- 52 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
HAVAMIZ OLSUN
HAVAMIZ OLSUN
Hava Değişimi
Kıvamıyla beraber umut ve huzur, bütün hayatlara gökçek oluyor. Ve hava değişimi, gönül mülkünü büyütmeye ve geliştirmeye bir vesile. Her türden olumsuzluk ve imkânsızlığa rağmen umudu avucunda... Ruhu canlı tutacak bir güç ve bir takat eşliğinde... Hayat mücadelesinin büyüklüğüyle cebelleşen insanın, kötü serüvenini duraksatıp kendini dinlemeye ve soluklanmaya alacak... Yürümeye mecal ve ruha müsekkin bir yolla...
İnsan bu, öyle veya böyle zamanın yek ahenk akışını değişimle sağlayacak. Yer değiştirmelerden daha çok içvarlığına yürüyecek. Her şeyde her işte erinci arama çabasını körükleyip farklı pencerelerden farklı görüntülere ulaşılacak. Özellikle iç dünyayı düzene sokma gayretiyle... Ya da başka bir ifadeyle, duygu ve düşüncelerin ehemmiyetine, eğilinmesine ve eğitilmesine yönelik bir havuzluk ferahlıkla.
Bulut Olma Sevdası
Bulutlar üzerinde olma ve uçma sevdasını taşıyan hep insanoğlu olmuştur. Herhalde bir balık hiç uçma sevdasına kapılmamıştır. İnsanlığın bu sevdasını ilk olarak uçurtmalar karşılamıştır. Devamında da uçaklar olmuştur. Dante’ye göre insan ırkı uçma hayaliyle doğmuştur. Uçan melekleri, uçan atları, uçan halıları, havadaki öbek öbek bulut kümelerini hayal etmişizdir. Her neviden kuşlar, uçan periler, cadılar ve daha neler neler.
Kümülüform tipi bulutlardan stratiform bulutlara, tüy gibi inceliklerden karnabahar görünümlü kümülüs bulutlarına kadar beyazın ve grinin tonlarında lapa lapa türlü türlü bulutlar ile çevrili kocaman bir atmosferimiz vardır. Bu bulutlar, her çocuğun düşünde uzanıp da üzerinde uyuduğu uçan pamukçuklardır. Bu bağlamda uçurtma hayali de ufuklara yükselmeyi imler. Hatta uçurtmalar bir dönem inşaat işçilerine tuğla ve kiremit taşıyan yük atları olarak kullanılmıştır. Uçurtmalar da bunlar gibi fantastik birçok uygulamayla hayatımızda tutulmuştur. Gezi amacıyla kullanılan balonları, meteoroloji balonları, uçurtmaların gelişmiş birer versiyonu olarak da düşünebiliriz.
İlk uçurtmaların tarihi, milattan önce üç binli yıllara kadar dayanır. İlk örnekleri Çin’de görülmeye başlanmış. Daha sonrasında hayvan figürlü olanlar, Japonya’da, Endonezya’da, Hindistan ve Güneydoğu Asya’da görülmüştür. Uçurtmanın Avrupa’ya ilk gelişi 16. Yüzyıla kadar dayanır. Uçurtmaların Avrupa’ya ulaşması Hint Adaları ile yapılan ticaret ile beraber İpekyolu üzerinden olmuştur. Uçma isteği ve serüveni mitolojilerde de hep canlı tutulmuş. Mitolojide birçok karakterin kanatları vardır ve uçma eğilimi gösterirler. Haberci Hermes, gökkuşağı karakterindeki İris, Zafer Tanrıçası Nike, Mısır Gökyüzü Tanrıçası Nut gibi birçok mitolojik karakteri örnek verebiliriz ve hepsinin de uçmalarını sağlayan kanatları vardır.
Teknolojik gelişimle beraber, bir yerden başka bir yere taşıyan hava araçları, insanlığın gelişimine yönelik büyük bir katkı sağlasa da savaşların bu alana da taşınması insanlığa ciddi manada zararlar vermiştir ve vermektedir. Başka bir ifadeyle, uçma isteğinin heveskârı insanın, uçurtma ile başladığı serüveninin, türlü hava araçlarıyla ve dahi savaş gereçleriyle olumlu ve olumsuz büyüttüğü kocaman bir dünyası vardır. “Kurbağa, içinde yaşadığı gölü içip bitirmez” atasözünde dendiği gibi insan dışında bütün canlılar çevreye duyarlıdır. Savaş araç ve gereçleriyle, kapitalizmin tarihsel ve düşünsel kaynaklarıyla beraber dayattığı daha çok zengin olma, güçlü olma kültürünü ve sonuçlarını yaşıyoruz maalesef. Uçurtma ile başlayan uçma serüveninde de uçma eylemi gibi dayanağın, mücadelenin omzu üzerinde yükselen insanlığın önünde bunlar gibi daha çok mesafeler olacaktır. Önemli olan bu hayalleri, insanlığın faydasında tutabilmek olmalı.
Bize Hava Atmak Yakışmaz
Bir insan, argo tabirle neden caka satar neden şişer? Elbette böyle sorulara verilen cevaplar zor olmasa gerek. Bu duygu halleri insanın üstünde olsun veya olmasın hiç kimse kendisine yakıştıramaz ve kendi üzerine almak istemez. Başka bir ifadeyle ‘hava atmak’ itici ve olumsuz bir durumu imler. Ama pozitif olma durumunu da beraberinde getirir. Hayatın karşısındaki bu duruş; sıradanlığı, kural ve kaideleri bir nevi örseleyerek aksülamelliği de beraberinde taşır. Biraz uçarı biraz da şövalye ruhlu kişiliklerdir bunlar. Yaşlanmaz dedikleri karakterlerden… Hayatı bir cihetiyle olumlamak birazda hayatı ciddiye almamakla da paralellik taşırlar. Yalınsılık (tevazu) ile dengeleyici bir hal olarak da işlevlerini yaparlar. Aynı zamanda; “hava atmak” sözünün, deyiminin karşısında “havasını almak” anlamında kapı gibi başka bir sözü de unutmamak gerekir.
