BİR SONBAHAR GÜNÜ
BİR SONBAHAR GÜNÜ
Bir hatıra kırıntısı bulabilirim ümidiyle, kederli, iç çekişleriyle eski Hacılar garajında, yıkık bir duvara oturdum. Tavukçuoğlu mahallesindeki öğrenci evimi seyrediyorum. İçimde ömrümün bütün duraklarında kalan izlerin sesi ve görüntüsü var.
Tam bu sırada mahallemin delisi Ferit Dede ansızın bitiverdi karşımda. Saçı, sakalı bir birine karışmış, kılık kıyafet kir pasak içinde, perperişan. Yıllardır birbirimizi görmemiştik. Kayseri Evleri bölgesinde eskiyi yâd ettik epeyi bir! Kitaplarımdan bahsettim uzun uzun. Ancak o, damdan düşer gibi araya girip, diyeceklerini bir bir sıralıyordu; “Hocam, bu çizip yazmaları bırak, Belediye Meydan çay ocağına gidelim, oturalım, sohbet edek, çay içek. Eskilerden dem vuralım. Aha! Geldik gidiyok! Yaş oldu 78” dedi ve devam etti; “Bu devirde ter dökmeden de geçinin Hocam! Emeksiz de cebin para görür, zengin de olun, milyoner de! Böyle, çizgi mizgi, yazı mazı, dırı vırı şeylerle vaktini öldürme, yazık etme kendine! Sat anasını dünyanın! “[Dünyanın kahrını çekeceğine, dünya senin kahrını çeksin] Hocam” dedi.
Kendisinden uzun uzun bahsetti. Babasının dört yıl Felâhiye’de nüfus müdürlüğü, 1960 ihtilalinde de Çukur’da Nahiye Müdürlüğü yaptığı günlere getirdi sözü. En güzel yıllarını Felâhiye’de geçirdiğini söyledi. Vekil öğretmenlik yaptığı Çukur’da bir kızı sevdiğini, karasevdaya yakalandığını belirtti. Anne ve babasının –hep aynı terane- “O kız, ailemize münasip bir kız değildir. Bu sevdadan vazgeç oğlum, o kızı kesin almayacaksın!” deyip bu aşka onay vermeyip, şartelini attırdıklarını tekrar tekrar anlatıp, çaresizliğin girdabına düştüğünden, hala çırpındığından dem vurdu…
Çok kitap okuduğunu biliyordum. Ara sıra şiirler karalıyordu Ferit. “Şair ruhlu mu diyorsunuz şiir yazana?” diye de aklı başında sorular soruyordu. Ancak, gençliği, ömrü heder olup gitmişti Ferit’in, perişandı! Ruh dengesi bozulmuş tahsilini yarıda bırakmıştı.
Felâhiye ilçesini ikiye ayıran Delice Çayı’nın kenarındaki yeşil söğütlerin gölgeliklerini mesken tutmuş, papatyalarla dilleşir olmuştu gençlik yıllarında. Her gün saat 10.00’da, fistan giymiş kırları gezer, dolaşır, ikindileyin, hikmeti nedir bilinmez sırtındaki bir kucak otla, saç sakal karışmış “Veli mi dersiniz? Deli mi dersiniz? Halim bu!” der gibi eve dönerdi
Uzayıp giden sohbetin bir yerinde bana, “Çizip yazmaları bırak!” diyen Deli Ferit, irticalen bir şeyler söylemeye başladı, hicvediyordu aklınca beni!
Dört kanatlı kirmen, ipten sana ne?
Kağnıdan, mazıdan, cipten sana ne?
Çanakmış, çömlekmiş, küpten sana ne?
Bırak boş işleri sevgili hocam!
Diyorsun ki “çekiç, örsü beğenmen
Geçmişten laf etsem, dersi beğenmen
Hayalin İstanbul, Kars’ı beğenmen!”
Bırak boş işleri sevgili Hocam!
Dedikten sonra, gidişatı birden değiştirerek, irticalen söylediği üçüncü dörtlüğü hemen devreye sokuyordu;
Hayatta kalmanın gereği; geçmiş
Vatanın, bayrağın ereği; geçmiş
Burnumun sızlayan direği; geçmiş
Aldırma sözüme sevgili Hocam!
diyerek gönlümü alıyordu. Hayran kalmıştım söylediklerine. Müthiş dizelerdi bunlar. Deli Ferit Dede benden akıllı çıkmış, vakit akşam olmuştu. Güneş, koca Kayseri’yi yalayıp, Erciyes’e el sallıyor, karanlıklar dağların kovuklarına siniyor; Ferit Dede, meçhule doğru yol alıyordu…
KADİR ACI, 19 Kasım 24, KAYSERİ.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.