- 32 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
YÜREKLERİ DONDURAN SARIKAMIŞ HAREKÂTI
M. NİHAT MALKOÇ
Buzların yastık, karların yorgan olduğu ölüme susamış bir mekândır Sarıkamış.
Acıların beşiğidir Sarıkamış Harekâtı. Bembeyaz karların üzerinde son nefesini verenlerin sükûtudur. Körpe bedenlerin karlara ekildiği buz gibi bir mevsimdir. Gecelerin eksi otuzları gördüğü bir garip zaman dilimidir. Sıla hasretiyle yanıp tutuşanların karlara ve korlara karıştığı, gözyaşlarının azık, duaların silah olarak görüldüğü bir acayip demdir.
Sarıkamış, kahraman askerlerin buzdan anıtlara dönüştüğü, zamanın durduğu mahzun bir coğrafyadır. Şahadet bahçelerinde kardelenlerin esas duruşa geçtiği uhrevî bir iklimdir. Karların üstünde yatan kardan daha beyaz yüreklilerin sonsuzluğa göç merasimidir.
Kahraman Türk askerinin zalim Moskof’a değil dumanlarla kaplı Allahüekber Dağları’nda tipiye yenildiği talihsiz ve hüznü tarifsiz bir yerdir Sarıkamış! Yalvarış ve yakarışların arşı inlettiği, buzların yastık, karların yorgan olduğu tuhaf bir mekândır.
Yorgunluktan ve uykusuzluktan yürümeye bile dermanı kalmayanların çarelerinin tükendiği, çaresizliğin boy verdiği, acıların koyverdiği diyardır Sarıkamış. Geçit vermez Soğanlı Dağları’ndaki yıldızların bile ışığını esirgediği zifiri karanlıkları bağrında saklayan bir coğrafyadır bu topraklar. Zemherinin bütün acımasızlığıyla yiğitlerin üzerine abandığı yerdir.
Yemen sıcağından dönenlerin nefeslerinin donduğu, gecenin ayazının yüzleri bıçak gibi kestiği, umutların umutsuzluğa dönüştüğü bir garip beldedir Sarıkamış. Ahiret uykularına yatan kefensiz kuzular o toprakları sonsuzluk mekânı edinmişlerdir kendilerine.
Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’nda mücadele ettiği cephelerden biri olan Kafkas Cephesi’nde cereyan eden Sarıkamış Harekâtı büyük bir trajediyi içinde barındırmaktadır. Bütün savaşlar acıları beraberinde getirse de, tarihte örneğine çok az rastlanabilecek Sarıkamış Harekâtı başka savaşlarla kıyas edilemeyecek kadar elim ve vahim bir savaştır. Eksi 20, hatta 30 derecelerin görüldüğü dondurucu bir havada, metrelerce karın her tarafı kapladığı bir ortamda paltosuz ve ayakkabısız askerlerin durumunu düşünmek bile istemeyiz.
Türk tarihinin dönüm noktalarından biridir Sarıkamış Harekâtı.
Türk tarihinin dönüm noktalarından biridir Sarıkamış Harekâtı. O ki tarihimizde yaşanan en büyük faciaların başında gelir. Hüznün ve acının kristalleşmiş hâlidir bu (z)amansız harekât. Mahzunlaşan yüreklere in(diril)en en ağır silledir. Burada şahadet mertebesine erişenlerin bir kısmı donarak, bir kısmı vuruşarak, bir kısmı da salgın hastalıklardan dolayı bu sonlu dünyadan sonsuz âleme göç eylemiştir.
Sarıkamış Harekâtı bu milletin acılarını katmerleştiren sıra dışı bir faciadır. Onun içindir ki zamanında tam üç yıl boyunca Harbiye Nezareti tarafından sansürlenmiş, üzerinde konuşulması, yorumlanması yasaklanmıştır. Zira o dönemler çetin savaşların ve hezimetlerin ardı ardına geldiği talihsiz dönemlerdi. Askerin ve milletin moralinin bozulmaması, aksine üst düzeyde tutulması gerekirdi. Öyle de yapmışlar. Hatta cepheden uydurma zafer müjdelerini İstanbul’a bildirmişler. Binlerce askerimiz öldüğü hâlde bu, millete zafer diye yutturulmuştur. Gerçekler daha sonra, çok daha sonra öğrenilebilmiştir. İnsanlarımız ancak bir asır sonra hadiselerin gerçek anlamda farkına vararak onları muhasebe etme imkânı bulmuştur.
