- 114 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
Politik Doğruluk Analizi
Bak kardeşim, gel birlikte insanlık adına önemli bir meseleyi konuşalım. Bugün seninle politikacıların çoklukla övünme anlayışından, toplumun değer yargılarındaki sapmalardan ve gerçek adaletin izini sürmekten bahsedelim. Dikkatlice dinleyelim, çünkü bu mesele hepimizi ilgilendiriyor.
Şimdi, etrafımıza bir bakalım. Ülkemizdeki politikacıların meydanlarda nasıl konuştuklarını, nasıl büyük kalabalıklarla övündüklerini görüyorsun. "Bizim yolumuz doğru, çünkü bizi destekleyen milyonlar var!" diyorlar. Ama bir durup düşünelim; bir fikrin ya da bir yolun doğruluğu, ona inanan insanların sayısıyla mı ölçülür? Kalabalıklar bir ölçü olabilir mi? Eğer bir kalabalığın çokluğu, bir düşüncenin doğruluğunu gösterseydi, tarih boyunca ortaya çıkan her büyük yalan, her büyük zulüm de haklı olurdu, değil mi?
Bak, doğruluk başka bir şeydir kardeşim. Doğruluk, akıl süzgecinden geçip idrakle kavranan, faydasıyla insanlığın hayatına dokunan şeydir. Sayılarla, gürültüyle, kalabalıkla alakası yoktur. Hatta Kur’an-ı Kerim’de bir ayet var; Allah buyuruyor ki: "Yeryüzünde olanların çoğuna uyarsanız, onlar sizi Allah’ın yolundan uzaklaştırır, kendi yollarına çevirirler. Onlar sadece zanneder ve saçmalarlar." (En’am Suresi, 116. Ayet). İşte bu, bize gösteriyor ki çoğunluk, her zaman doğruyu temsil etmez. Çoğunluk bazen insanı yanıltır, yanlış yola sürükler.
Peki bu neden böyle? İnsanlar neden kalabalıkların cazibesine kapılır? Bunun cevabı basit: İnsan, yalnız kalmaktan korkar. Doğruyu tek başına savunmak zordur. Kalabalık bir gruba katıldığında kendini güvende hisseder. "Herkes buradaysa, bu yol doğrudur," der ve düşünmeyi bırakır. Ama işte bu, insan olmanın asıl gerekliliğine ters bir durumdur. İnsan, düşünen bir varlıktır. Kalabalıkların peşine takılıp körü körüne inanmak yerine, her şeyi sorgulamalı, hakikati aramalıdır.
Bak kardeşim, çoklukla övünmek o kadar tehlikeli bir tuzak ki, insanı kendine hayran bırakır. "Biz güçlüyüz, çünkü çoğuz," diyen bir zihniyetin insanlığa ne faydası olabilir? Daha da kötüsü, insanlar bu çoklukları öylesine abartıyor ki, geçmişteki ölülerini bile saymaya başlıyorlar. "Bizim atalarımız da şöyle büyüktü, böyle kalabalıktı," diye övünüyorlar. Ama burada bir soru sormalıyız: Kalabalık olmak, gerçekten de bir değer midir? Yoksa bu sadece bir yanılsama mı?
Adalet burada devreye giriyor kardeşim. Adalet, insanlığın temel taşıdır. Adalet olmadan hiçbir toplum ayakta duramaz. Ama adalet, çoğunluğun istediği şey demek değildir. Adalet, hakkın teslim edilmesidir. Mazlumun yanında olup zalime karşı durmaktır. Kalabalıkların sesine kulak verip hakikati unutan bir toplum, adaleti nasıl sağlayabilir? İşte burada insan olmanın gerekliliği devreye giriyor. İnsan, yalnız kalsa bile hakkın ve hakikatin yanında durmalıdır. Çünkü adalet, kalabalıkların oyuyla değil, vicdanların sesiyle sağlanır.
