- 58 Okunma
- 0 Yorum
- 2 Beğeni
İKİ GÜNLÜK DÜNYA
Acil Servis’in kantininden poğaçayla çay almış, oturma yerine ilerliyorum. Birkaç adım ötede esen ölümün soğuk rüzgârı ikide bir açılıp kapanan kapıdan içeri girerken; bu bekleme salonunda sert bir barikata tosluyor sanki. Birden kesiliyor akış… bir şeylere dokunup karışıyor onlarla; o kendi olmaktan çıkmış, başkalaşmış hâliyle süzülüp geliyor ta buraya. Hayatın sıcağı kaçmış gibi içine…
Çünkü az önce öte yandaydım ben. Kapının ardındaki; ölümün nefesinin kol gezdiği o koridorda… Koridorun iki yanında sıralı odalardan birindeki canımdan bir parça o insanın şimdiden çok uzaklara uçmuş bir yanıyla eksik kaldığı bedeninde o sıcacık, müşfik kadını yeniden bulmak için zorluyordum kendimi.
Serum takmışlardı, baygın yatıyordu. Bir iz arayıp durdum kendimden, yüzünde. Gözleri açıkken mutlaka orada bulurdum kendimi bir şekilde çünkü. Şimdi zerrem bile olmayan o güzelim yüzde uçsuz bucaksız bir boşluk vardı sadece. Ama yine de benden tam olarak da alamamıştı onu o boşluk; bir yanını hâlâ aşina bırakan sıcaklığını yüzüme yüzüme üflüyordu, içerilerde bir yerinde benim orada olduğumu bilen bir yanı.
Orada daha fazla kalmamam gerektiğini söyledi birileri. Acil Sevis’teydik sonuçta, oyun oynamıyorduk. Bekleme salonuna doğru ilerledim, ayaklarım geri geri gitse de.
İşte oraya girdiğimde fark ettim; kapının iki yanı arasındaki kaynaşmayı. Orada bekleyen insanların yüzlerinde başka yerlerde karşılaştıklarımkinde olmayan bir şey; o ‘ölümlü dünya’ ifadesi bu kadar bir kılıyordu belki de, ölümle insan sıcağını.
“İki günlük dünya… Biz de o kapının ardındakiler gibi ölümle kol kola gezmeyecek miyiz günün birinde?!.. O kapıdan sağ salim çıkıp çıkmamamız aynı oranda iki seçenekten biri olmayacak mı bizim de?” diyen o yüzlerin sahipleri yerlerinde oturmuş, belki hiç olmadığı kadar sabırla bekliyorlardı sevdikleri insanların güzel haberlerini.
Çayımı, poğaçamı alıp boş yerlerden birine doğru ilerledim, çok yakından tanıdığım insanlarla dolu bir yerdeymişim gibi içim sıcacık bir duyguyla dolup taşarak…
Onlardan birine herhangi bir şey diyebilirdim şu anda. “Ne güzel atkınız…” derdim mesela… Ya da “Çok soğuk hava bugün, değil mi?”
Gözlerimizde hayatın anlamına ilişkin bambaşka bir sohbetin derinden derine sürdüğünü bilmenin rahatlığıyla en sıradan, en basit kelimeleri bile art arda dizebilirdim onlara.
Her şeyin “ölüm var” dediği böyle bir yerde anlamsız kaçmayacak kadar önemliydi çünkü her bir kelime ve diğer her şey de… İçinde hayata dair bir şey varsa, fazla fazla yeterdi o şeyi baştan ayağa anlama boğmaya…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.