- 30 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
ŞAİR AYDIN YÜKSEL’İN ‘DÖNELİM OĞUL’U GERÇEK OLDU!
Edebiyatdefteri.com sayfasına asılan şiiri ve en çok da ‘Aylan Bebek’leri anımsayalım önce:
DÖNELİM OĞUL
Menzilimizde meçhul bir belde
Suya inmiş bir ceylan ürkekliğinde
Yol boyu eceli taşıdık içimizde
Dönelim oğul, dönelim
Batsak ölüm buralar, kalsak çile.
Öleceksek topraklarımızda ölelim.
Bize mutluluk dediğin nedir ki
Mademki bir yosunun taşları sevdiği kadar
Gel topraklarımıza dönelim oğul
Ötesi için yaşamanın ne önemi var.
Boynumuza astıkları onursuz bir yaşam
Yasak kıyıların taşlarına geçmiş tırnaklarımız
Yorgunuz
Sırtımızda hançer gibi denizin ıslaklığı
İliklerimize kadar yokluğu hissediyoruz
Buysa yaşamak denen an
Evimize dönelim oğul
Yoksul ölmek güzeldir inan.
Gökyüzünü çaldılar üstümüzden
Yıldızlarımızı kopardılar birer birer
Topraklarımız yangın yeri.
Anılarımız kül yığını
Bacamızda tüten dumanı vurdular.
Dönelim oğul, dönelim
Öksüz kalmış çocuklar uğruna dönelim
Aştığımız suları çektiğimiz acıya say
Öleceksek adam gibi ölelim.
Varsın her bedene ölüm kussunlar
Her nefese kurşun
Dönelim oğul
Sonumuz topraklarımızda olsun
Bir gün Ebabil kuşları gelecek inan
O küçük mezarlar üzerine ant olsun.
AYDIN YÜKSEL (14.11.2015- ANKARA)
Ve bu fakir, şiir hakkında şunları yazmış o yıllarda:
Her gün acı haberleriyle kahrolduğumuz, çoğunluğu Suriye kökenli ama genel anlamda halkı yoksul çatışma bölgelerinden olan “sığınmacı” her yaştan insanın yürek sesiyle konuşmadır, bu şiir. Bilhassa son iki yıldır ülkemizin Batı sahillerinden şişme botlarla ve güvensiz can yelekleriyle önce Yunanistan’a ve oradan da imkânları daha çok, insanca yaşama standartları daha yüksek AB ülkelerine ilticanın yürek burkan hikâyesini bize; bir mülteci babanın oğluyla birlikte ölümüne yolculuğu içinden aktarıyor: “Menzilimizde meçhul bir belde / Suya inmiş bir ceylan ürkekliğinde / Yol boyu eceli taşıdık içimizde” diyen babanın sığınılan yerde, oğluna itiraf ettiği bir pişmanlığa dönüşüyor durumları: “Batsak ölüm buralar, kalsak çile”. Terk edilen vatan topraklarının hüznü ve pişmanlığı çöküyor yüreğine: “Yosunun yurt edindiği taşları sevdiği kadar bir vatan sevgisi, insan mutluluğu için kâfi ise; Gel topraklarımıza dönelim oğul / Öleceksek topraklarımızda ölelim”.
Yasak yollardan son bir umutla yola çıkanların bu kaçış sürecinde maruz kaldığı tehdit, tehlike ve aşağılanmalar, onların tercihi değil, çaresizliğidir: “Boynumuza astıkları onursuz bir yaşam / Yasak kıyıların taşlarına geçmiş tırnaklarımız” derken, yoksulluktan daha beter ve ölümü bile daha munis gösteren bir mahrumiyete işaret ediyor baba: “Yorgunuz / Sırtımızda hançer gibi denizin ıslaklığı / İliklerimize kadar yokluğu hissediyoruz / Buysa yaşamak denen an / Evimize dönelim oğul / Yoksul ölmek güzeldir inan”. Ama pekâlâ biliyor ki, geriye dönüldüğünde de, koşullar ağırdır, yaşanılası değildir: “Gökyüzünü çaldılar üstümüzden / Yıldızlarımızı kopardılar birer birer / Topraklarımız yangın yeri”. Tarif edilen bu durum, kendi iradeleri dışında gelişmiş ve aile saadeti zalim eller tarafından saldırıya uğramıştır: “Anılarımız kül yığını / Bacamız da tüten dumanı vurdular”. Yuvası ve vatanı tarumar edilmiş adam için, şiir boyunca bir “leit motif” olarak, dramatik anı netleştiren ve duygu yoğunluğunu artırmak üzere çeşitli şekillerde tekrarlanıp duran “1. Dönelim oğul, dönelim, 2. Gel topraklarımıza dönelim oğul, 3. Evimize dönelim oğul, 4. Öksüz kalmış çocuklar uğruna dönelim” nakaratı, şiirin ana duygusunu veriyor aynı zamanda. O kadar kuvvetleniyor ki bu dönme isteği, sonunda aynı sıkıntıları çekerek ve hatta vatan topraklarında öleceğini bile bile bir ısrara dönüşüyor babanın ağzından: “Aştığımız suları çektiğimiz acıya say / Öleceksek adam gibi ölelim”. Genelde çocuklar büyüklerine tuttururlar; burada tersi oluyor ve duygusundan ziyade varlığı şiirin atmosferinde etkili olan çocuğa, baba “geri dönelim” diye ısrar ediyor. İnsan onuru, en kötü şartlarda bile kendi vatanında ayaktadır! Çünkü dışlanma, mülteci olma, başka insanların vatanında onların himmetine sığınma kişiyi zavallı kılar, yaralar. Akıbet her ne olursa olsun-sonu ölüm bile olabilir- razıdır ve kendi ölümlerinin ancak vatanlarında, insan onuruna yaraşır bir ölüm olacağına inanmaktadır: “Varsın her bedene ölüm kussunlar / Her nefese kurşun / Dönelim oğul / Sonumuz topraklarımızda olsun”. Oğlunu bu dönüşe ikna etmek için, ona çocuk ölümlerinin çok olduğu kanlı topraklarda ebabil kuşları (Ebabil Kabeyi yıkmaya giden Ebrehe ordusunu ayak ve gagalarından attıkları taşlarla bozguna uğratan kuşlar olarak bilinir.) müjdesini verir: “Bir gün Ebabil kuşları gelecek inan / O küçük mezarlar üzerine ant olsun”.
Aydın kardeşimi, gündemimizden düşmeyen bu trajik olguya, farklı ve insan yüreği zaviyesinden baktığı; konuyu hamaset ve siyaset yapmadan şiir olgunluğu içinde işlediği için de tebrik ediyorum.
***
Tarihe düşülen bir nottur bu şiir... Çünkü insan var, yürek var içinde... Bakın, aradan on yıl geçmiş aşağı yukarı... O zaman doğanlar bile dokuz on yaşında şimdi. Mazlum ve mülteci Suriye halkı ise buruk bir hüzünle, çekilmiş acıların yüküyle de olsa umutlu ve sevinçli dönüyorlar ülkelerine. Vatanlarına ve kendilerine dair gelecek hayalleri kurarak, hayallerini gerçeğe dönüştürecek bir azimle hayata katılıyorlar şimdi. Allah’ın adaleti işledi şüphesiz. Ama kulun kuldan hesabı kaldı geriye. Ve zalimler zulümleriyle, yakıp yıktıklarıyla yüzleşecekler mutlaka... Şiirdeki oğulun ve babanın hakkı teslim edilinceye kadar, inşallah.
Abdurrahman GÜNAY
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.