstünlük duygusunun verdiği acınası bir gurur. Denmelidir ki, insanların daha bir insan olmalarında ellerindekilerin pek bir önemi yoktur. Var olanlarla memnuniyet ve onların paylaşımındaki güzellikler asıl ibretlik konulardır. Son parasını dahi afetzedelerle paylaşabilen ve çoğuna göre de sıradan bir insanın, sefilin ve veya sokak satıcısının değeri, emrinde onlarca insanı çalıştıran, onların emeklerini de sömürerek ultra lüks yaşamların haramzedeliğini yapan ve fakat milletçe aciziyete düşüldüğünde de kılını dahi kıpırdatmayanların değeri aynı mıdır? Bu mukayesenin özündeki şey, metnin ta başlarından beri dile getirdiğimiz şeyin ta kendisi. Karşımızda bulunan özneler gerçekten de ne kadar insanlar? Her şeyin anlık el değiştirebildiği şu dünya, bazılarının ellerlinden onları daha kibirli kılan şeyleri aldığında geriye bir şey kalmıyorsa, bu durum zavallılığın ta kendisi değil midir. Elbette her güç sahibi için aynı söylemleri kullanamayız. Varlıklarını, maneviyatıyla birlikte sağlıklı yönetenler de var aramızda. Öylese, bizim hakkımızda birilerinin söylemlerinin gerçek anlamda değerli olabilmesi için, karşımızdakilerin de asgari şartlarda insan olmanın sınırları içinde bulunmalar bir zarurettir. Hal bu ya, tümüyle doğru olan insanların söylemlerini bile yerinde kale almamak gerekebilirken, üstelik sadece insan olarak görünenleri neden dikkate alalım.

Birkaç kez daha dünyaya glebilme lüksünü yaşayanı ben işitmedim ( olağandışı mucizelerde gelenler dışında:Hz. İsa`nın bir ölüyü diriltmesi), görmedim, göremeyceği de. Sadece bütün kudreti elinde olan varlığın eseri ise bu kainat, sadece geçici nimetlerden ötürü birileri için kendimiz olmaktan vazgeçmek ne büyüt bir yıkımdır. “Beytanyalı Lazarus, ayrıca Aziz Lazar ve Dört Günün Lazarı, Yuhanna İncili’nde İsa’nın mucize ile ölümünün dört gün ardından dirilttiği kişi.”

Doğmak ve ölmek anlamında kat- i sonuçları yaşayacak olanların birbirilerini değersizleştirmesi nasıl kabul edilebilir? Bir bilim insanını kendi alanında da olsa daima doğruları söyleyen, haklı olan gibi görmek ne derece sağlıklıdır? Bunun tersi durumlar ise pek çoktur. Belki de günümüzdeki ilim otoriteleri geçmişteki gibi yeterince bir potadan geçmeden sahneye çıktıkları için yaşanıyordur bunlar, bilemem. Her doğrunun sorgulanabilir, hata içerir, zamanla bu vasfını yitirebilir bir yanı da olabilir. O anlık duyduğumuz şeyler, yapılan eleştiriler, o ana dair geçerli olsalar da bunların bütün bir hayata mal olmasını kabul etmek, ben olabilme kavgasından da vazgeçmektir. Başkalarının penceresinden bir yaşam sürmek, başkalarının kadrajında esir olmak da demektir. Bırakalım şu yıkıcı eleştirileri, varsa hatalar onaralım. Bir anlık söylemlerin o anla sınırlı olduğunu, kapsayıcı olmamaları gerektiğini de bir yere koyalım. Üstelik bu düşünüş, “Değişmeyen tek şey değişimdir.” Felsefi çıkarımında da uygundur. Yetersizlikler yeterliliğe, sabırsızlıklar sabra, acemilikler de ustalığa evriliyor zamanla.

Etrafımızdan bizlere doğru esen rüzgârın her zaman serinleten olmasını bekleyemeyiz. Son derce hassasiyetle engellilere karşı duruş sahibi iken, sadece aracınızı park etmekteyken birilerinin sizi itham eder gibi eleştirmesine takılmamak da gerekir. Duyduklarının hırçınlıklarına kapılmadan sağlam durabilenler, rüzgârın en sert eşisinden de pek etkilenmezler. Birilerinin hakkımızdaki zanlarına engel olamayız ve fakat gerçekte neye, neden ve hangi ilkelerle bağlı olduğumuzun daha önemli olduğunu da bir kenara koymalıyız. Sizi kimler nereye tevci ederlerse etsinler, işte saha gerçekte ne olup olmadığımızı her şeye rağmen gösterebilmek ve hayatın senaryosunu ele alabilmek. Ne demişti şair: Olmak ya da olmamak. İşte bütün mesele bu. William Shakespeare

Oğuzhan KÜLTE



Paylaş
Beğenenler
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 

Topluluk Puanları (1)

5.0

100% (1)

Diğerlerine görelilik Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Diğerlerine görelilik yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
DİĞERLERİNE GÖRELİLİK yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Bu şiire henüz yorum yazılmamış.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.