Enver Paşa, Osmanlı Padişahı Sultan Abdülmecit’in torunu ve Şehzade Süleyman Efendi’nin kızı Naciye Sultan (Killigil)’la evliliği” nedeniyle saraya damat olmuş, kısa sürede albaylıktan generalliğe terfi ederek Harbiye Nazırı olup ülkeyi Almanların yanında I. Dünya Savaşı’na sokmuştu. Sarıkamış Harekâtı’nın da gerçekleştirildiği Kafkas Cephesi de bu savaşın duraklarından biriydi. Enver Paşa’nın doğuya dair hayalleri onu yeni maceralara atılmaya zorlamıştır. Kendine uçuk kaçık hayallerle dolu ütopik bir dünya kuran Enver Paşa, Doğu Cephesi’nde Ruslara karşı başarı sağlamak suretiyle Almanları rahatlatmak istemiştir. O da Almanlar istiyor diye sonu felâket olacak böyle bir uçuruma yol almıştır.
Hasan İzzet Paşa’nın “senenin en uzun ve en soğuk günlerinde” yapılan bir harekâtın, büyük bir hüsranla sonuçlanacağını ısrarla söylemesine rağmen bu uyarılara kulaklarını tıkayan Enver Paşa, Hafız Hakkı’nın verdiği raporlara güvenerek harekât kararını almıştır. Enver Paşa güya Kafkasya fatihi olarak Hindistan’a ilerleyecek, bütün Orta Asya’yı Türk bayrağı altında toplayacaktı. Bu hayaller onu her geçen gün hakikatlerden uzaklaştırmıştır.
Hasan İzzet Paşa’nın “Erzurum ve civarında genel bir savunma yapmak, bahara dek Rusları oyalamak ve ordunun eksikliklerini tamamlayarak taarruza geçmek" fikri Enver Paşa tarafından kabul görmemiştir. Enver Paşa, Hafız Hakkı Bey’in “Dağlar üzerinden yollar keşfettirdim. Bir kısmını kendim de gördüm, bu mevsimde yollardan hareketin mümkün olduğuna kani oldum.” muhtevalı raporlarından daha çok etkilenmiş ve ikna olmuştur.
Böylece Hafız Hakkı Bey yarbaylıktan albaylığa terfi ettirilerek bu harekâtın bir anlamda onayı verilmiş olur. Kışın en sert dönemine rastlayan bu harekâtın biraz ertelenmesini isteyen Hasan İzzet Paşa’ya “Yemin ederim, eğer hocam olmasaydınız sizi astırırdım!” diyerek sert bir şekilde tepki gösteren Enver Paşa, onu kumandanlıktan alarak, görevi bizzat kendisi üstlenmiştir. Böylece Allahüekber Dağları’nın karını, kışını hafife almışlardır. Bu durum onların hırslarının esiri olduklarını gösteren somut bir delildir.
Enver Paşa, "Kafkasya Fatihi" olma hayaliyle gerçekleri görmekten çok uzaktı.
"Kafkasya Fatihi" olma hayaliyle gerçekleri göremeyecek kadar körleşen Enver Paşa’nın Kafkasya’yı fethetme,Orta Asya devletlerini Türk bayrağı altında toplama ve neticede ta Hindistan’a kadar gitme hayaliyle başlattığı, ancak iki hafta sürdürebildiği Sarıkamış Harekâtı, Osmanlı ordusunu paramparça ederek savaşamaz duruma getirmiştir. Bu vahim hadise uzun yıllar boyunca toplumumuzun hafızasında kendine yer edinmiştir.
