VUSLATI YİTİK MEKTUPLAR
Vuslatı Yitik Mektuplar
--------------------------
Can Özüm,
Leylak kokulum,
Senden çok uzaklarda yeni bir yıla daha girerken nasıl bir girdabın içine düştüğümü ah bir görebilseydin! Öylesine yorgun ve bitkinim ki; yıllar gelip geçmiş hiç farkında bile değilim. Yalnızlığımın güzlerini yaşarken gözlerimden düşen yaşların damla damla nehirleştirerek okyanusları doldurduğunu gördükçe yağmur altında kalmış kil toprakları gibi eriyip gidiyorum. Ne uzaklara, ne de gökyüzüne bakacak hal kalmadı bende. Baraka evimin penceresinden bulunduğun şehre gözlerimi çevirsem de teselli bulamıyorum. Hayalinle avunsam da içimi ısıtmıyor can özüm.
Önüme konan sisler, kara bulutlar, karanlıklar her şeyi boz bulanık gösteriyor bana. Geceleri yitirdiğim uykuları firara yollayarak dolaşıyorum bahçemin yaban otlarla kaplanmış dört bir yanını. Bazen kurt ulumaları, bazen köpek havlamaları masal fısıltısı gibi geliyor kulaklarıma. Geceyi dinliyorum aşkın kör düğüm olduğu saatlerde. Yıldızların sönük ışıkları içimi karartıyor, umutlarımı köreltiyor. Bahçemin baktığı Bilge Kağan caddesindeki sokak lambasının direğine sırtımı dayıyor, Sabanca gölü ve Fırat nehrinin aşkımıza nefes veren havasında yazdığın mektupları, şiirleri okuyorum. Şiirle yoğrulmuş ruhunun derinliklerinden duygusal sözlerini, dizelerini okudukça çöküyorum yere. Hıçkırıklarımı kimseler duymasın diye içime atıyorum; attıkça da dağılıyorum. Tütün tabakamı açıp sigara sarıyorum. Sonra derin nefes alarak dumanını içime çekiyor derdime derman olacakmış gibi. Aslında o da beni bitiriyor. Biliyorum ama teselli bulmaya çalışıyorum.
Sigaramı senin hayallerinle derin derin çekiyorum. Az ötedeki telefon direğine tüneyen baykuşun acı acı ötüşleri beni korkutuyor. Kalbimden bir sızı kopuyor. Aklımda sen! Hasta olduğunu, yorgun düştüğünü yazmıştın geçen yıl ve o son mektubundu yolladığın. Daha da bir haber alamamıştım kaç kez mektup yazıp göndersem de. Baykuşun ötüşü pek hayra yormazlar bizim buralarda. Mutlaka bir acı habere gebedir derdi rahmetli Dudu ve Ayşe nenem. Aklımı kemiren duygular seninle geçen yıllarımızı hatırlattı. Anılar bir bir düştü gözyaşlarımın damlaları arasından. İnşallah istemediğim bir haberi almam. Hele seninle ilgili bir havadis duyarsam, kahrımdan kara toprağa girdiğimi bil! Yıllardır yitirdiğimiz vuslatı göremeden bu dünyadan göçüp gitmek ne acı Allah’ım!
Sensiz bir hayat bana mahpushanelerdeki işkencelerden daha da ağır. Sen olmadan hayat yaşanmaz oluyor. Bak dışarısı o kadar keskin ayaz ve rüzgâr var ki; tirtir titriyorum ama içeriyede giresim gelmiyor kuzinem yandığı halde. Sıcacık evime adımlarım gitmiyor. Bana senin sıcaklığın gerek; nefesinin sıcaklığında kollarının arasında uyumak istiyorum. Leylak kokularını içime çeke çeke mutlu olayım, sevdanı doya doya yaşayayım. Ama şimdi çok uzaklardasın, bilmiyorum hangi karanlıklarda saklısın? Nerelerde olduğunu ah bilebilsem, tüm zorlukları yener, koşa koşa gelirim. Hani birlikte Fırat nehrinde kayık sefası yaparken Ülkü radyosundan Ferdi Tayfur ağabeyden dinlediğimiz ’’senin için’’ şarkısı bittiğinde nasıl sarılmıştık birbirimize. Seni alnından öpmüştüm ’’ kadınım’’ diyerek. O anlar gözlerimin ucunda. Ilık ılık esen rüzgâra teslim etmiştik kendimizi. Mavi suların gidişatına bırakıvermiştik tenlerimizi.
Düşler sarmalında seni sayıklarken sabah ezanı okunmaya başladı. O ulvi sesin manevi atmosferinde dualar ettim kavuşmamıza. Dualarım, dileklerim kabul olur umuduyla eve giriyorum. Beni sen değil ama kedilerim karşıladı. Seninle konuşur gibi konuştum onlarla. Anlattıklarımı nasıl da dinliyorlar. Karınlarını doyurup sıcak odamın yatağına uzandım. Rüyalar aleminde seninle Kaf dağlarını aşarak Tanrı dağlarına gidelim. Gök kuşağı yolundan Ötüken’e varalım, Orhun ırmağının şifalı suyundan kana kana içelim. Sessizliğin ortamında dalıp gitmişim rengarenk alemlere...