“İnsan” kelimesini nisyan ve ünsiyetten türetilmiş bir kelime olduğu perspektifinden hareketle, nisyan’ın kayıp; ünsiyetin ise uyumu ve kazancı betimlediğini pekâlâ düşünebiliriz. “Hava atma” ve tevazu duygu hallerini de bu zıtlıklar gibi özdeşleştirebiliriz. Bütün yapaylıklardan sıyrılıp kâmil ve erdemli insan olmak en güzeli olsa gerek. “Hamdık, yandık, piştik” evrelerini yaşamış, bu süreçleri geçirmiş olan insan, bunun gibi hallerinde farkında olacaktır. Başka bir ifadeyle yaşam felsefesinin künhüne vakıf olmak bunlarında hayatiyetine katlanmayı gerektirecektir. İnsanların en havalıları kâmil ve erdem sahibi olanlardır desek kim itiraz edebilir ki? İnsanlığın tekâmülünü, olgunlaşmasını bu kadim duygular belirlemektedir sonuçta.
Söz varlığımızda havanın geçtiği o kadar çok deyim ve atasözü var ki saymakla bitmez. “Hava basmak, hava bozmak, hava çalmak, hava çarpmak, hava değiştirmek, hava hoş, hava patlatmak, havada kalmak, havada kapmak, havadan sudan, havan batsın, havası olmak, havasını bulmak, havaya girmek, havaya kılıç sallamak, havaya uçmak, havayı bozmak, havayı koklamak, ağzını havaya açmak, aklı bir karış havada olmak, dünyayı ben yarattım havasında olmak, leyleği havada görmek, sepet havası çalmak” gibi. Atasözleri olarak; “Hava uymazsa sana, sen havaya uyacaksın”, “El elin iyisinde kötüsünde değil, kendi havasında”, “Köpek havlamakla hava bulanmaz”, “Tencere tava herkeste bir hava” Bunlar gibi daha çok sayabiliriz. Bu örneklerden anladığımız kadarıyla hava üzerinden ne çok şey açıklamaya çalışılmış. Bu sözlerdeki “hava” kelimesini kaldırsanız ortada pek bir şey kalmaz herhalde.
Ayağına hiç taş değmemiş insan yok gibidir. Ama yolu taşlı, çakıllı taraflarından yürümemekte iyi bir tercih gibi gözükse de o yollarda da insanı geliştiren, gücünü diri tutan kimi zorlukların varlığına inanmakta gerekiyor. Her sözü, her tavrı her hareketi eşeleyenler için dünya, kravatını takmış ciddiyetli bir memur gibi iken, hava atanlar için dünya, heyula ve hayretamiz bir panayır dolaşımı olmalı.
Bir Nefes Sıhhat
“Haberim yok âlemin kederinden, yasından/ Gençliğimin adeta sarhoşum havasından”
Orhan Seyfi Orhon
Hava bütün bileşenleriyle bir bütündür. Bu bütünü oluşturan unsurlar; insanların ve bütün canlıların sağlığıyla birincil derecede ilintilidir. Ahlât-ı Erbaa’da denen, insanın sağlığını temin eden dört sıvıdan biri olan kan, hava ile özdeşleştirilir. Âbî (su), narî (ateş), hevaî (hava) ve türabî (toprak) isimleriyle de nitelendirilen dört elementten su= balgam, ateş= safra, toprak= sevda olguları ile benzetmeleri yapılır. Çok çeşitli canlılardan müteşekkil büyük bir canlı olan dünyamızın, galaksideki oluşumunu sağlayan ve farkını ortaya koyan dört unsurdan birisidir ayrıca.
Başta sağlık gibi çok şeyin kıymetini, kaybedince anlıyoruz. En önemlisi de burada, -konumuzla alakalı can alıcı örneği verelim- Bunu en meşhur haliyle Kanunî Sultan Süleyman; “Halk içinde mu’teber bir nesne yok devlet gibi/ Olmaya devlet cihânda bir nefes sıhhat gibi” mısralarıyla dile getirmektedir. Sadi Şirazî, Gülistan kitabında “Her nefeste iki şükür vaciptir; birincisi nefes alabildiğimiz için, ikincisi de onu verebildiğimiz için” ifadeleriyle kıymete karşı şükrü hatırlatıp mahzâ hakikat notunu düşmektedir.
Cahit Sıtkı Tarancı, sağlığı ve mutluluğu havadaki güneş aydınlığında aramaktadır. “Her mihnet kabulüm, yeter ki gün eksilmesin penceremden” demektedir. Başka bir şiirinde, “Ben şairim/ elbette bilirim/ ne zaman açacağını havanın” tahminiyle, bu durumu şairane bir üslupla dile getirmektedir. Ez cümle, sağlık, mutluluk, gençlik ve hayat; daha çok güzel bir hava ile de özdeşleştirilir. “Lakin bir nefes bana bir parçacık huzur” diyen Tevfik Fikret, mütevazı gözüken ama ne büyük bir dilekte bulunmuş değil mi? Yetinme ve mutluluk formülünü en yalın haliyle Orhan Veli; “Bedava yaşıyoruz bedava/ hava bedava, bulut bedava/ dere tepe bedava/ yağmur çamur bedava” mısralarıyla taçlandırmıştır. Sağlıcakla.
İlkay Coşkun
Kültür Ajanda Dergisi
Sayı 134, Ocak 2025
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.