- 113 Okunma
- 4 Yorum
- 5 Beğeni
Semavi ve İlkel Din Nedir
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Dinin Terim Anlamı
Din kelimesinin kökeni ile ilgili çeşitli görüşler mevcuttur. Ancak çoğu araştırmacı
İbrani kökenli bir kelime olduğu konusunda birleşmiştir. Din kelimesi Arapça’ da farklı
anlamlarda kullanılmıştır. Özellikle Kur’an-ı Kerim’de farklı yerlerde, mükâfat, hüküm,
ceza, ibadet gibi anlamlarda, kullanılmıştır.
Din kelimesinin Türkçe’ ye Arapça’ dan geçtiği kabul edilen bir görüştür. Ancak
İslam’dan önce Türklerin, din kavramını ifade etmek üzere çeşitli dönemlerde drm, darm, nam, den gibi kelimeler kullandıkları kaynaklarda yer almaktadır.
Bunlardan drm ve darm kelimelerinin Sanskritçe dharma’ dan, nam kelimesinin Sogdca’ dan geçtiği anlaşılmaktadır
İnanma İhtiyacı
İnanma, antropoloji bakımından insanın varlık-yapısına ait bir fenomendir, bu
nedenle insanın onsuz yaşaması mümkün değildir. Bize göre inanma, insanın genetiğine
kazınmış bir olgudur. İlahi anlamın dışına çıkarsak, inanma ihtiyacı günlük hayatta
kendisini inanma eğilimi şeklinde gösterir. İlk doğduğu anlarda bile insan, güvenebileceği,
kendisini koruyacağına inandığı bir destek, bir kucak arar. Bu destek annedir. İlerleyen
dönemlerde inanabileceği, huzur bulabileceği dostluklar, sevgiler arar insan. Ancak aklı,
mantığı, sezgisi geliştikçe, günlük hayatın dışında, anne gibi, kendini kabul ettirme gereği duymadan her zaman sığınabileceği bir varlık arar insan. İşte bu da insanın yaratıcısıdır.
Tarihin farklı dönemlerinde, farklı toplumlarda birçok varlık yüce yaratıcı olarak kabul
edilmiştir. İlahi dinlerin tek Tanrı’sından tutun da, ilkçağlarda Güneş gibi varlıklar yüce
yaratıcı olarak kabul edilmiştir. İnanma ihtiyacından kastımız her hangi bir varlığı veya
ilahi dinlerin tek yaratıcısını ilah olarak kabul etme eğilimidir. İlkel bir dinin tanrısı veya
ilahi bir dinin yüce yaratıcısı burada aynı kategoridedir. Sonuçta insan kendisinden güçlü
bir varlığı yaratıcı olarak kabul etme eğilimine her zaman sahip olmuştur.
Hiçbir şekilde yüce yaratıcı tanımayan veya yaratıcı sıfatını gözle görülebilen
varlıklara yükleyen insanlar da mevcuttur. Bu insanlar, her türlü ortaya çıkışı, yaratılışı
doğaya veya onun içinde bulunan Ay, Güneş, yıldızlar gibi nesnelere bağlamaktadırlar.
