- 140 Okunma
- 0 Yorum
- 3 Beğeni
KADINA ŞİDDET (ÖYKÜ)
Hayatın bir hurafeden ibaret olduğunu biliyordu aslında hükmetmekle filan ilgili de değildi sadece duvarlardaki ayak izlerini takip edip en üst kata çıkmak istiyordu hani melaikelerin pür neşe coşkusuna tanık olduğu o çatı katı; hani kuşların ölü yavrularını gömüp de kuş mezarlarına ekmek kırıntıları bırakmayı ihmal etmediği.
Bir reçete idi her cümle; refüze edilse bile sevgisinden taviz vermediği.
Hangi mübarek isyanda saklıydı gerçekler ya da mübarek miydi isyanların telaffuz edildiği satır aralıkları yoksa muteber bir yok oluş muydu her hicaz makamı yoksa hicran makamı mıydı zamanla insanların alıp veremediği?
Şimdi kuşkanatlarında dünyanın, gitmek vardı iyi de çıkışı olmayan o hücreden nereye düşerdi ki yolu?
Yaftalanmak ile ilgili düşüncelerini gözden geçirdi ve bu sözcüğü yüreğinin sözlüğünden sıyırıp sınır dışı etti her olumsuz duyguyu.
Sığan kalbine ve bir o kadar yedek kalplerde güncellerken sevgisini aslında kalbin yedeği olur muydu, bunu bile bilmiyordu.
Ya da sevginin yedeği, yediği kurşunlar mıydı?
Örsünde saklı.
Övgüsü iken en doğurgan…
Sonrasını düşündü.
Kibarca geri çekti ellerini ve başından aşağı dökülen gül yapraklarını savurdu elinin tersiyle.
Yolu mezarlığa düşmüştü madem.
Başı ise öne düşmüş filan değil bilakis dik ve vakur duruşuyla.
Mezarlıkta kimseler yoktu. ne ayazın soğukluğunu duyumsadı ne de buz kesen ellerinin kirlenmesine aldırış etti.
Mezarlığın bitimindeki o metruk eve ilişti gözleri.
Sonra içindeki duygular kıpraştı esinti yine üşümelere mahal verirken ve düşünmeye devam etti.
Bir ikram mıydı ölüm yoksa bir kurtuluş mu ya da yarımların tama tekabül ettiği kesirli bir yolculuk muydu?
Yarımlar mademki bütün olmuyordu; mademki gidenlerle bozmuştu aklını geride kalanlar…
Gülmekten başka elinden gelen yoktu ama sırası mıydı şimdi gülücük savurmanın.
Ölü bedenlerin kabir azabı çektiği muğlak mıydı peki yoksa yaşlı halasının ölüm korkusuna yenik düşüp de başını dayadığı seccade ıslanırken gözyaşlarıyla…
Yenik düşen kendisi idi oysa herkesin gözünden.
Sahi, bu kadar günahın telafisi var mıydı da aralıksız ibadet etmesi gerekirken… af diledi ansızın ve biliyordu da günahlarını.
Çok sevmekle iştigal bir ömür.
Komikti çok komik hem de.
Oysaki karşılığında ihanet benzeri tekeline girmiş duygularıyla insanların hep saf addedilen varlığı, biliyordu ki artık bir rahatsızlığa yol açmıyordu ve bir ömür bu yanılgıya düşüp nasıl da suçlamıştı kendini.
İş yerinde bile telefonda yaptığı tüm iş görüşmelerini kısa keserdi. En verimli iş gören olması asla bir tesadüf değildi gerçi iş arkadaşları fazla haz etmezdi onun başarılarından ama…
İçindeki kuş nasıl da didikliyordu yüreğini ve sen ölmedin mi daha, demekten de caydı.
Dirilen mevzular.
Dingin ruhlar.
Deşmektense dünü devirmekti maksadı yoluna çıkan putları.
Tanrı, demeyi hoş görmüyordu kimi insan madem.
Hatta adından yola çıkıp ona çirkin ithamlarda bulunanlardan da haz etmiyordu madem…
Görüntü kirliliği yaratan ne ise.
Hak ihlali mi?
Sorun değildi artık.
