VUSLATI YİTİK MEKTUPLAR (2)
Vuslatı Yitik Mektuplar (2)
Can Özüm,
Leylak Kokulum,
Yalnızlar rıhtımı evime vardığımda akşam olmuştu ama hava henüz kararmamıştı. Sokak lambaları yakılmıştı karanlık çökmeden. Sanırım elektrik idaresinin ağaları tepedekiler gibi itibardan ödün vermemek (!) adına erkenden sokak lambalarının düğmesine basmışlardı ama bunun faturası yine köylülerimize ikram edilecekti. Bu israf hoş olmasa da her gün aynı değişmeyen durumlardı. Nasılsa sesi soluğu çıkmayan, haksızlıklar karşısında suskuna dönen köylülere acıyan mı vardı? Biri sesini yükseltse işitmediği azar, küfür kalmıyordu. Ben bile kaç kez olumsuzlukları dile getirdiğimde şom ağızlar bana uzun yıllar yaşadığım ülkeme geri gitmem gerektiğini sıkılmadan, utanmadan söylemişlerdi. Buralar sanki sadece kendilerine aitmiş gibi tavır takınmaları canımı çok acıtmıştı. Sana da kaç kez demiştim buradaki olumsuzlukları.
Mesela; bir köyde üç adet caminin bulunması ve merkez camisi dedikleri köyün ortasındaki ibadethaneye bir saf bile olmazken, diğer iki camide toplam on kişi namaz kılan yokken devletin üç hocaya ödedikleri maaşı artık sen düşün! Sonra her minareye üç hopörler konmuşken, yetmezmiş gibi iki caminin minarelerine saymadım ama eminim 12, 16 adet hopörler konulmuş köylüler sağır yerine konularak! . Bunlar yetmiyormuş gibi bir de imam efendiler sesi sonuna kadar açarak yaşlı insanları, hastaları, bebekleri, çocukları korkuturcasına bağıra bağıra ezan okumaları... Bunu da yeterli bulmamış olacaklar ki; köy muhtarlığının duyurularını anında köyün geneline bildirmek için mesafelere göre elektrik direklere yerleştirilen hopörlere verilen ezan sesinin sonuna kadar açılmasınında insanları çok rahatsız ettiğini kaç kişiden duymuştum. Kendimde bu durumdan rahatsız olduğumu kahvede sohbet ettiğim arkadaşlara anlattığımda çok kişi aynı duygularda olduğunu öğrenmişdim ama kimse de cesaretini göstererek gerekli mercilere bunu dile getiremediler. Demem o ki; insanımız her konuda pısırıklaştırılmış, itiraz etme şansını yitirmişler gibi. Belki de itiraz ettiklerinde ’’dinsizler, imansızlar, kafirler, teröristler’’ damgası yiyeceklerinden de korkmuş olabilirlerdi.
Can özüm,
Artık bu durumlara istemeye istemeye alıştım. Köyün gelişmesi için dernek kurma çalışmalarım vardı. Tüzüğünü hazırlamıştım ama baktım insanımızda yılgınlık var, vaz geçtim. Sonra toplumcu olan duygularımı azar azar körelttim. Senin de bildiğin üzere anılar,, öyküler, makaleler yazıyor ve yarım kalan romanlarımı tamamlamaya çalışıyorum. Şiirlerimi aralıksız yazmaya devam ediyorum. Şiir kanıma işlemiş, yüreğime kazınmış. Yazmadan duramıyorum ki!..
Zaman zaman başka şehirlere edebiyat etkinliklerine gidiyorum. Geçtiğimiz Haziran’ın ilk haftasında ülkemizden 45 şair ve yazar arkadaşlarımla uçakla Ankara’dan Kırgızistan’a gittik. Adana’da kurulu ÇED (Çukurova Edebiyatçılar Derneği) öncülüğünde Türk Dünyası Şiir, Müzik, Sanat etkinliğine davetliydik. Başkanımız, Değerli şahsiyet, gazeteci, yazar, şair Halise Tekbaş başkanımızın yoğun gayretleri ile hayal ettiğimiz yerleri görmemize vesile oldu. Gençliğimden beri hayallerini kurduğum Turan ülkesine varmamın hazzını yaşadım.
Kırgızistan’da dopdolu yedi gün kaldık. Bu süre zarfında neler görmedik, yaşamadık ki... Toplantımızı Kırgızistan Cumhurbaşkanı genel sekreteri, milletvekilleri ve iki bakanları ile açtık. Türk dünyasından bir çok yazar, şair ve ressamlar, müzisyenler katıldı. Ben hiç bir zaman böyle güzel bir etkinlik yaşamamıştım. Bizleri öyle güzel ağırladılar ki devlet düzeyinde; şaşkınlığımı uzun süre üzerimden atamadım.