Bize göre bu da bir inanma şeklidir. Öyle ya da böyle, var oluş yine, insandan güçlü bir
nesneye bağlanmaktadır. Tabii bu insanlar, zor zamanlarında yardım et doğa diye yakarırlar mı bilemeyiz ancak çok çarpık da olsa burada bile insanın kendisinden güçlü bir varlığı yaratıcı olarak kabul ettiğini görmekteyiz. Ateist denilen ve aslında toplam insan nüfusuna oranladığımızda az sayıda olan insan grubu ise hiçbir şekilde bir yaratıcının olmadığını ileri sürerler. Böylesi aşırı tipleri yorumlamak zordur. Zannederiz ki bu insanlar, tıp biliminin araştırma sahasına girmektedirler. Çünkü bu düşünce bize göre insana ait değildir. İnsanın varlık yapısına ait olan, inanma fenomenine rastlanmayan insanın, çocukluk ve gençlik dönemi mutlaka incelenmelidir. Böylesi kişiler bize göre ruh dünyalarında tahribata yol açan olaylar neticesinde bu düşünceye varmışlardır diye düşünüyoruz. Tıpkı bazı insanların da yaşadıkları ağır ruhsal sarsıntılar sonucu, dini çarpıtarak, onu yaşamada aşırıya kaçmaları, bu aşırılığın bütün hayatlarını olumsuz etkilemesi gibi. Hiçbir yaratıcı tanımayan kimsede tanrı tanımazlık, dini yaşamada aşırıya giderek kendisini ve dinini yozlaştıranın bu yaşantıları her iki tip için de afyon etkisi yapar. Her ikisi de, kendilerince ağır sarsıntıları görmemeyi, hissetmemeyi sağlar. İkisi de bir çeşit kaçıştır. Bu nedenle bize göre bu tip davranışları sergileyen insanların ruh dünyalarında akıl sağlıklarını etkileyen bozukluklar olması oldukça güçlü bir ihtimaldir.
Belirttiğimiz gibi, inanmayan bir insan ne vardır, ne de düşünebilir. İnanma
fenomeni, tıpkı bilgi ve devlet kurma fenomenleri gibi insanın varlık yapısına, insan
olmaya özgü bir fenomendir; insan hangi kültür düzeyinde bulunursa bulunsun, hiçbir
yerde eksik değildir. Nitekim inanma fenomeni, en ilkel insan topluluklarında bile vardır.
Bu yüzden ilk insanların din görüşü de inanma ihtiyacının bir neticesidir. Çünkü yaratıcı
Din tanımlanırken, mutlaka içinde bulunulan inanç sisteminin bu tanımlamada
etkisi olacaktır. Ancak pek çok din, özellikle semavi dinler, bu tanımlamada ortak
noktalarda buluşabilmişlerdir.
Hayvanların idrak melekelerinin içgüdü dediğimiz şeyle sınırlı olmasına karşılık,
insanın asıl idrak melekesi akıldır.
Bal yapan bir arı yaptığının iyi ya da kötü olduğunu düşünmez. Sadece içgüdüleriyle hareket eder.
Ancak odun kıran bir insan yaptığının sonuçlarını düşünür. Odunu nasıl kıracağını,
odunları nasıl satacağını ve bu işin fayda ve zararlarını hesap eder. Akıllı insan,
davranışlarını etkileyen en küçük olaydan hareketle en
önemli meselelere kadar zaman ve mekânda sınırsız kâinatla ilişki kurmalıdır.
İşte, insanın kendisini parçası hissettiği ve davranışları için yol gösterici ilkeler çıkardığı o bütünle ilişkisidir din.
Yani din; insanın zamansız ve mekânsız kâinatla ilişkileridir. Din insan ile
mutlak yaratıcı arasındaki bağdır. Dinin esası, en yüksek insanî niteliklere sahip kişilerin, gücünü üzerinde hissettiği sonsuz varlık ya da varlıklarla ilişki kurması şeklinde
tanımlanmıştır. Tüm dinler insanla, insanın kendini bir bütün hissettiği, yol gösterici ilkeler edindiren sonsuz varlık arasındaki ilişkidir.
Dinlerin Ortak Özellikleri
Yeryüzünde ortaya çıkan ilk dinden, insanlığın kabul ettiği son dine kadar bütün
dinler, mânanın farklı biçimde kabulü ve uygulanması şeklinde karşımıza çıkmıştır. Ancak
mânanın genişliği, yorumların da çeşitlenmesine sebep olmuştur. Böyle olunca da dinler
birbirinden çok farklı hale gelmiştir ancak bütün dinlerde bazı ortak özellikler her zaman görülmüştür. En temel ortak özellik, dinin, insanın dünya ve ahiret hayatı ile toplum hayatını düzenleme amacıdır. Ahiret ve toplum hayatını düzenleyen kurallar temel olarak inanç ve ahlakla ilgilidir. Bu nedenle bütün dinlerin ortak özelliklerini inanca ve ahlâka ait ortak özellikler şeklinde ikiye ayırmak mümkündür:
a- İnanca Ait Ortak Özellikler
aa- Tek Tanrı inancı
ab- Vahiy
ac- Peygamberler ve Dinin Kurucusu
ad- İnsanüstü Varlıklar (melekler, cinler v.s.)
