- 43 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İstanbul Halleri (Onbin Liraya Kiralık Daire )
Gözlerimi yatakta tavana dikmiş, Pazar günü tembelliğinin o eşsiz keyfini çıkarıyordum. Ah, Pazar... Haftanın en huzurlu günü! Ne alarm var ne de koşturmaca. Sanki dünya yavaşlıyor ve sadece sana "Hadi biraz daha yayıl" diyor. Seni yataktan çıkmaya zorlayacak bir sebep de yok. Tam bu düşüncelerle gülümseyerek keyif yaparken birden...
Kapının zili çalmaya başladı.
"Yok, hiç gerek yok Burak, bozma keyfini. Kesin biri anket yapmaya gelmiştir ya da yanlış zil basıyorlardır," diye düşündüm. Beklediğim bir akraba yok, dost da yok. Komşular zaten Pazar günleri rahatsız etmez, bilirler senin keyif günün olduğunu. "Çalar çalar, gider kimse yok evde," dedim kendi kendime.
Ama bu zilci kararlı çıktı. 10 saniye, 30 saniye, 1 dakika... Yok artık kardeşim, neyin peşindesin? Bu kadar da ısrar edilmez ki! "Evde değilim işte, git kapıma başka bir gün gel," diye bağırmak istedim ama kimseye sesimi duyurmayacak kadar tembelim.
Derken ikinci bir ısrar dalgası başladı.
İçimden "Tamam, peki, kalkıyorum!" diye söylenerek yataktan çıkmaya hazırlandım. Yine de bir umut, belki kapıyı çalmayı bırakır diye düşündüm. Ama nerdeee! Daha da hızlanarak çalmaya devam ediyordu.
Artık yataktan kalkmak bir zorunluluk haline gelmişti... Pazar keyfim fena halde baltalanmıştı.
Esneye esneye, üzerimdeki sabahlıkla kapıyı açtım. Daha gözlerim tam açılmamış, ayaklarım hala yatağa dönmek için geri geri gidiyordu. Ama işte karşımda yan komşum Ahmet Abi, yüzünde tuhaf bir heyecanla dikilmişti.
"Hadi, hadi çabuk üstünü giyin, gidiyoruz!" dedi nefes nefese.
Bir an durup saate baktım.
"Abi, saat daha 8. Ayrıca günlerden Pazar!" dedim.
Sonra uzun bir tirada başladım: "Pazar yani... Bütün hafta çalışan insanların dinlenme günü, kahvaltı keyfi günü, televizyon günü, üstelik bak karda yağmaya başladı. Battaniyeye sarılıp film izleme günü , nereye gidiyoruz ya!"
Ama Ahmet Abi hiç oralı değil. Daha da heyecanlanmıştı.
"Ya hadi giyin, kiralık daire buldum! Hem de rezidansta! Kirayı duyunca şok olacaksın, 10 bin TL. Vallahi de billahi de 10 bin TL!" dedi, gözlerini kocaman açarak.
Ahmet Abi’yi bir süzdüm, uykulu beynimle söylediklerini sindirmeye çalışıyordum.
"Abi," dedim, "bu zamanda kömürlük kiralamıyorlar o paraya. İşletiyor olmasınlar seni? Bir üçkağıt kokusu alıyorum bu işten."
Ama Ahmet Abi kesin bir dille konuştu:
"Yok, yok! Emlakçı bizi bekliyor.Daireyi gösterecek, bir sıkıntı yok. Hadi üstünü giyin, vakit kaybetmeyelim!"
Bu sözlerin üstüne direnmek nafileydi. Ahmet Abi’nin hevesini kırmak istemedim. İçimden bir "Hay Allah, battaniyeme veda" diye söylenerek, sabahlığı çıkartıp üzerime kalın bir şeyler geçirmeye başladım.
