- 76 Okunma
- 0 Yorum
- 3 Beğeni
Ücra
Bazen sadece bir yetişme çabasıdır hayat. Uzanma, kıpırdama, koşma bazen… Kurmacadan ibaret sözlerle bir yere varılmaz, dibe bile gidilemezdi. Üzerine yakışan kelimeler bile kurmaca, yapışsa, yüzünü dağıtsa, kaşlarını belirsizlikle çattırsa bile. Gözlerinin içine bağırılan, ortasına sahte bir gülümseme yerleştirilen nidalar da düzmece. İyiliğe bandırılan o incelikli, düşünceli konuşmalar kurgusal bir filmden alınmış eşsiz bir sanat eseri gibi kulaklarında çınlıyor. Eylemsizlikten, kıpırtısızlıktan geçilmeyen anlardan sonra, uzaktan değmeye çalışan her söz kurgusal bir ayin. Bunların içinde, inanmadan geçen zamanlarına yazıklanmıyor, güzelliğe dokunsa dâhi, içinde iyilik barındırmadığı her kurgu kartopu gibi büyürken içinde, kıpırdanıyorsun. İnanmamayı seçmek de en yerinde bir eylemdi, içselliğinde, dışarı böyle vuruyordu bazı şeyler. Kendi üzerine yığılmış, belirsiz bir bulut gibi. Neyse ki sadece kendi üzerine devriliyordun.
Şimdiyi sakladım nicedir, geçmiş saçılmıştı üzerime, kaldıramıyordum bunca şeyi. Ayla örtünüyordum dolu gecelerde, asırların gerisindeki sisleri özlüyordum nicedir. Buğulu camların dokunulma ihtimali kalbimi çileden çıkarıyordu, etrafımdaki hiçbir buğuya dokunmadım, saklama ve gizlenme ihtimallerine karşın. Her baktığımızda farklılaşmış silüetimizle birlikte camlarla, buğularla biraz daha gömülüyorduk, öyle güzel beceriyorduk ki ölmeyi, insan hayret ediyordu, hayreti bir yana atıp, korkuyu öğreniyordu, tam buradaki korkmayı. Yüzlerimize bakarken medeniyetten, gözlerimize bakarken uygarlıklardan, karşımıza dikilip, geleneklerden bahsediyorlardı, herkes bir diğerinin saklısı, bir başkasının hesabıydı sanki âlemde. Ayaklarımın haklı geri dönüşleri, bu ulaşılmaz yollar, ulaşılamayacak anlar, başka yollara çıkarken, beni daha başka biri yapmıyordu, ilerledikçe adımlar. Büyük bir titizlikle değişmiyordum, üstelik elimde değildi, Zamanın fark edilmezliği, bizi biraz daha görünmez yapıyordu ve aslında herkes birbirinin hem ilgilendiği, hem de yerine göre ilgilenmediğiydi, kendi gizli kurallarınca. Göğe sabitledim bakışlarımı, bir yıldız kaydı önümde, başka bir zamanda hissettim, belki başka bir şey olur diye. Aynılıktan kurtulamadığımız günlerin ağırlığı çöküyordu üzerimize, hain bir kasvetle. Taşın ağırlığı, buzun soğuk keskinliği gibiydi bıraktığın çağrışımlar.
Ulaşılmazlığın da gerisinde kaldığımı, hiçbir yere varamadığımda öğrendim. Gerçeği yansıtmayacak her iyi sözde biraz daha endişe birikiyor gözlerimizde. Var olmaktan korkuyoruz, yeniden doğmaktan ürker gibi, çoğalmaktan, değişmekten, başka bir şeye karışıp, başka biri olmaktan korkuyor, karıştıkça bulamaç olmaktan tiksiniyoruz. Zamanın değişmezliği, her zamanın kendine olan ihanetiyle birlikte, yapıların kalıcılığı, çoğalışı, değişmesi, kendini unutturma çabası içinde bu yük, tehdit edici ve ezici, tozla, bulutla, taşla bile ilgili değil üstelik. Daha kalıplaşmış varsayımlar nedeniyle, uğruyoruz bu yozluğa.
Dilim sözlerini unuttu, yüzüm gözlerini bıraktı. Mevsimler geçti üzerinden, kilolarca ağladık bu arada. Kendi kollarımla kendi gövdeme sarılmaya başladığımın üzerinden de yıllar geçti. Söylenmeyen sözler yüreğimi sızlattı, söylenmeyecek her şeyin kalbimde izi vardı. Fotoğraflarda hâlâ görünmeyen şeyler vardı, bu sıcağı gösteremiyordu güneş, bu buğuyu saklayamıyordu gözlerim. Gizlemeyi beceremediğim içindi sana açılışım, evden çıktığım sokak uzaklara bakıyordu, bacaklarım hep gidiyordu, sana gidiyordu, senden gidiyordu, uzaklara gidiyordu, bir yüreğin kaldıramayacağı bir kalbin yükü vardı üzerimde. Sonra her şeyden daha da uzağa, kimseyi görmeyecek kadar, her gördüğüm duyduğum gibi olmuyor, her duyduğum bildiğim gibi değil artık. Tam gitmek üzereyken, bir kere daha boşluğa düşmeye hakkım yoktu, boşluğun sesi yoktu, ancak sanabilirdik bundan sonra, varsın zannederdim, elimi tutuyorsun diye bilirdim, aynı adımları atıyoruz hoşluğuna düşerdim. Sabah olmuştu, terk edilmek için mükemmel bir güneş, gözlerimden ay ışığı defolup, gitmişti. Acıların çoğaldıkça umarsız olmayı da öğreniyorsun, ben bildim, bu yüzden suskunum, yorgunluğumun altına gizleyecek kadar her şeyi, öğrendim. Çocukluğumdan düştüm, kendi elimle tutunamadığımdan, bir çift ödünç el de bulamadım, geçtiğim yıllar sabrımın sonunu getirmedi, o son parçayı da paramparça ettim. Kırık, yarım, birkaç parça sakladığım inançlar da tükenmek üzere, kendine inanmayan birinin bir başkasını gayet de kolayca, yalandan göreceğini bildiğimi biliyorum şimdilerde.