Vakit epeyce ilerlemişti ve hala mezarlıkta dolaşıp duruyordu. Önüne gelen hangi mezarsa duasını edip bir ötekine geçiyordu.
Ruhları rahatlamış mıydı peki?
Sorun değildi ne de olsa; o, her duanın ona verdiği mutluluğu duyumsayıp en azından ölülerle paylaştığı imanıyla yaşayanlardan da çok şey dilemiyordu.
Dillenen rüyaları mıydı?
Devinen duyguları muteber miydi peki Allah katında?
Soluğunu içine kesit ve tuttu uzun süre.
Nefes aldığına şükretme ihtiyacı duydu.
Burnuna gelen kokuyu ise duymazdan geldi ve kulağına gelen sesleri de.
Yasına sahip çıkan her ölümlü gibi miydi o da yoksa farklı olmanın verdiği hisle mutluluğu elleriyle kendisi mi itiyordu?
Açılan kapılar.
Kapanan kapılar.
Yüzüne çarpan ve tokat misali acıyı yüreğinde hissettiği.
Durmaksızın dua okuyordu ve gidip gelen hayallerin yüreğine yaptığı baskıyı alt edemiyordu.
Geçen zamandan yana derdi yoktu asla sadece kalan zamana asırları sığdırmak istiyordu.
Seneler evvel toprağa verdiği kim ise ve geride kalan azınlık.
Son kozunu mu oynuyordu kader yoksa insanların eline koz vermekle bunca zaman iyi etmemiş miydi?
Sevgiyi telaffuz ederken ve kem küm yapan insanlardan uzak durmak adına demek ki; yeryüzünde ona ayrılmış tek bir oda bile yoktu ne de olsa içinden geleni olduğu gibi yansıtır; kendine sopa ile vurulsa bile ekmek uzatırdı herkese istisnasız herkese.
Koyu bir gri çalındı gözlerine ve sisli bir güzergah.
Geldiği yolu kaybetmişti işte elbet çıkışı bulacaktı zaten korkmazdı karanlıktan ama en çok yüreği karanlık olan insanlardan çekinirdi sadece ama asla onlardan da korkmaz üstüne üstük beyaza boyamak adına o siyah yürekleri…
Başa gitti yine…en başına yolculuğunun…yüzüne yediği ilk tokat ve daha da öncesini hatırlamaya çalıştı ve evet, yediği o ilk tokat ve avaz avaz bağırdığı sonra mutluluktan çığlık atan bir kadın ve bir kadın daha ve bir adam aslında sayısız insan hayal meyal hatırladığı.
Konuşamadığını hatırladı sadece ağlayarak tepki verdiği ve ilk adımlarını kutlarken ve kutsarken evren.
Bu mümkün müydü peki?
Sahi, o kadar geriye gidip de ilk doğduğu günü anbean hatırlaması mümkün müydü?
İşte o tren garı…
Ailesinden ayrı kalacağı o bir senenin başlangıç an’ı.
Onu geçirmeye gelmiş ailesi ve dostları ve sınıf arkadaşları. Çatallı sesinde kaderin… of, dedi: ne bayat bir betimleme.
Daha netti her şey artık gözünde.
Dilindeki kötü tat geri geldi yeniden.
Pek mütevazı olamayacağım, dediği günler geldi aklına.
El ele tutuştuğu ilk erkek ve ilk öpücüğü verirken ve kondururken alnına.
Gülmüştü hâlbuki.
Bir o kadar da alay etmişti ilk sevgilisi:
Ne yani, bir erkek sevgilisini alnından mı öper tartışması kaç zamanını almıştı genç kadın da kendini müdafaa etmek adına uzaklaşırken ondan.
Nasıl da girift ve detaylıydı insanlarla ilişkisi.
Ne mukaddes bir duyguydu hâlbuki adına dostluk denen; adına aşk denen ve adına merhamet denen iyi de merhametli kimseye rastlamamıştı ömür boyu sadece Rabbinin merhametine hamt ediyordu.
Ne yani, herkes mi acımasızdı?
Ne önemi vardı ki bu saatten sonra hem ne değişecekti bir kez çıktığı yoldan da geri dönüşü yok iken.