Koca bir orduyu paramparça eden Sarıkamış Harekâtı, 22 Aralık 1914 tarihinde başlamıştı. Bu harekât, I. Dünya Savaşı sırasında, 22 Aralık 1914 ve 6 Ocak 1915 tarihleri arasında Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya arasında Sarıkamış ve çevresinde (Oltu, Narman, Penek, Horasan, Bardız, Micingirt, Karaurgan, Divik) gerçekleşen muharebelerdir.
Aslında iyi bir vatansever olan ama gerçekleri göremeyecek kadar da körleşen Enver Paşa bu muharebede Napolyon olma hayaliyle gerekli teçhizattan yoksun orduyu çetin kış şartlarında tam bir felâkete doğru sevk etmiştir. Başta yöreyi iyi bilen Hasan İzzet Paşa olmak üzere, tüm uzman kişilerin karşı çıkmalarına rağmen Enver Paşa gerçeklere kulağını tıkamış, kısa süre de olsa pembe rüyalar görerek hayal âleminde yaşamayı tercih etmiştir.
Enver Paşa bu duygular ve hayaller içerisinde zemheri ayının ilk günü olan 21 Aralık’ta orduya saldırı emrini vermiştir. İki haftalık süre içindeki imkânsızlıkların ve tabiat şartlarının getirmiş olduğu olumsuzluklarla ordu, bırakın savaşmayı, karlı dağlarda yürüyemez olmuştur. Allahüekber Dağları’nda kardan, fırtınadan ve tipiden bir adım önlerini göremez hâle gelmişlerdir. Yiyecek temin edilemediği için açlıktan ve zor şartlar altında karlı dağlarda yürümekten bitap düşmüşlerdir. Üzerlerinde kışlık elbiseler olmadığından dolayı aşırı üşütme nedeniyle birçok hastalık baş göstermiştir. İlikleri donduran soğuk, açlık ve yorgunluk adlı üç büyük düşman bir araya gelerek başka düşmanlarla (Ruslarla) savaşmayı, hatta yaşamayı bile imkânsız hâle getirmiştir. Çaresiz askerlerimiz kendi derdiyle boğuşmuştur. Bu durum onların Rusya’ya karşı kendilerini göstermelerini imkânsız kılmıştır.
Askerlik şubelerinden kaput, ayakkabı ve avcı yeleği verilmeden gönderilen askerlerimiz metrelerce karla kaplı dağlarda, sıfırın altında otuz derecede çarıklarla ilerlemek mecburiyetinde kalmışlardır. Askerlerimiz donmamak için ağaçlara tırmanmıştır. Şiddetli kış rüzgarlarının yere yıktığı askerler bir daha ayağa kalkma gücünü kendilerinde bulamayarak oracıkta kalakalmış, kısa zaman içerisinde de donarak adeta kar çiçeklerine dönüşmüşlerdir. Üzerlerini kapatan bembeyaz kar salkımları askerlerimizin sanki doğal kefenleri olmuştur.
Mevsimine göre giydirilmeden kışın son derece sert ve ağır geçtiği metrelerce karla kaplı yüksek dağlara savaşmaya gönderilen bu kahramanlar ya donarak ölmüş ya da yeterli beslenemedikleri için hastalıklardan dolayı ölüme mahkum olmuşlardır. Çoğu da yeterince temizlik yapılamadığı için bitlenip tifüse yakalanarak son nefeslerini vermişlerdir. Bu şartlarda bir yolunu bulup sağ kalanlar da ya Ruslar tarafından öldürülmüş ya da Sibirya’ya sürgüne gönderilmiştir. Böylece birçoğu da sürgün sırasında olumsuz şartlardan dolayı can vermiştir. Yani zafer yolculuğuna çıkarken umulanlar, varılan noktada bulunamamıştır.
Amirlerine (üstlerine) itaat etmeyi canlarından kıymetli sayan şerefli ve disiplinli Türk askeri Sarıkamış Harekâtı’nda da elinden geleni yapmış, açlıktan, soğuktan ölene kadar görevini hakkıyla ve lâyıkıyla ifa etmiştir. Soğuktan kıpırdayamaz hâle gelinceye kadar, tetik çekecek güçleri kalana kadar vatan ve millet yolunda mücadeleden vazgeçmemişlerdir. Fakat imamesi zayıf bir tespihe benzeyen Sarıkamış Harekâtı’nın masum erleri ipi kopmuş bir tespih gibi dağ başlarında birer birer dağılmıştır. Allahüekber Dağları adeta ölüm kusmuştur.