ae- Ahiret İnancı
af- Haşr (Ölümden sonra dirilme)
b- Ahlâka Ait Ortak Özellikler
ba- Adam Öldürmemek
bb- Hırsızlık Yapmamak
bc- Zina Yapmamak
bd- Yalan Söylememek
.
Dinlerin bu ortak özelliklere sahip olmasının iki önemli nedeni olabilir. Birinci
olarak özellikle ahlaka ait ortak özelliklere baktığımızda bütün dinlerin ideali yaşatmayı
çabaladığını görüyoruz. Örneğin sebepsiz yere adam öldürmek her yerde her dönemde kötü karşılanmıştır. Dinler kötü olan davranışları, dünyayı ve ahiret hayatını düzenlemek
amacıyla yasaklamıştır. İyi olan, doğru olan, yani ideal tektir. Dinler de bu ideale ulaşma gayreti ile ortaya çeşitli kurallar koymuştur. Hiçbir dinde haksız kazanç sağlayan dünyasını da ahiretini de kurtarır veya hırsızlık erdemdir gibi yaklaşımlar yoktur. Tabi burada dinler derken, dinlerin özünü kastetmekteyiz. Dinin meşrulaştırma aracı olarak kullanılması neticesinde şahısların veya bazı devletlerin davranışları ve söylemleri bu tespitimizin dışındadır. İdealin bir olması, dinler arasında bu ortak özelliklerin ortaya çıkmasının
ilkel denilen kabilelerin dinlerinde bazı ortak özellikler göze çarpmaktadır.
Bu özellikler kısaca şu şekilde özetlenebilir:
1- İlkel kabîle dinleri, bir kabile (veya topluluğa) özgüdür ve genellikle o kabîlenin
adıyla anılır (Dinka Dini, Maori Dini, Ainu Dini, Ga Dini, Pigme Dini gibi). Gök Tanrı
dinini Çinlilerin Türk dini olarak adlandırmaları bu özelliğe güzel bir örnektir. Ancak Gök
Tanrı dininin ilkel kabîle dinleri sınıfına girdiğini düşünmemekteyiz.
2- Bu dinler mahalli bir özelliğe sahiptir ve bu dinlerden evrensel bir din
gelişmemiştir.
3- Bu dinlerin kutsal kitapları ve yazılı kaynakları yoktur.
4- İlkel kabîle dinlerinde genellikle bir Yüce Tanrı inanışı göze çarpmaktadır. Her
kabîle, onu kendi diliyle ve kendisine özgü bir şekilde adlandırmaktadır. Bu Yüce varlığın
nitelikleri, diğer tanrılardan ve ruhlardan farklıdır.
5- İlkel kabîlelerde fert, dinin tabiî üyesidir ve ayrı din seçme şansı yoktur.
6- İlkel kabîle mensuplarında büyüye ve büyücüye ilgi büyüktür.
7- İlkel kabîle dinlerinde din kurucusu söz konusu değildir.
8- İlkel kabîle dinlerinde ruhun çeşitli şekillerde yaşadığına inanılmakta fakat
Ahiret ile ilgili telakkilerinde açıklık görülmemektedir.