Kafası karıncalanıyordu.
Elleri de.
Boğazında kesif bir acı vardı.
Ruhu muydu acıyan yoksa bedeninde mi bir sorun vardı?
Göğsü daralırken bir ferahlık geldi göğsüne.
Gri bulutlar yavaş yavaş aydınlığa çıkıyordu.
Genç kadın hala düşünüyordu.
Yoksa duyguları mıydı her şeye ve mutluluğa ket vuran?
Adını hatırlamaya çalıştı sonra.
Sahi, adı neydi? Ne de olsa adından başka her şeyi kondururlardı onu çağırırken oysaki hiçbir arkadaşı böylesi bir durumla karşılaşmamıştı ömür boyu.
Adını unutmuştu işte: unutturmuşlardı bir şekilde.
Sıfatlar geldi aklına. Onları da unutmuştu.
Sonra edimler geldi aklına ve biteviye emir kipi kullanan insanlar geldi aklına.
Hep nüfuslu bir sevgi ve saygıydı adını unutan kadının yolculuğu.
Dünyayı gezmek istese herkesten çabuk gider gelir ve tamamlardı bu devri alemi ama o, duyguları ile yaptığı tinsel yolculuğu hiçbir şeye değişmezdi.
Kabaran duyguları değildi.
Göğsü kabarmıyordu.
Ama yüreği kabarıyordu: çok çok dolu idi ve hala da içine almak istediklerinin sırasını bekliyordu.
İnancı ile saf tutmuştu bir ömür yine de aciz, münafık bir fani diye telaffuz edilmişti.
Görüntü itibariyle neye denk düşüyordu da peşinen hükmetmişlerdi?
Ne de olsa evren ve sıraya girmiş insanlar bir şekilde bölmeyi ve bölünmeyi marifet bilmişlerdi.
Ya şimdi?
Sahi, neden hep –di’li geçmiş zaman kullanıyordu?
Önünde sayılı ve sıralı ne ise…
Hangi kapıdan geçmişti?
Kapılar neden sert kapanıyordu?
Hiç mi yumuşak olan bir duygu kalmamıştı?
Elleri yumuşaktı ve kalbi de ama gerisini getiremiyordu işte…
Gerisi neden gelmiyordu?
Müthiş bir basınç hissetti bedeninde ve elinde olmadan bağırmaya başladı oysaki bağıran bir başkasıydı iyi de niye üstüne abanmıştı bunca alet ve insan?
Arz edilen.
Talep edilen.
Arz ve talep dengesi.
Üniversitede gördüğü ilk ders ve o denge denen mefhum geldi aklına.
Dengede olması gereken onca şey ve o da dengede ve dengeli kalmak adına elinden gelen her şeyi yapsa da…
Dengi?
Denk?
Neydi tüm olup biten?
Densiz çok hem de… sahi, kim demişti bunu?
A, evet, amiri idi bunu söyleyen ne zamanki bir yolsuzluğunu mesai arkadaşının yönetime bildirmiş… peki, sonra ne olmuştu?
Küçük bir kutuya koyduğu neyi var neyi yok, kapı önüne konmuştu işte ismi olmayan kadın.
Ama… biri ona sesleniyordu hem de ismiyle.
Bu mümkün müydü?
Öylesine güçlü bir taarruz idi ki ama yaşamak savaş olmamalıydı yoksa savaşın ta kendisi iken, kadın siperinde yaşama mücadelesi mi veriyordu iyi de buna kim sebep vermişti?
Neyin anlamı varsa geride kalan ve ilerisi için de ışık yok iken hala karanlık bir tünelde bir ileri bir geri gidip geldiği ve son cümleyle noktayı koydu ana haber spikeri:
‘’Kadına şiddette mutlu son. Henüz adı bilinmeyen kadın, uğradığı silahlı saldırıdan ağır yaralı olarak verdiği hayat mücadelesinde herkesin yüzünü güldürdü. Hoş geldin yeniden aramıza cesur kadın.’’
Yayın bitmişti işte ve bir el silah sesi duyuldu stüdyoda.
Yarının haber bülteni şimdiden hazırdı işte.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.