Temmuzun sıcağında düşünürken bile içimizi donduran Sarıkamış faciası, Osmanlı Devleti’nin parçalanma süreci içinde önemli bir duraktır. Trablusgarp, Balkanlar, Sarıkamış, Yemen, Şam, Kudüs, Medine diye sıralanan kaybedişler zincirinin önemli bir halkasıdır.
Sarıkamış’ta 90 bin askerimiz donarak ölmedi.
Milletimizi derinden üzen Sarıkamış Harekâtı üzerine bugüne kadar söylenenlerin çoğu ya yanlış ya da abartılıdır. Bir hadisenin önemine binaen millet olarak abartılı konuşmayı severiz. Sarıkamış Harekâtı’na dair söylenenler de bunun bir neticesidir. Türk edebiyatında yazdığı "Çanakkale Mahşeri", "Yazılamamış Destanlar", "Yemen Âh Yemen", "Ölüm Daha Güzeldi", "Plevne" ve "Kanije" adlı tarihî romanlarıyla tanınan Mehmet Niyazi Özdemir, Sarıkamış Harekâtı’na dair düşüncelerini şöyle dile getirmektedir: "Sarıkamış Harekâtı’nda şehit olan asker sayısı 90 bin değil, 23 bin civarındadır. Harekâta 76 bin askerimiz katıldı. Nasıl oluyor da 76 bin askerimizden 90 bini donarak ölüyor?
15 Şubat 1915 tarihinde orduda yapılan sayımda 42 bin askerin kaldığı tespit ediliyor. Yaralıları çıkarırsak, toplam şehidimiz 23 bindir. Donma olayı Erzurum’un Şenkaya ilçesine bağlı Baldız Köyü’nden Sarıkamış’a hareket eden 25 bin kişilik piyade birliğinde gerçekleşiyor. Bunlardan 10 bininin Sarıkamış’a ulaştığı kesin. Hangi sihirbaz, nasıl bir maharetle kalan 15 bin kişiden 90 bin insanı dondurabiliyor?
Donma olayı ordumuzun tamamında olmadı. Erzurum Şenkaya ilçesinden hareket eden 25 bin askerimizin 10 bini Sarıkamış’a girdiğine göre, donma olayı bunların arasında oldu. Bunların kaçı çarpışmalarda vuruldu, kaçı dondu bilmiyoruz. Ancak bir 90 bin yalanı devam edip gidiyor. Ruslar, bütün savaşlarda kendi ölü sayılarını azaltır, diğer ülkelerinkini çoğaltır. Sarıkamış Harekatı neticesinde Ruslar 32 bin askerlerini kaybettiler. Bunca askerin ölümünü mazur göstermek için ’Türkler de 90 bin kayıp verdi,’ dediler. Bizdeki bazı kötü niyetli ya da bilgisiz kimseler de bunu alıp, yıllardır kullanıyor. Rus propagandasını devam ettiriyoruz. Olayı öyle bir gösteriyoruz ki sanki o cephedeki Osmanlı ordusu hiçbir şey başaramamış, sanki tek bir kurşun bile atamadan hepsi donup kalmış. Gözümüzü açtık 90 bin yalanı, yaşlandık bu yalan hâlâ devam ediyor. "
Sarıkamış Harekâtı’na dair bu yalan yanlış bilgiler Enver Paşa’yı tarih sahnesinden silmek gayesiyle belli kesimler tarafından bilinçli olarak ortaya atılmış, halk arasında yayılınca da bir daha düzeltilememiş, yanlışı doğrusundan daha çok itibar görmüştür.
Sarıkamış Harekâtı; şiirden tiyatroya, romandan hikayeye edebiyatta yer bulmuştur.