Dünyaca ünlü, ödüller almış Türk dünyasının kıymetli romancılarından Cengiz Aymatov’un hocasının yaşadığı evini gezdirdiler. Binlerce kitapları ve kendi yazdığı eserleri gördüm. İmrenmemek elde değil! Evi muhteşem hazırlanmış. Türklüğün vücut bulduğu müzeleri tek tek gezdirdiler. Türklüğün on binlerce ötesinin izlerine şahit olduk! Geleneksel hale gelmiş Karakol şehrinin pazarlarını, dağların arasında oluşturulmuş yaylalara konuk ettiler. Yaylalarda bizim için on iki adet kestirilen kurbanların ikramı ve müzik şölenlerimiz nasıl coşkuluydu, anlatmam kitaplara sığmaz!
Atsız atanın romanlarına konu olan o meşhur Isık gölü ve hayallerimin süsü Tanrı dağlarını görmenin bahtiyarlığına ermiştim. Issık gölüne girerek beş bin yıl öncesinin tarihi yaşadım adeta. Issık gölünün ince kumundan hatıra olarak yanıma aldım. Belki bir daha görürüm, göremem! Muhteşem parkları gözlerimi kamaştırdı. Bişkek’de gece yolculuğuna çıktık bir grup arkadaşlarla. Cumhurbaşkanının köşkünü ziyaret ettik. Ülkenin her yerinden su fışkırıyordu. Gök Tengri’nin bereketi fışkırıyordu her köşesinden. O kadar güzel ve temiz ülke ki; orada kalasım geldi. Dertlerden, gamlardan uzak eden bir ülke Kırgızistan!..
Seni yanımda çok görmek istemiştim her dakikamda. Kaldığımız otelin toplantı salonunda akşamları şiir etkinliğinde orada, otel odamda yazdığım Kırgızistan şiirimi dile getirdim. Türklüğün beşiği olarak gördüğüm Kırgızistan’ın ötesinde kan ağlayan Doğu Türkistanlı soydaşlarımın katliam çığlıklarını duyar gibi olmuştum. Sanki bir adım ötemdeydiler. Tengri dağlarının ardından, Ötüken yaylaklarından haykırışları kulaklarımda çınlar gibiydi! İçim kan ağladı onları andıkça. Kendi kendime ’’ Yazıklar olsun bize. Kaç Türk ülkesiyiz, onlara yâr olmadık! Milyonlara insanımız yok edildi, ocakları söndürüldü, kocaman ülkeleri işgale uğradı. Türk dünyası tez zamanda birleşik devletler topluluğunu kurmalı ve Çin denen belayı başından def etmeli!’’ desem de; halen uykudan uyanamadık, 500 milyonluk Türk dünyası kırk Kürşad olamadı!
Yeni inşaa edilen minnacık camilerinin mimarisi o kadar hoşuma gitti ki; hepsinde de ayrı güzellik nakşedilmiş. Otele yakın büyükçe yapılmış bir camiye gittim. İlk okul çocukları hocalarının dizinin dibinde kuran okuduklarını görünce gözlerim doldu. Müsaade isteyerek içeri girdim, caminin muhteşem iç yapısının fotoğraflarını çektim. Bahçesinde genç biri ile tanıştım. Türkiye’den geldiğimi söyleyince bana sıkı sıkı sarılarak ’’öz gardaşım’’ diyerek gözlerinden yaşların süzüldüğünü gördüm. Bu hâl asırların özlemiydi ikimiz içinde. Uzun uzun sohbet ettik zar zor anlaşabilsek de. Gönüller Türklük için atınca bakışlarımız bile yetiyor anlaşılmaya.
Kırgızistan her ne kadar bağımsız olsa da eskiden kalmışları kolay kolay silememiş. Issık gölünün parkına diktikleri Lenin devrimcisinin heykeli halen duruyordu. Belki geçmişin bir anısı olarak tutuyorlardı. Lenin’le de kısa sohbetimiz oldu. Kendisine ülkücü olduğumu söylediğimde gülümsedi. Bende karşısına geçerek Türklüğün sembolü bozkurt selamı verdim. Bu selamımdan hoşlandı mı bilmiyorum ama yüzünde kızarıklık, utangaçlık, pişmanlık duygusu hissettim. Sanki ’’ Türklere çok zulümler, katliamlar yaptık. Yurtlarından ettik onları. Yurtlarını yakıp yıktık. Pişmanız, affedin bizi’’ der gibiydi. Bende ona ’’Öbür dünyada hesaplaşacağız. Eşitlik diye geldiniz, sadece Türklere zalim, gaddar oldunuz. Sonunda da paramparça oldunuz. Neden? Çünkü mazlum Türklerin gazabına uğradınız!’’ diyebildim.
