- 285 Okunma
- 4 Yorum
- 4 Beğeni
BİR SORU BİN CEVAP
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Ölümün ansızın gelişini çağrıştıran bir fon önerisi: Moayad Alijabal, LE REVE.
Hangimiz yalnız bir tablonun altın varaklı çerçevesinden yansıyan suretlere,
Göz ucuyla bakabildik?
Hangi cümle parıldadı karanlığın kollarında?
Ve siz hangisine gökte parlayan zühre diyebildiniz?
Hangi ses beni yaşatın diye yalvardı sizlere?
Kaç çocuk annesiz gecelerin soğuk düşlerine sarılıp uyudu?
Gören gözler suskun duyanlar sessizdi…
Koridorda yankılanan cılız bir ses, adeta sanki bir fısıltı,
Oysa duyulan, duvarları titreten koca bir gürültü!
Sessizliğin çarmıhında büyüyen acıların sureti de böyle mi yansıyordu kalplere,
Acı yüreklerde dolaşan bir yankı mıydı?
Acı teninizde uyuşurken yalnızlığın sarmaşıkları dolandı mı hiç boğazınıza? Sorular soruyorum yerdekilere, göktekilere, yıldızlara, güneşe, aya… Deli demeyin bana, zira arıyorum…İçimden bağırıyorum ancak bulamıyorum nedenlerin esrarını… Bir fikir dolanıyor saçlarımın uçlarında, buldum işte beni ,benden gidenleri, bana gelenleri diyorum ve sonra yine yanılıyorum… Yankılanıyor sanki çağrılar beynimde, gelmek istiyorum esir kaldığım çağın şehrinden ,yaşadığınız günün güneşine, ancak gelemiyorum…Kayıplar silsilesinde bir yolcuyum, yolumu arıyorum…Bir zaman hatırasında, susan herkese inat, ahşap çerçeveli fotoğrafa bakıyorum ve bu da kim diye soruyorum…
Ölüm bütün soruların cevabı mıydı yoksa?
Ondan dolayı mı sessiz kalırdı ölüler?
Akçaağaç yaprağına yazılı olan isimler
Siz misiniz bize yol gösterecek olan kişiler…?
Bazen bir mum alevi cevaplıyor sorularımı ve ancak o zaman anlıyor, saatlerce izah edilen cümleleri, zihnim… Sonbahar geldiğinde ölümün kokusu siniyor burnuma, işte o zaman daha bir çoğalıyor sorular ve kaçışıyor cevaplar…Dehlizlere saklı kitaplarda, gün doğumunda gecenin ortasında arıyorum…Derin bir okyanus, küçük bir sandalda cam fanusun içinde dalgalar savuruyor ,çatladı çatlayacak ve bir rıhtım arıyor… Sığamıyor karanlığın kucağına, yakıştıramıyor aydınlığı bulunduğu hizaya , sığınıyor hızlıca alınıp verilen tüm nefeslere…Zira ölüm her yerde…
Parmakları kınalı bir kız çocuğu dolaşıyor zihnimin yeşillenen tepelerinde, sarı saçları dağınık, iri gözlerine düşen kekremsi bir yalnızlık…Sırtında nakışlı mavi bir yelek, saçlarına konan pembe bir kelebek ve beyaz eteği uzanıyor beline dek …Güneşe bakmaya çalışan kısık gözlerindeki pırıltı annesinden yadigar, tıpkı anlamı anlamaya çalışan ruhundaki izler gibi…Elinde kırmızı bir gelincik soldu solacak, ara ara kokluyor sanki yaşam ibaresi ararcasına… Ağaçları izliyor ve rüzgar saçlarını okşuyor, gözlerinde beliren dalgınlık ,zihninde hüküm süren sayısız cevaba talip birkaç soru…Kırmızı gelinciklere şarkı söylerken mavi göğün altındaki küçük kız, sessizliğe bir soru daha soruldu, bir kalp daha yolunu çizmeye yemin ederken bir çift göz daha gözyaşı ile boyanıverdi…Hükümler okundu, sayfalar çevrildi bilinmezliğe talip olan sorular silindi zihinlerden ve herkes sessizliğe gömüldü. Çünkü bazı soruların cevabı ya henüz belli değildi veya yeryüzünde belirmedi…
Bir şiir yazıldı ölüme,
Bir kadın veyahut bir adam okudu sessizce,
Susmak dedi ölümün en ağır yanı,
Susmanın elem verici azabı,
Boynumda zehirli bir sarmaşığın dikenli tarafı,
Uzanıyor dualarımı sakladığım avuçlarıma dek…
Kanayan her bir damla yeşertiyor cevaplarımı,
Kanadıkça avuçlarım diriliyor ruhumdaki yekpare.
Bağırıyor sorular,
Duyun beni ey insanın karanlığı!
Ölüm bir gölge cevapların peşinde,
Sessizce ilerliyor gölge gölge,
Susmak vicdana yapışan kara bir leke,
Dağıtıyor gökteki siyah yağmurları,
Ve karışıyor ölülerin ahına yağmur damlaları…
ZEYNEP SENA DOĞANTEKİN
YORUMLAR
“Hayatta en büyük kayıp ölüm değildir.
En büyük kayıp, biz yaşarken içimizdeki bir şeyin ölmesidir."
Filizlenmek için bahar olmalı insan. Eskiyi öldürerek gömmeli, yeniden hayata başlamayı bilmeli insan. Doğa en büyük rençber.
Ahlaklı olduktan sonra ölümden niye korksun ki insan.
Sonun başlangıcı tam da orası