Sarıkamış Harekâtı’na dair bugüne kadar çok sayıda şiir, deneme, makale, tiyatro, hikâye, roman ve araştırma kitabı yazıldı. Fakat yazılanların birçoğu birbirinin tekrarı mahiyetindedir. Üstelik yazılanlar mantık süzgecinden geçirilmemiş duygusal metinlerdir.
Milletimiz yaşadığı elim hadiselerden şahsî ve içtimaî dersler çıkarmış, geç de olsa bunları edebî eserlerinde ebedileştirmeyi bilmiştir. Uzun yıllar içyüzü halktan saklanan, nisyan bulutları içerisinde görünmez olan Sarıkamış da bunlardan biridir. Fakat Sarıkamış’ın edebiyata girmesi gerçek anlamda üzerinden neredeyse bir asır geçmesiyle mümkün olabilmiştir. Halkın hadisenin hakikatini öğrenmesi ve içselleştirmesi uzun zaman almıştır.
Sarıkamış en çok şiirde ve romanda kendine yer bulmuştur. Fakat bu, aradan doksan sene geçtikten sonra ancak mümkün olabilmiştir. Bir asra yakın bu süre içerisinde de acılar küllenmiş, eski yaralar kabuk bağlamıştır. Füsun Topsever’in "Kar Çiçekleri", Sarıkamış Harbi’nin ana konu olarak ele alındığı ve işlendiği ilk roman olarak karşımıza çıkmaktadır.
Sayıları her geçen gün artan Sarıkamış romanlarını çekirdek vakada (ana olay) ve çerçeve vakada (motif olarak) işleyen romanlar olmak üzere iki kategoride ele alarak inceleyebiliriz. Çekirdek vaka (ana olay) olarak işleyen romanlar arasında Fügen Topsever’in Kar Çiçekleri, İsmail Bilgin’in Sarıkamış Beyaz Hüzün, Sara Gürbüz Özeren’in Donmuş Umutlar, Deniz Çınar’ın Kutsal Dağın Çıplağı, Ertuğrul Osman’ın Emret Paşam, Kemalettin Çalık’ın Sarıkamış/Kor Yüreğim Kar Altında, Cemalettin Taşkıran’ın Sarıkamış/Ölüme Yürüyüş, Şerife Balkaş Gülseçgin’in Sarıkamış/Allahü Ekber Dağları, Kadir Akel’in Beni Kara Gömdüler Anne, Ufkun Balkış’ın İncecikten Bir Kar Yağar, Alaaddin Oğuzalp’in Sarıkamış’ta Ne Var Paşam?, Cihangir Akşit’in Sarı Sessizlik, Talip Aydemir’in Sürgü, Osman Koç’un Vatan Âh Vatan, M. Bedri Yalçın’ın Beni Yaralı Bırakma, Hamdi Ülker’in 1914-90000-Sarıkamış, Zekeriya Bican’ın Azap Günlerinde Harput-Yemen-Sarıkamış, Öner Yağcı’nın Kir, Selçuk Kızıldağ’ın Nargin romanları sayılabilir. Sarıkamış Harekâtı’nı işleyen ve büyük bir ilgiyle okunan bu romanlar her geçen gün yazılmaya devam etmektedir.
Ana olay olmasa da romanın farklı yerlerinde çerçeve vaka (motif) olarak Sarıkamış Muharebesi’ne değinen romanlar da vardır. Bunlar arasında Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Mezarından Kalkan Şehit, Burhan Cahit Morkaya’nın Dünkülerin Romanı, Mithat Cemal Kuntay’ın Üç İstanbul, Halide Edip Adıvar’ın Tatarcık, Hikmet Ilgaz’ın Şark Yıldızı, Kemal Tahir’in Köyün Kamburu, Kemal Tahir’in Yorgun Savaşçı, Münevver Ayaşlı’nın Pertev Bey’in Üç Kızı, Erol Toy’un Toprak Acıkınca, Eşref Özoltulular’ın Soğuk Cennetin Çocukları, Selma Fındıklı’nın Saray Meydanı’nda Son Gece, Samim Kocagöz’ün İzmir’in İçinde, Kemal Tahir’in Bir Mülkiyet Kalesi, Ayla Kutlu’nun Emir Bey’in Kızları, Yaşar Kemal’in Bir Ada Hikâyesi, Hatice Alptekin’in Ters Akıyordu Volga, Bilge Bölükbaşı’nın Beyaz Yolculuk, Ayten Ayan’ın Yaprakların Döküldü Eylül (Ağacın Kökleri), Hüsnü Arkan’ın Uzun Bir Yolculuğun Bittiği Yer, M. Rıza Serhadoğlu’nun Savaşçı Doktorun İzinde, Hakan Gezik’in Buz Yarası, Şeref Tipi’nin Pışıbba, Attilâ İlhan’ın Gâzi Paşa adlı romanları sayılabilir.