Ahmet Abi, kira fiyatlarının uçtuğu bir şehirde, emekli maaşıyla zor geçinen eski bir öğretmendi. Dört yıl önce eşini bir trafik kazasında kaybetmiş, bu kayıptan sonra iyice içine kapanmıştı. Yan komşusu olduğum beş yıl içinde bana karşı çok sıcak bir bağ kurmuş, beni adeta oğlu gibi görmeye başlamıştı. Ancak bu sıcak komşuluk ilişkisi, onun hayatındaki zorlukları ne yazık ki çözmüyordu.
Oturduğu dairenin sahibi, daireyi kendisi kullanmak istediği için Ahmet Abi’ye tahliye ihtarı göndermişti. Şehirdeki kira fiyatları ise hayal sınırlarını zorluyordu.
Bir balkonlu daire? Aylık 25 bin lira.
Bir bodrum katı? En az 15 bin lira.
Ahmet Abi’nin bütçesi mi? Sadece 8 bin lira.
Bu bütçeyle düzgün bir ev bulmak, neredeyse imkânsızdı. O yüzden artık ne zemin katı, ne eski daire fark etmeksizin her türlü seçeneği değerlendirmeye hazırdı.
Yarım saatlik bir yolculuğun ardından Beşiktaş’ta, devasa bir apartmanın önünde durduk. Kapının önünde bizi bekleyen adam, hafifçe başını eğerek selam verdi. “Daire için değil mi?” diye sordu. Ahmet Abi büyük bir heyecanla “Evet, daire için,” dedi. Kısa bir selamlaşma faslından sonra, emlakçı “Hadi, daireyi göstereyim,” diyerek bizi içeri davet etti.
Hep birlikte apartmanın içine girdik ve görkemli asansöre bindik. Ahmet Abi heyecandan ışıldayan gözlerle etrafa bakınıyor, bense içimde büyüyen şüpheyle onun gözlerine bakarak kaşlarımı yukarı kaldırıp sanki “Bu apartmanda 10000 liraya oda bile vermezler,” der gibi bir ifade takındım. Emlakçı hiçbir şey fark etmeden en alttaki “Garaj” düğmesine bastı. Ahmet Abi kaşlarını çatarak, hafifçe eğilip kulağıma “Garaj mı? Biz eve bakmaya geldik,” diye fısıldadı. Emlakçı, duyup duymamazlıktan gelerek rahat bir tavırla, “Evet, biraz aşağıda,” dedi.
Asansör yavaşça yerin altına inmeye başladı. Kat numaraları geçerken, Ahmet Abi’nin gözlerindeki heyecan yerini şaşkınlığa bırakıyordu. “Evin garajda ne işi var ki?” diye kendi kendine mırıldandı. Ben ise bu garip durum karşısında sabırsızlanmaya başlamıştım.
“Az kaldı, merak etmeyin,” dedi emlakçı. Asansör sonunda durdu ve kapılar açıldığında karşımızda garaj zemininden aşağıya doğru uzanan dar bir merdiven belirdi.
Ahmet Abi, bu defa gerçekten şüphelenerek, “Burası daire mi? Yoksa yeraltı sığınağı mı?” dedi. Emlakçı, “Yok yok, harika bir fırsat bu. Gelin, görünce çok şaşıracaksınız,” diyerek merdivenlerden aşağı inmeye başladı. Ahmet Abi ve ben birbirimize bakıp çaresizce onu takip ettik.
Merdivenler bitip kapı açıldığında, karşımıza çıkan manzara bir filmin setinden fırlamış gibiydi: Tavanı oldukça alçak, penceresiz, ama duvarlarına parlak LED ışıklar döşenmiş bir alan. İçeride, bir televizyon ve birkaç mobilya vardı. Emlakçı, yüzünde büyük bir gururla, “İşte burası! Modern bir yeraltı dairesi! Bu fiyata Beşiktaş’ta böyle bir yer bulamazsınız!” dedi.
Ahmet Abi bir süre sessizce odanın etrafında döndü. Tavana baktı. Yere baktı. Sonra derin bir iç çekerek:
“Bu yer... şey... bomba atıldıktan sonra hayatta kalmak için mi tasarlandı?”
