‘’İçimde ölen mevsimler vardı benim. İçimde eskiyen şehirler…’’(Alıntı)
Göğün tantanası renklerin uzamında seken kelebekler misali kardığım düşler ötesiz berisiz bir varlık iken yüreğime yağan kurşun ağırlığında damlalar ve isyanım kendime kimliğimin hanesinde saklı sıradan rakamlar gel gör ki:
hasreti giyindiğim kadar lanetledim ben ölü şiirleri
ölümlü değil lakin hiç biri defalarca kibirle başıma yağan mısralar ve kıpraşan imgelerde asılı kaldığım
bulutsuz coğrafyalar misali debdebeli bir karanlıktır benimki elbet dünümü hibe ettiğim kadar kadere…
Acının da haşmetinde yığılı yalnızlığım ve ruhumun köpüren dalgaları.
Mazbut bir iklimin seyrüseferinde…
Meali
hüzün olan dümenini kırdığım geminin sahibesi yaralı yüreğimde seken dirayetim sarkıttığım kadar uçurum boşluğunda uçuşan kâh vaveyla kâh saçlarım istimlak edilmiş ömrün hitabesi iken sözcüklerle olan
savaşımda hicret bildiğim
aşk hicvinde yaşananın
özlemle savurduğum nidalarım.
Ben yoksul bir düşüm yerle yeksan edilmiş mazimde saklı o düşüşle cebelleştiğim en hoyrat rüzgârım maniler eşliğinde yanık türkülerin kafesinde saklı bir düşüm.
Mizacım yeniktir olan biteni.
Mealimse tüten duman gibi şehir vapurlarında nöbete kalan bir sandal misali s/alındığım evrenin alıntısı mahiyetinde çalıntı değildir de yüreğimdeki ıslaklık varsa yoksa yasın meali varsa yoksa yaşımın erittiği buz kütleleri kadar içimdeki buzdağından da yoktur kimsenin haberi.
Hayta rüzgâr.
Yorgun bedeller.
Diyetimle iştigal direncimde saklı iken s/onsuzluk hissi.
Bazen bir notaya öykünürüm.
Bazen not düşerim yüreğime.
Ölümsüzlük dilediğim
zamanlar dünde kaldı varsa yoksa
ölümle istişare ettiğim tekil hanemde çoğul haremde görünmezin indinde bilinmezin sirayet ettiği varsın olsun mutluluk bir rehavet.
Kastığım kadar bedenimi sıçrarım en tepeye yetmez lakin.
Devindiğim yörüngemden sekerim bir yaralı kuş gibi yatıya kalmaz lakin neşem.
Sınandığıma binaen kolları sıvarım ve girişirim şiir yazmaya ama içim el vermez öncesinde hak hukuk çerçevesinde
beyaza boyarım evreni beynamaz hayaletleri de kovarım hanemden bir renktir ki içimdeki cümbüş bir hoyrat hikâyedir ki unuttuğum ve dünde kalan her
gülüş.
İsyanım kendime.
İdrak ettiğimden de ötedir masallarım.
Masa üstünde sağalttığım binlerce cümle ve ruhumun sözlüğünden firar eden sözcükler.
Yandığım kadar yakardığım Huda.
Yaktığım kadar yarıladığım ömür.
Yaması ruhun yareni yüreğin yâdı dünün.
Mizansenler eşlik eder hayallerime ve çürük düşlerimin kovuğunda saklanır hayaletler.
Mısralar sökün eder ansızın.
Miadı dolan gerçekleri de sökerim dibinden.
Ve dibe vurduğum kadar tavan yapar duygularım ve işte bir şiire yaranırım sözüm ona ulaşılmaz iken bin bir imge sözüm ona sekerken sözcükler ruhumdaki perçemde saklı iken nidalar bense peçeme saklanırım peksimet tadında
aşkları yuhalarım ne de olsa
aşk masumdur ne de olsa
aşk, imkânsız olduğu kadar ele geçirir insanın ruhunu ve paye vermediğim bedenim genelde kabımdan taştığım genelde devasa parantezler açtığım genelde devşirmenler gibi yıktığım duvarlar aştığım hudutlar.
Seyyahtır içimdeki yolcu.
Saydamdır yüreğimdeki hancı.
Vefalıdır ruhum.
Varyemez değildir duygularım ne de olsa sevdiğim kadar sevilmek isterim ve misafirler ağırlarım serencamımda.
Ölgün
bulutlarla yolculuk yaparım lakin yetmez.
Rüzgârla sevişirim lakin bu esinti dinmez.
Hercai duygulardan harmanlarım
ölümle yaşamı azadesi iken yüreğin emre amade
aşka ve ihanet ettiğimdir dünümde saklı anılarım.
Andıkça ar bildiğim
sevgiyi.
Kardıkça önümü yuhaladığım ifrite kaçan nüansız hayatın.
Şafağım attığı müddetçe şakağıma dayalı kalemle dingin bir hayat hayal etmekten de ötesi
ölümle münazara ederim ettim de bir ömür en çok da
ölümüne sevdiklerimin uğuruna umurumda da değilken mutluluk varsın bir rivayete eşlik etsin tutulan nutkum ötenazi yaptığım kadar dünümü ötemi berimi alıp da gidip gideceğimdir olan biten sadece kendimden ve işte kendimden kendime yaptığım yolculuğun da ucu bucağı yoktur hani en çok da hamim iken
hüzün teknem
gönül tekkem…