9- İlkel kabîle dinlerinin kendine has törenleri, dansları ve kurban usulleri
bulunmaktadır. İbadet, kabîleden kabîleye farklılık göstermektedir. İlkel kabîlelerde ibadet;
genellikle Yüce tanrı veya ondan daha alt seviyelerde bulunan tanrılar ve yüksek ruhlardan oluşan varlıklara tapınma ihtiyacının ortaya çıkardığı ferdi tecrübelere dayanan davranışlar şeklindedir. Bu ibadetlerde; Yüce tanrıya dua edilmekte, bazı hayvanlar kurban olarak sunulmaktadır.
kaynak: Arş. Gör. Murat Öztürk
Fırat Üniversitesi- Elazığ
academia.edu
YORUMLAR
Kıymetli hocam,
İlmi temellere oturtulmuş bu çok güzel
Yazınızı ilgiyle okudum.
Gecenin şu vaktinde konu başlığını görünce ve siz değerli öğretmenimin güne düşen yazının altında isminizi görünce ilgiyle okudum.
Yarin dinç kafayla tekrardan okuyacağım.
Küçük bir notum var.
Ateistler, "insan düşünen bir hayvandır "
Felsefesiyle yaşam tarzlarını oluşturmuşlar.
Ve var oluşu tamamen tesadüfe bağlıyorlar.
Çok sohbetlerim oldu onlarla.
O yüzden tek kuralları "kuralsızlık"
Yani.".çarşı her şeye karşı "
Bu yuzden çoğu Beşiktaş taraftarı.
En azından benim tanıdıklarım.
Neyse başınızı ağrıttım
Uzatmayın...zira çok uzun bir konu.
Çok saygımla
Tebrikler ederim.
"Semavi ve İlkel Din Nedir" başlığı altında din tanımını kronolojik olarak en anlamlı bir şekilde ifade eden ve herkesin bilmesinde yarar olan bu paylaşımınız için gönülden kutluyorum tebrikler efendim.
Güne gelmesi herkesin okuması açısından isabetli olmuş.
Sonsuz selam ve saygılarımla.
Esenlikler diliyorum.
Müjgan Akyüz
Yazı semavi dinler ile ilkel kabile dinleri farkını anlatıyor sadece ağırlıklı olarak konusu bu.
Benim inancıma göre bir yaratıcı mutlaka var ama bu bize yutturulan din ile alakası yok bunun. Peygamberimizin ölümünden 200 sene sonra yazılmış hadislerle hiç ilgisi yok dinin. Zaten kendisi yaşarken hadis yazanlara kızmış, toplatmış ve yaktırmış. Yani hadisler yasak aslında ama tam tersine uydurma hadislerle yönetmeye kalkıyorlar toplumu, böylece din anlaşılamaz hale geliyor.
Eğer araştırma yapmasam bende ateist olurdum.
Çok farklı kaynaklardan yararlanmak gerekiyor.
academia.edu tavsiye edebilirim. Youtube de gerçeği bul kanalı var, çok ilginç. Üstün ırkların bizi dünyaya yerleştirdiğinden bahsediyor bir videosunda.
Çok zevk veriyor bana yeni kapıları aralamak, sizin hoşunuza gitmiyorsa araştırmak benim elimden bir şey gelmez, beni de ilgilendirmez aslında.
Müjgan hocam, gayet güzel bir din araştırması makalesiydi okuduğum. Benim de ilgi alanıma giren bir konu. Dinleri ilkellikten alıp, semavi dinlere kadar getiren süreci gayet net olarak anlatmış. İlkel dinlerde de semavi dinlere benzeyen yönleri vardır ancak yazınızda da belirttiğiniz gibi ilkel/batıl dinlerde dine dair herhangi bir belge/ayet ve öncüsü yoktur. Atalar kültü'ne yaslanan ilkel dinler de ölmüş ama önder ve bilge olarak görülen büyüklerin ruhları Tanrı ile iletişim kurduğuna inanırlar ve onun nezdinde yakarışlarda bulunurlardı. Suçlar, cezalar toplumu ıslah etmeye yöneliktir. Kutlarım Müjgan hocam. Faydalı bir konuydu. Emeğine saygıyla