Tarih boyunca adaleti savunan insanlar, genelde azınlıkta kalmışlardır. Hz. İbrahim’in ateşe atıldığı zamanı düşün. O dönemki toplumun çoğunluğu, putlara tapıyordu. Ama Hz. İbrahim, yalnız başına o putlara karşı çıktı. "Bu yaptığınız yanlış," dedi. Peki, toplumun çoğunluğu onun haklı olduğunu kabul etti mi? Hayır! Onu ateşe atmaya kalktılar. Ama ne oldu? Haklı olan yine de oydu. Çünkü adalet, çoğunluğun değil, Hakk’ın peşinden gitmektir.
Bugün de aynı şey geçerli kardeşim. Eğer bir toplumda adaleti savunan insanlar azınlıktaysa, bu adaletin yanlış olduğu anlamına gelmez. Hatta tam tersine, çoğunluk yanlış bir yol seçmiş olabilir. İşte bu yüzden, kalabalıkların cazibesine kapılmadan hakikatin izini sürmek gerekir. Zor bir yoldur bu, ama insan olmanın gerekliliği budur.
Şimdi, şöyle bir hayal edelim. Bir toplum var, ama bu toplumda insanlar adaleti savunmuyor. Herkes kendi çıkarının peşinde. Kalabalık olan grup, azınlığı eziyor. Bu toplumun geleceği ne olur? Bir süre sonra bu toplum, içten içe çürür. Çünkü adalet olmadan bir arada yaşamak mümkün değildir. İnsanlar birbirine düşer, huzur bozulur, güven kalmaz. Oysa adaletin olduğu bir toplumda herkes kendini güvende hisseder. Mazlumun hakkı korunur, zalim cezalandırılır. İşte gerçek medeniyet budur.
Bak kardeşim, bugün dünyada da benzer bir durum var. Güçlü olan ülkeler, zayıf olanları eziyor. Ama bu güç, onların haklı olduğunu göstermez. Tam tersine, bu durum onların adaletsizliğini gözler önüne serer. Tarih, güçlülerin zalim olduğu örneklerle doludur. Ama tarih aynı zamanda, mazlumların bir gün haklarını aldığını da gösterir. Çünkü adalet, er ya da geç tecelli eder. Bu, insanlığın değişmez bir gerçeğidir.
Bizim yapmamız gereken şey, bu adaletsizliklere karşı durmaktır. Ama bunu yaparken kalabalıkların peşine takılmamalıyız. Hakkın ve hakikatin peşinden gitmeliyiz. Bu, kolay bir yol değildir. Belki yalnız kalırız, belki dışlanırız. Ama sonunda kazanan biz oluruz. Çünkü adaletin olduğu bir dünyada, herkes kazançlı çıkar. Zalim bile adalete muhtaçtır, çünkü adalet olmadan huzur bulamaz.
Son olarak, şunu unutma kardeşim: İnsan olmak demek, adaletin şahidi olmak demektir. Mazlumun yanında durmak, zalime karşı çıkmak demektir. Kalabalıkların gürültüsüne aldanmadan, hakikatin sesini duymak demektir. Eğer bunu yapabilirsek, insanlığımızı koruyabiliriz. Ama bunu yapmazsak, boş bir kütükten farkımız kalmaz. Haydi, şimdi kendine bir söz ver. "Ben, adaletin ve hakkın yanında olacağım," de. Çünkü insan olmanın gerekliliği budur.
Erol Kekeç/31.12.2024/Sancaktepe/İST
YORUMLAR
Yazınızın özü :)
Haydi, şimdi kendine bir söz ver. "Ben, adaletin ve hakkın yanında olacağım," de. Çünkü insan olmanın gerekliliği budur.
İki cihan serveri efendimizin ÜMMETİNDEN olmam hasebiyle elhamdülillah ömrüm boyunca müslüman olmamın gereğidir diyerek ADALETİN ve HAK'KIN yanında olmaya çalıştım ve oldumda
Kutlarım sizi değerli addettiğim TİLHABEŞLİ FİLOZOF yazar arkadaş
Selamlarımla