Bir gün mutlaka seni oralara götüreceğim. O cennet yurdu görmelisin. Kırgızistan’dan ayrılırken kalbimden bir parça kopararak oraya bıraktım. Oradan ayrılmak o kadar zordu ki, anlatamam! Polislerin eşliğinde hava alanına geldiğimizde her birimizin gözleri dolu doluydu. Bizi uğurlamaya gelen bazı görevliler görsen nasıl üzgünlerdi. Uçağımız havalanırken ’’ Elveda güzel yurdum’’ diyerek son bakışlarım donup kaldı karlı dağlar üzerinde...
Leylak Kokulum,
Güncel anılarımı seninle de paylaşmak mutluluk veriyor bana. Ama etkinliklere birlikte gitmenin tadı tabi ki bambaşka. Yurdumuzun değişik yörelerine, şehirlerine de gidiyorum davet oldukça. Denizli’de muhteşem şiir ve müzik etkinliği olmuştu. Orada çok kıymetli şair arkadaşlarımı tanıma fırsatım oldu. Üç gün boyunca bizi Pamuk kalenin her yerini adım adım gezdirdiler. Mihmandarımız değerli şairlerimizden Denizli’li Sadık Dağdeviren. Yani namı değer AŞIK LÜZÜMSUZ. Tarihi derin bilgisi ile bizleri yüz yılların atmosferine götürdü. Şimdiye kadar yirmiden fazla şiir ve romanları yayınlanan Denizli Şairler birliğinde görevli usta şairlerimizden Ali Tuluk, Etkinliğin öncülerinden şair ve yazar Fatma Özger Bilgiç kardeşimiz üç gün boyunca şair ve yazarlarımızın kahırlarını çektiler. O kadar güzel bir etkinlikti ki; kıskanmamak elde değildi. İncir altı şairler otağında demli çayların eşliğinde şiirler okuduk. Akşamlarıda bize ayrılan salonda. Denizli belediye başkanımızın kadirşinaslığı, konukseverliği nasıl mutlu etti bizleri. Etkinlikler adeta gül bahçesine dönüşüyor. Şair ve yazar arkadaşlarımızın birbirlerine eserlerini ikram edişi ayrı bir güzellik veriyordu bizlere.
Denizli şiir ve müzik etkinliğimizde Antalya’dan roman ve şiir yazan sevecen bir arkadaşımızı tanımıştım. herkese kardeşlik duygularla bakan, muhabbetler kuran, konuştukça etrafına gülücükler savuran arkadaşımızı geçtiğimiz aylarda yakalandığı amansız hastalıktan kurtarılamayarak vefat etmesi hepimizi derinden üzmüştü. Yalan dünya dediğimiz mekanda bugün varsak, yarın olmayabiliyoruz. Sevgi dilini bırakmamanın şart olduğunu gösterdi bize. İki günlük dünyamızda nedense birbirimizin kalbini kırıyor, yaşamımıza zehir katıyoruz. Ne gereği var ki?
Can Özüm,
İçimde birikenleri yazdıkça sana içim açılıyor, yalnızlığımın sancılarını dindiriyorum. Seninle yaşadıklarımı paylaşmak ömrüme ömür katıyor, biliyor musun? Bahçemde açan mavi güllerin, papatyaların, mor zambakların kokuları yokluğunun özlemini bir nebzede olsa gideriyor. Zaman zaman bana yazdığın şiirsel mektuplarını okuyorum. Ne kadar zengin kelime dağarcığın var senin. Şiirlerin o kadar derin anlamlar ifade eden kelimeler kullanıyorsun ki, okuyanlar kendinden bir şeyler buluyor. Umarım şiirlerin nesiller boyu ses getirecek kitaplara dönüşür.
Canım,
Yemeğimi pişirdim. Bizim buranın sevilen yemeklerinden et sulu bulgur pilavı yaptım. Çok severim. Yanına da çoban salatası, ardından dün akşam yaptığım sütlaç. Kendime nefis bir ziyafet çektim. Kedilerimi de doyurdum ama Menekşemle, Bulut çok nazlandı. Kürşat, Ülkü, Mavi Gül, Oğuz, Nazlı ve diğerleri homidim gırtlak götürdüler nazlanmadan. Bunlar görmeden gizlice istavrit balığından verdim Menekşe ile Bulut’a. Diğerleri bir görselerdi çalımlarından geçilmezi. Artık çayımda demlendi. Pencere kenarına oturup pırıl pırıl gökyüzündeki yıldızları, ay’ı izleyeceğim çayımı yudumlarken. Şiir yazarsam gelecek mektuba koyarım.
Satırlarıma istemeyerek elveda derken ak anlından öper, sırma saçlarını özlemle koklarım yüreğimin tatlı sancısı.
Allah’a emanet ol.
Devam edecek...
Zafer Direniş
...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.