DEVLET AKLI
Akıl, yeryüzünde yaşayan canlılar arasında sadece insana bahşedilmiştir. Bu nedenle, Yüce
Allah insanlar için "eşref-i mahlûkat" demiştir. Çünkü insan, yaratıldığı günden bu güne çeşitli evrelerden geçerek ve akli seviyesini geliştirmeyi başararak bu günlere gelebilmiştir. İnsan aklının ve zekâsının gelişmesinde elbette Yüce Yaratan
doğal güçleri devreye sokarak insanların akıllarını işletmelerini ve
dünyayı kendileri için yaşanır hale getirmesini arzu etmiştir.
Peki ama devletin aklı ve dini nasıl olabilir?
Siyaset
dünyasında sürekli olarak “Devlet Aklı” sözünü işitiyoruz. Devlet dediğimiz yapı; toprak bütünlüğüne bağlı olarak siyasal bakımdan örgütlenmiş millet veya milletler topluluğunun oluşturduğu tüzel varlıktır. Devlet, siyasal bir birliktir. Bunun için her şeyden önce devleti kuran bireyler arasında kültürel bir birlik lazımdır.
Peki soyut bir kavram olan devletin dini olabilir mi?
Bu tartışmaların kökeni çok eskilere kadar uzanıyor. İslam dininin tebliğ edildiği Arap coğrafyasına baktığımızda kimine göre Hz. Ömer’e, kimine göre de Hz. Ali’ye şu sorunun sorulduğu ileri sürülür: “Devletin dini olur mu?” Verilen cevap; “devletin dini adalettir” olmuştur.
“Akıl” ve “din” insanlara özgü birer kavramdır. Soyut ama sosyal bir yapı olan devleti yönetenlerin yönetme tecrübelerinin ve kabiliyetlerinin olmasına “devlet aklı” denilmiştir. “Devletin dini” ise; devleti yönetecek olan siyasetçilerin adalet ile devleti yönetmesi anlamına geliyor. Bu bağlamda, devletin dini olmaz ama yönetenlerle yönetilenlerin dinleri olur.
Adalet kavramı, vicdani bir duygudur ve İslam dininin de önemle üzerinde durduğu bir husustur. Adalet terazisini hakça tutmayan savcılar-hâkimler ve bu adaletsizliği körükleyen, adaletsizlikten beslenen siyasi çevreler devlet nizamımın ve toplumunun çürümesine, çökmesine ve yıkılmasına sebep olurlar.
Her milletin devletleşme süreci vardır. Devletleşme süreci çok sancılı süreçlerdir. Savaşlar,
barışlar, işgaller, devletlerin yıkıl-masına ve yerine yeni devletlerin kurulmasına sebep olmuştur. Aynı
zamanda kavimler göçü de Roma gibi bir imparatorluğun yıkılmasına ve farklı milletlerin kendi aralarında yaptıkları
savaşlar sonrasında yeni devletlerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. İşte bu uzun devletleşme sürecinde görev alanlar, bir devletin nasıl yönetileceğini, nasıl ayakta kalması gerektiğini bir bayrak yarışı gibi nesiller boyu aktararak bu günlere gelmişlerdir.
Her devlet kendi toplumunun inanç, kültürel ve sosyolojisi üzerine sistemlerini kurarlar. Eski çağlara baktığımızda küçük bir ihmalin ya da öngörüsüzlüğün bir imparatorluğun ya da krallığın yıkımına sebep olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Bu sebeple modern devletler, geçmişten dersler çıkararak, tecrübelerini birleştirerek devleti yönetme konusunda en ehil olan siyasetçileri yönetimin başına getirirler. Modernleşme süreçlerinde yöneticiler demokratik yollarla halkın oylarıyla seçilerek gelmişlerdir ve bu uygulama halen devam etmektedir. Ancak bu yüzyılda
dünyanın pek çok ülkesinde demokrasiyi kullanarak iktidara gelip, totaliter/baskıcı/faşist rejimlerini ihdas eden yöneticileri de görüyoruz. Bu durum, demokrasinin istismar edilmesinden b
aşka bir şey değildir aslında.
Devlet aklı; geçmişin tecrübelerinden faydalanarak, değişen ve gelişen küresel gelişmelere de dikkat ederek devletin yönetilme becerisidir. Yönetime gelen siyasetçiler; deneyimli, ehliyetli, liyakatli, ahlaklı ve adil kadrolarla devleti ve milleti yönetirler-se başarılı olurlar. Bu ulvi değerlerde gevşeme söz konusu olduğunda devlette ve millette savurganlık, vurdumduymazlık ve ahlaksızlık baş gösterir ve bir millet devletiyle birlikte tarih sahnesinden ya silinir ya da bir b
aşka devletin içinde asimile olur.
Her milletin içinde kırılmaya sebep olabilecek fay hatları vardır. Türk milletinin de farklı fay hatları vardır elbet. Dış mihrakların kışkırtmasıyla her an harekete geçebilecek fay hatlarımız bana göre şunlardır: Dil/milliyet, din/mezhepler ve tarikatlardır. Devletimizi yöneten siyasetçiler ya da kurmay aklı, milletimizin bu fay hatları arasında herhangi bir ayırımcılığa yönelmemelidir. Milliyet, dil ve mezhep ayırımcılığını gördüğü yerde yok etmelidir. Kesinlikle bu yapıların örgütlenmesine izin vermemeli; devletin tüm hizmetleri her yurttaşa eşit olarak dağıtılmalı, devletin kapıları da her
vatandaşa açık olmalıdır. Bu durum; ülkemizde iç cephenin de sağlam olmasına katkı sağlayacaktır.
İstanbul Fatihi Sultan 2. Mehmet Han bakın neler söylüyor:
“Aklı öldürürsen ahlâk da ölür. Akıl ve ahlâk öldüğünde millet bölünür. Kadıyı satın aldığın gün adalet ölür. Adaleti öldürdüğün gün devlet de ölür” veciz ifadesiyle devlet yöneticilerine yol göstermiştir.