Pencereme düşen güneşin ışınlarıyla gözleri açtım. Mavisine aşık olduğum gökyüzü pırıl pırıl. Beni, ağaçlarımı terk etmeyen serçeler, sığırcıkların ötüşleri melodi gibi geldi kulaklarıma. Ala kargalar ihtiyarlamış adamların kart sesi gibi gak gak seslenişleri ayrı bi güzellik katıyor duygularıma. Çok yükseklerden giden uçağın dumanı ip gibi dizilmiş Sultan dağlarının üzerine. Dakikalarca baktım uçağın gidişine. Aklımdan neler geçmedi ki? O uçakta ben olacaktım sana gelmek için. Ona el sallayarak selam yolladım ulaşmasa da... Gönlümden, kalbimden geçenler mutlak ulaşıyordur sana.
Kahvaltı hazırlamaya mutfağa geçtim. Pek canım almasa da gelenek haline getirdiğim kahvaltımı yanımda sen varmışcasına yapacağım. Her kahvaltımda iki çay bardağı koyuyorum ve ikisinide dolduruyorum. Karşılıklı kahvaltı yapmış hissi veriyor bana. Senin bardağınla bile konuşuyorum, biliyor musun? Kaç yıl oldu seninle kahvaltımı yapmayalı. Kuzine sobamın üstünde dilimlediğim ekmekleri kızartıyorum. Sen çok sever, mis gibi tere yağını üstüne sürerek verirdim sana. ’’Ellerine sağlık aşkım’’ der tatlı tebessümlerinle derin bakışların nasıl da mest ederdi beni. Şimdi mest olmayı bırak, yediğim lokmalar boğazıma diziliyor can özüm!..
Öğlen ezanı okunurken bisikletimle kırlara çıktım. Güz havasını terennüm edeyim huşuyla. Doğanın koynunda gezineyim huzurla ve senin hayalinle. Yeni ekilmiş tarlaların kenarlarında kendiliğinden yetişmiş kızılcıklar, güvemler, kuş burunları toplayacağım. Sen çok severdin kuş burnunu. Marmelat yapar, çay demelerdin onunla. Yaptığın marmelatın tadı hala damağımda Salatasını çok sevdiğim güneyk, bulabilirsem doğa mantarlarıda toplarım. Birazdan çıngıllı tarafına geçeceğim. Orası höyük gibi ama ne olduğunu bilmiyorum. Ta Selçuklulardan kalma gözetleme tepesi olarak yapıldığını derdi Osman dedem. Oraya yakın tarlalarımızda var bizim. Ekip biçmeyi akrabalarımız yapıyor.
Vakit akşama bir kaç adım kala gün batımı öylesine güzel ki; yanımda olsaydın da birlikte doya doya seyretseydik! Senin gözlerinle izliyorum gün batımını. Sultan dağlarının ardına doğru kayarken güneş bisikletime binip evin yolunu tutuyorum leylak kokulum.. Yolumun üzerinde çocukluğumda yıkandığım çayın üzerindeki tarihi köprümüzün üzerinde duruyorum. Çocukluk yıllarım nasıl geçiyor gözlerimin önünden. Orada balık tutardım arkadaşlarla, yıkanırdık. O günlerin güzelliklerin esamesi kalmamış. Suyu kesilmiş, içerisi çer çöp yığını haline gelmiş, su birikintileri simsiyah olmuş. İçim parçalanıyor. Bakım yapan yok, kendi haline bırakılmış. Az ileride yazın buz gibi, kışın ılık ve lezzetli suyu olan mezar altı kuyumuzun yerinde yeller esiyor. Tarihi bir oluğu vardı, tamamen taş oyma. Manevi değeri paha biçilmezdi. Fakat onu da yok etmişler. Çalınıp götürüldü mü, parçalandı mı, bilgim yok ama muhtara soracağım bir gün. Su kuyumuz desen, yerle bir edilmiş, üçeri toprakla kapatılmış. Bir insan ölüsü gibi gömülmüş. Ne acı! Maalesef tarihi değerlerimizi koruyacak şuur gitmiş köylülerimden. Ağlamamak için kendimi zor tutuyorum.
Geçmişin düşleri ile eve dönüyorum içimde alevlenen şiirle...
Ne hayaller kurmuştum gök mavisinden
Lavantalar açtırmıştım susuz çöllerden
Unutmuştum sonbaharları. kışları
Her bir yanım sarılmıştı mavi güllerden...
Ela gözlerine sürdüğün göz alıcı sürmeler
Alnına kondurduğum özlem yüklü öpücükler
Tasamı, derin acılarımı alıp götürürdü
Yağmur sonrası yedi renk açardı gülüşler...
Sevdamın beşiği, ömrüme yazılan yazgım
Göçmen kuşlar gibi uçup gittin, sevdalım...
Devam edecek
Zafer Direniş
...