Emlakçı ise gayet ciddiydi:
“Abi, havalandırma sistemi var, tamamen sessiz. Bakın, ne komşu rahatsız eder ne üst kattan ses gelir. Huzur içinde oturursunuz.”
Ahmet Abi derin bir nefes alıp tekrar sordu:
“Peki, pencereler nerede?”
Emlakçı gülerek cevap verdi:
“Abi, yerin altındayız. Pencereye gerek yok. Ayrıca yazın serin olur!”
Ben artık dayanamadım ve kahkahayı bastım. Ahmet Abi’nin yüzü ise kızarmaya başlamıştı. Sonunda dayanamadı ve emlakçıya çıkıştı:
“Ev dediğin gökyüzü görür kardeşim! Bu bildiğin lahit!”
Emlakçı hemen toparladı:
“Abi, bakın bu fiyatlar kaçmaz. Şimdi tutmazsanız, yarın bir başkası gelir alır.”
Ahmet Abi’nin yüzünde derin bir çaresizlik belirdi. Emlakçıya "evet" diyeceğini hemen anlamıştım. Gözlerini yere dikmiş, kafasında bu tuhaf yeraltı dairesini kabullenmeye çalışıyordu. Belki de başka çare kalmadığını düşünüyordu.
Aslında emlakçı da haksız sayılmazdı. Bu fiyata İstanbulda bir daire bulmak gerçekten de imkansıza yakındı. Ama burası daire değil, bildiğin yerin altına sıkıştırılmış bir kutuydu.
Ahmet Abi’nin iç çekişleri bile "Burda oturulur mu?" der gibiydi. Ama çaresizlik bazen insanı, en absürt çözümlere bile razı edebiliyordu.
Tam Ahmet Abi "Tamam " diye mırıldanacakken, dayanamadım:
"Abi, tamam belki uygun fiyatlı ama doktor sana bol bol güneş görmelisin demedi mi ? Gel buradan çıkalım. Başka bir çözüm buluruz."
Ahmet Abi bir süre cevap vermedi. Daireyi kabul etmek istemediğini biliyordum ama çaresizlik onu sıkıştırmıştı. Birlikte sessizce garajdan yukarı çıktık, apartmandan çıktığımızda hava soğumuş, kar ince ince yağmaya başlamıştı.
Geri dönüş yolunda Ahmet Abi neredeyse hiç konuşmadı. Gözleri, elleri dizlerinde, düşüncelere dalmış gibiydi. Sessizliğin ağırlığını hissettim ve içimden bir çözüm bulma dürtüsüyle döndüm ona:
"Ahmet Abi, bak... Benim şu kullanmadığım oda var ya, geçici olarak oraya yerleşsen? Bir yer bulana kadar. Hem sen şahane yemek yapıyorsun, bense mutfakta iki yumurta bile kırmayı beceremem. Karşılıklı destek oluruz."
Sözlerimin samimiyetini anlamıştı. Ahmet Abi başını hafifçe salladı, ama camdan dışarı bakmaya devam etti.
"Olur," dedi alçak bir sesle.
Ancak sağ eliyle fark ettirmemeye çalışarak gözünden süzülen birkaç damla yaşı sildiğini gördüm.
O an kalbim sıkıştı. Ahmet Abi, yılların öğretmeni, ayakta durmaya çalışan bir emekli, her şeyini kaybetmenin eşiğinde hissettiği için gözyaşı döküyordu.
Onu utandırmamak için konuyu değiştirdim:
"Bu arada abi, senin o efsane kuru fasulyeni özledim. Yarın akşam yapar mıyız?"
Ahmet Abi, bir an için dudaklarının köşesinde bir gülümseme belirdi ve gözlerini kırpıştırarak bana baktı.
"Yaparız," dedi, sesi biraz daha güçlüydü bu kez.
Eve vardığımızda, hayatın yüklerini biraz olsun hafifletebildiğimizi hissettim. En azından şimdilik...
Hakan Göktel 05/01/2025
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.