Yiğitlerin saçında kınadır Sarıkamış!/Yüreği kan ağlayan anadır Sarıkamış!
Sarıkamış Harekâtı Türk edebiyatında sadece romanın değil şiirin de başat konularındandır. Edebî türlerin en çok sevileni ve en yaygın olanı diye bilinen şiirlerde Sarıkamış’ta çekilen acılar nakış nakış işlenmiştir. Sarıkamış Harekâtı, şiirimizde geçmişe nazaran günümüzde daha çok işlenmektedir. Bu çerçevede kendisi de Sarıkamışlı olan Ömer Ekinci Micingirt Sarıkamış için şu dörtlükleri kaleme almıştır: “Bakışlar karakış göğe dikildi/ Mevsimler ağlaştı Sarıkamış’ta,/Körpecik bedenler kara ekildi,/Nur arşa ulaştı Sarıkamış’ta// Tarih şahit bize ölümsüz millet,/Şehitler ölmez ki benimki hasret,/Gül açtı gözyaşlarım tüllendi kasvet,/Şehitler buluştu Sarıkamş’ta." Yine Şenkayalı Âşık Ümit Coşkunî Sarıkamış Harekâtı’nda vatanını savunmaya çalışanları şöyle tasvir eder: "Doksan bin şehidi saklayan dağlar,/Aşılması güç oldu yolu Mehmet’in,/Ne yana baksalar dağlar kan ağlar,/Çok perişan oldu hâli Mehmet‟in//Soğanlı Dağı’nın karlı kışında,/Çarıksız çorapsız dağlar başında,/Mehmet’im çok küçük on dört yaşında,/Donmuş söylemiyor dili Mehmet’in."
Sarıkamış Harekâtı edebiyatımızda (şiirimizde) daha çok halk şairlerince ele alınmıştır. Bunlar arasında Âşık Nihanî (19. yüzyıl), Kağızmanlı Hıfzı, Mevlüt İhsanî ve Âşık Şeref Taşlıova (20. yüzyıl) başta gelmektedir. Daha öncesinde bu konu pek ele alınmamıştır.
