İzafi bir coşkunun kıblesinde yanan
hüzünlü, mağrur ve endamlı düşler.
Renklerin tasvirinde saklı tutulası o nöbet, şairin şehre sadık her sözcükten diktiği bir kule adeta devşiren hüznün, devinen ömrün de sayacı adeta elbet görev insanı şair yüreğin metruk köşelerinde baş veren şiirden örülü bir hayatı seren ayaklarının dibine şehrin.
Fısıltılar yorgun.
Manivelası
özlem dolu.
Bir salavat da yetmez hani, andıkça rahmeti ve Peygamberini, günün hüznü solar da solar ve mezarında saklar mazisini en çok da gün mizaçlı bir şiiri kürer
doğasında
aşkın yalın bir sema gösterisi uçuşan ayın ve yüreğin dizdiği sözcükler gibi bir veda ise şehre endamlı bir düşe meyyal
hüzün denizinde sürünen acı gibi yok olan her gün
geceyi de kattı mı önüne…
Bir düş’ün yalnızlığını paylaşıyorum: paye vermediğim her düşte saklıyım belki de düşe kalka ördüğüm sözcüklerden ibaret bir günce derlediğim ve teyakkuzdaki göğe sunduğum bir martaval gibi içime kapaklandığım her acından sekiyorum bir diğer dama taşına da sözcükler sunarken birileri ısrarla şah mat demenin
özlemi ile çıkıyorlar yüreğimdeki yokuşu.
Rengim solgun bu
gece aslında her
gece hele ki öykündüğüm yarında saklı bir havadis gibi yüreğimi çimdikliyor
gecenin kokusu ve de korkusu içimde yaltaklanan haris bir imgeye göz atıyorum usulca ve görmezden geliyorum ne de olsa bensiz bir cümle kurma ihtimali ile aralıksız topa tutuyor imgeler.
Renk vermeyen bir ilham pencereden sarkan başımda saklı bir taç belki de: kimsesizliğe öykünen bir
çocuk gibi aslında kalabalığın taarruz ettiği bir mazlum gibi ya da bir
kadın.
Çocukça minnet ederken insanlara ve insan soyu ve nefsi ve nefesi tüketilmeye dair.
Gün de ş
aşkın
geceye ışık tutan akşam
güneşi ve metazori bir karartı ne de olsa sokak lambası yanmayı unuttu ve yakmayı da yeri göğü hatta bir mum gibi dibine ışık veren ve için için eriyen.
Meftun düşler saklı.
Aşksa inzivada.
Çıt kırıldım bir kız çocuğu
annesinin dizinin dibinde ve ölü bir rahmet dünde kalan ve maziye taziyelerini sunan bir bekçi gibi hatta bir mezarlık bekçisi hani olur da ruhlardan biri kaçar gider; hani olur da açık mezarın dibinde yılanlar gözükür de firar eder ölü ve kemirilmiş bedenler.
Sürrealist resimler.
Seyyah ressamlar.
Kibirli kalabalık.
Davetkâr ay ışığı ve hala yanmadı sokak lambası.
Sözcükler ne ki akışkan bir acı bazense nefretin sonlanmadığı bir üçüncü sayfa gazete haberi ki o bile yok artık ne de olsa gazete kokusu ve boyası eşlik etmiyor meraklı gözlere ve internette saklı tüm havadis hatta ölü neşriyat.
Paye veren kim kaldı ki acıya ve hüzne?
Ya da eşlik eden ve acısını pay eden kim kaldı?
Nerede mutlu insanlar ve azınlıkta iyi insanlar nerede?
Geceyi deşen soğuk ve
mavi muhtıra ve yelde saklı nem
aşk kadar da elzem.
Rengi yok
gecenin de korkunun da.
Misafir düşler göçtü gitti ve göçebe kuşlar çoktan öldü göç mevsimine ermeden.
Ilıman yürekler safsatası çünkü herkes kızgın herkes öfkeli aslında herkes kırgın aslında insanlık kurudu döndü çöle ve çöl
çiçeklerinin dahi kökleri kurudu.
Ötenazi yapılmış duygular ve insanlık ve bir sürahi dolusu farkındalık buz gibi eridi gitti işte.
Buzullar dahi erirken ve künyesi ekvatorun aslında
dünyanın ortasından geçerken delip de geçti yürekleri.
Mevsimsiz bir
hüzün bahçesi ve köknarlar da buruk.
Aşk durgun ve vurgun yemiş bir kere.
Körebe oynayan
çocuklar nerede sahi ya,
anneler artık
çocuklarına salçalı
ekmek ikram etmiyor mu?
Ne de olsa dünde saklı kavanozlar ve güzellikler ve paylaşmanın tadı unutuldu gitti.
Az evvel kalktı bir cenaze sahi kimin ruhuydu çıkıp giden ve gözeten de kim bizleri
Allah’tan b
aşka?
Aşkın neşriyatı ve
özlemin vuku bulduğu
hüzün çeşmesi.
Hani nerede çeşme başında toplanan yadigar kızlar ve nazlı gelinler ve sülün gibi boyları ile seken edalarında saklı gizemle
aşkı vurgulayan esvaplar?
Renkler solgun
aşksa yılgın ve insanlık çökkün.
Dillenmiyor muradı artık Yörüklerin ve korlarda yanmıyor yürekler aslında külünden doğmayı unutmuş insanlık.
Yedieminde saklı düşler ve düş erbapları.
Kökü kurumuş sevinçler.
Bir lenduha adeta adı çıkmış insanlık ve yol başında bekleyen de yok ışıkta duran da yol veren de ne de olsa yol verilmiş bir kez önce nezaket ölmüş sonra
İstanbul beyefendileri ve kimse mendilini bırakmıyor arkada ve kimseler de o mendili alıp vermiyor kaçışan ayakları seken
kadına.
Kadınlık onuru ve
aşkın iz düşümü.
Ne eller birleşiyor ne yürekler ama gözler vurgun birbirine ve
hasret çeken aşıklar hararetli
sevgiler yok artık hele ki uzaktan uzak sevmeler ve göz süzmeler dünde kaldı ve resimlerde ve anılarda.
Anmaksa mutluluğu.
Aş ermekse neşeye.
Nakşeden bir dua ve süregelen bir bekleyiş artık ne
zaman dirlik ve dinginlikle iştigal olacaksa geride kalan insanlar.
Uğurlar ola mazi.
Düşler ve sadaka yemini ve uzaktan
aşk uğurlar ola.
Nazenin beyitler ve hanımlar ve beyler ve şairler uğurlar ola.
Hala saklı kaldıysa üç beş de şahidin huzurunda İnşallah muradımız gerçek olur ve yeniden şakır kuşlar ve
gül açar yüzlerde
güleç günlerin hüznüne dahi razıyız ve çoktan çekip giden güzellikler ve umudun hatırına hala da beklemedeyiz ki
Allah şahit.
Hem asla da çok şey istemedik.