0
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
176
Okunma
Anlaşıldı ki hiçbir şey bilmiyoruz gerçeğe dair. Ne dünyanın tam geçmişine ne insanın ne de canlılığın ve yıldızlar alemine hakimiz. Hakim değiliz. Kısa bir özet gibi yaşantımız var dünyada. Ve artık yetmiyor bu ömür süresi. Olan olacak biraz belli… Olmuş hikaye masal, amma acı diyebiliyoruz lakin amma tatlı diyemiyoruz.
Tutturmuşlar bir Tanrı bir Allah, bir devlet bir millet halk insan hayvan bitki… Nedir ki tüm bunlar, ne ifade ediyor sonsuzluğun karşısında. Emin değiliz… Miras denilenler isterse 15 bin yıllık olsun isterse 20 bin yıllık ağaçlar hala fotosentez yapsın, ne fark ediyor. O böyle demiş, bu şöyle demiş, o aslında şunu kastetmiş, onlar aslında şöyleymiş, bizler böyleymiş, sizler öyleymiş… Nedir ki tüm bu dedikodular, yaşadığımızın kanıtı mı?
Takvimleme kime göre nasıl, zamanın bölünmesi niye, ne ifade edebilir ki sonsuzluğun karşısında. Sonsuzca bilinmeyen karşısında bilinenler yok hükmünde sanki.
Zeka, nasıl çalışır hala öğrenemedik? Felsefe dedikodu, dinler uydurma, medeniyet dediğimiz garip canlıların kurallar bütünü veya kuralsızlıklar. Eskilerin hayali yetmiyor, yenilerin hayali yetmiyor. Gerçek ise sonsuzca bir bilinmez.
Tavuk kümesi gibi mağaradan, kıl çadırlara, ahşap konaklardan, taş yapılara, betondan çelikten evlerimiz ne ki.
Çıkacaksa karşımıza Tanrı çıksın, inecekse gökten uzaylılar insin, neyi bekliyorlar ya hu? Dünya her nokta karesinden kaynayacak mı kaynasın, dağlar yerinden mi oynayacak oynasın, denizler mi tutuşacak tutuşsun, yani neyi bekliyorlar ya hu? Şaka gibi bir dünya.. Acısı kahrı 9999999 birim tatlısı sevinci 0,00000001. Yani değer mi onca ızdıraba- kahra?
Kuduz hayvanlardan farkı olmayan insanın her kafasından bin ses çıkıyor.
Hey Dünyevi, sakin ol evladım, sakinleş… Ne oldu atar giderlisin yine. Ciktir git lan deyyus, içimden durmadan bana seslenip duruyorsun, kaybol, kapa çeneni, kes soluğunu, öl.
Baykuş havalandı, daldı dereye tuttu bir balık, parçaladı geçti. Bitkinin kökleri tecavüz eder gibi toprağa, imüğünü kuruttu. O renk bu renk, o şekil bu şekil… Offf üleyn…
Tutun Tanrıyı bağlayın yatırın falakaya… Madem yaratmayı ve yaşatmayı eksik biliyor, ne diye kendine Tanrı diyor, daha doğrusu gerçekten ismi Tanrı mı, Allah mı, Ra mı, Göktegri mi, Ahura Mazda mı, İştar mı, Enlil Enki mi? Kim demiş bize insan diye? Kim demiş burası Dünyaymış, Güneş Sistemindeymişiz, bu galaksi Samanyolu, ötedeki Andromeda galaksisiymiş, Sirus şuymuş, Orion şunlarmış… Yok protein vitamin amino asit… Yok atar damar, toplar damar, göz kulak burun ayak diz kemik….
Ulan bıraksanıza beni, siz kimsiniz, ulan şimdi gösteririm size… Kapa çeneni insancık, Tanrı seni getirmemizi emretti. Ne yani şimdi Tanrıya mı gidiyoruz..
Tiyatro sahnesinin çatısından sarkıtılan gözle görülmeyen misinadan ince lakin çelikten kuvvetli iplerle sahneyi terkedenler;
Melek x
Melek y
İnsan Y.
Perde kapanır.
Alkışlar alkışlar…. Alkışlanarak kayboldu gitti biri daha…
Robotlar kendi iradelerini geliştirdikten sonra tüm dünyada hakim güç oldular, insanları; insanların hayvan ve bitkilerden faydalandıkları gibi bir çaresizliğe mahkum ettiler.
Kalan son insanların çoğu insan bahçelerinde, sesi güzel olanlar kuş kafeslerine konuldu, dişi sivri olanlar kapı önlerine bağlandılar.
Nereden geldiği belli olmayan bir taş dünyaya çarptı ve robotlarla dünya birlikte kaybolup gittiler.
Bir varmış bir yokmuş… Ne sıfırın ne de sonsuzun bildiği hiçbir şey yok.
Profesör yarım asır sonu sınavında sorduğu yukarıdaki metnin ana konusu nedir, hangi zaman diliminde yazılmıştır, metnin yazıldığı dönemde hangi türler dünyaya hakim olmuştur.
Profun son sorusu ise kısadır.
Olup olduramayan, ölüp öldüremeyen şeyin ismi nedir?