Sisli günlerin, puslu, soğuk kış günlerinin ettikleri yetmiyormuş gibi bir de yüzünün çekilmesi gözlerimin önünden…
Çoktan seni güçlü bir iletiyle bıraktığım boşluktan hiçbir şey olmamış gibi, sadece hortlaklara mahsus cesaretin ve vurdumduymazlığınla yine dikildin bir gece yarısı, aklımdaki yerine. Tenimi gizlediğim, gövdemi görünmez, içimi artık bilinmez yaptığım zamanlardan birinde, boşluğundaki o sesi, bir başkalık zannettim. Bunu bildim, boşlukları, çukurları bu yüzden sevdim, eskiye özgü duyguların, hayaletleri, belki kelimeleri bulunur diye çünkü bulunursa, bilinir de olacaktı. Ama her şeye rağmen, hiçbir şey olmamış gibi çıkıp, geldiğin o yerden bana sadece keder bıraktın, içimde de pişmanlık. Başkalık değil, yokluktun, ancak içimdeki boşluğa çarpabilirdi sesin, bazen iki dünya bir araya gelse olmayacak şeyler vardır, dolmayacak zaman vardın. Ulaşmayacak kelimeler, söylenmeyecek sözler birikecekti böylece, asla bir araya gelmeyecek iki kelime gibi, uzak bir şiirin içinde birleşmiştik. Bundan sonrası beyhude çaba, herkes kadar hiçbir şey olmamış gibi yapabilseydim bu durumun da çözümünü bulabilirdim ama ben hiçbir şey olmamış gibi yapamıyordum hiç. Yine tarifsiz üzülmelerle kalıyordum. Kışı bunca beklerken, daha yeni gelir gelmez, karıştığım sen, bulaşan illetler, peşimi bırakmayan afakanlar, kurtulamadığım darlıklar. Feraha ermek için belki komple boşluk gerekiyordu, biz doldurmaya çabaladıkça.
Sabaha karşı’ları olmayan günlerin, uykusuzlarıyız. Dilinde duyulmayan şeyler vardı, içinde anlaşılmayacak yerler, kendime sarılmış oturuyordum, başka nasıl durabilirdim ki, içimdeki en bildik yabancıydın. Aklımı kelimelerinle kurcalarken, kalbimi ıstıraplarla bulandırıyordun. Gözlerim harabeleri geçip, uzakları dolanıyordu, yok yere kışın yükü varken bir de üzerimizde, bu seslerin üzerindeki sessizlik, içimizi ağırlaştırmıştı. Seni uzaklara bırakmam da yetmemişti, affedilmeyecek şeyler, geçilmeyecek köprüler, unutulmayacak günahlar vardı aramızda. Gözlerime yansıyan ayın ışığı şahitti bu körlüğüne, anlamsız bir trajediydi hâlindeki maraz. Söküp, alamıyorum, kurtaramıyordum, kendimi de senin olmayan başka uzaklara bırakıyordum, yolu bulamazsak, uzaklardan kurtulamaz, birbirimizi de yeniden bulamazdık. Bu cümleden sonrası uzun bir nefeslenme, soluduğumuz havanın buzluğu bizi de dondurmuştu bir süreliğine.
Kuşlar havalandı yüreğimden, heyecandan zannettim. Barışmıyordu hiçbir kelime diğeriyle satırlarımda. Kimin kavgasının devamıydı bilmiyordum. Gece olmuştu, buna rağmen yıldızlar da terk etmişti yazdıklarımı, üstelik bu kelimeler karanlıktan bu kadar korkarken. Bilmiyorum bundan sonra nasıl tanımlayacağım; kederi, korkuyu, zamansızlığı, onsuzluğu ve ölümü. Neyle tamamlayacağım; avuçlarımdaki yokluğunu, içimdeki boşluğu. Çaresizliğin altını bir kez daha çizen kaleme sarıldığımda, gözlerim susuyor, dudaklarım kilitleniyor, iki kelime etmiyoruz artık bir araya gelsek de.
25.12.2024 15:00
Nevin Akbulut
Not: Bu yılın son yazısı. Yeni yılda çok daha güzel yazılar yazarız umarım hep birlikte. Bu vesile ile sağlıklı, boşluksuz, huzurlu, sakin, kedersiz bir yıl olmasını dilerim hepimiz için.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.