Şairler içinden çıktıkları milletlerin duygularına tercüman olmakla mükelleftirler. Şair Mehmet Emin Yurdakul’un haklı olarak ifade ettiği gibi "Bırak beni haykırayım, susarsam sen mâtem et;/Unutma ki şairleri haykırmayan bir millet,/Sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir." Bu düşünceden hareketle ben de toplumun hissiyatına tercüman olmaya çalışan bir şair olarak vaktiyle "Bir Beyaz Uyku" adlı şiirimde Sarıkamış Harekâtı’nda yaşanan kahramanlıkları ve acıları dilimin döndüğünce şöyle ifade etmeye çalışmıştım:
"Ne acılar yaşandı Soğanlı Dağları’nda/Gonca, güle dönüştü şehadet bağlarında/Yurda kurban oldular gencecik çağlarında/Yiğitlerin saçında kınadır Sarıkamış!/Yüreği kan ağlayan anadır Sarıkamış!//O buzdan döşeklerde görmediler sabahı/Geride kalanların gökleri tuttu âhı/Kardan kefenlilerin bayram etti ervahı/Fırat, Dicle, Aras’tır; Tuna’dır Sarıkamış!/Yüreği kan ağlayan anadır Sarıkamış!//Enver Paşa’nın hırsı, izanları uyuttu/On binlerce neferin hayalleri buz tuttu /Allahüekber Dağı koca orduyu yuttu/Sitemim, sitayişim sanadır Sarıkamış!/Yüreği kan ağlayan anadır Sarıkamış!//O bembeyaz örtüye gökyüzünden kan yağdı/’Buyur’ dendi cennete, ötelere can yağdı/Ölümsüzlük yurduna şeref yağdı, şan yağdı/Tipin de fırtınan da banadır Sarıkamış!/Yüreği kan ağlayan anadır Sarıkamış!//Boyun büküp kadere biçare eller gibi.../Bayrakta al oldular, kırmızı güller gibi/Kardelenler boy verdi, kardan heykeller gibi/Tarafın hakikatten yanadır Sarıkamış!/Yüreği kan ağlayan anadır Sarıkamış!//Son nefesi verirken al bayrağa baktılar/Kahredici tipide yıldız olup aktılar/Zemheride donarken yürekleri yaktılar/Maddenin karşısında mânâdır Sarıkamış!/Yüreği kan ağlayan anadır Sarıkamış!//Ey şehit oğlu şehit, hasretin yakar durur!/Gözümden yüreğime gözyaşım akar durur/Yiğitlerin yarası karanfil kokar durur/Ziyan mala değildir, canadır Sarıkamış!/Yüreği kan ağlayan anadır Sarıkamış!"
Acının özgül ağırlığı hakikatleri perdelememelidir.
Harp tarihimizin acı sahnelerinden biri olan Sarıkamış Harekâtı, Anadolu’nun bağrına paslı bir hançer gibi saplanmaya çalışan Rusları durdurmak için yapılmıştır. Bu harekât belki zamanlama açısından doğru değildir ama güdülen gaye açısından o kadar da vaveyla koparılacak kadar da yersiz değildir. Tek kurşun atmadan 90 bin askerin donarak öldüğü iddiası koca bir yalandır. Hezimetten yola çıkarak yapılan bu değerlendirmeler bir öfkenin ürünüdür. Bu yersiz ve saldırgan değerlendirmeler akıl, mantık ve vicdanla bağdaşmaz
Türk Silahlı Kuvvetleri Genelkurmay Başkanlığı resmî verilerine göre, acısı içimizi yakan Sarıkamış Harekâtı’nda Osmanlı’nın asker zayiatları 60.000, Rusların asker zayiatları ise 30.000’dir. Savaşın en hazin kısmı ise Osmanlı kayıplarının birçoğunun Ruslar ile yapılan çarpışmalarda değil de ağır soğuk hava şartları yüzünden ölmesidir. Ruslar; Türklerden 200 subayı, 7000 eri esir, 20 makineli tüfekle 30 topu da ganimet olarak almışlardır.
Malumdur ki bu hayatta herkes kazananın yanındadır, kaybedenin kimsesi olmaz. Bunu "Düşenin dostu olmaz." sözü ne güzel anlatır. Sarıkamış Harekâtı Türk askerinin zaferiyle neticelenseydi ona dair yorumlar da 180 derece farklı olacaktı. Bugün yerle yeksan edilen Enver Paşa büyük bir kahraman olarak tarih sahnesinde yerini alacaktı.
Sarıkamış Harekâtı’nın 109. sene-i devriyesinde yüreklerimizi buz kestiren bu faciada şahadet mertebesine erişen askerlerimize yüce Allah’tan rahmet diliyorum. Ruhları şâd olsun. Sözlerimi "Sarıkamış Destanı" adlı şiirimin bir bölümünü paylaşarak bitirmek istiyorum:
"Bin dokuz yüz on dörtte yüreklere har düştü/Mazlumlara karakış, zalime bahar düştü//Moskof’un üzerine yürüdü Enver Paşa/Hain düşmana değil, teslim oldular kışa//Karakış yürütmedi üçüncü ordumuzu/Derin yaslara boğdu bu cennet yurdumuzu//Anaların başında birdi, bin oldu aklar /Güneşe sitem etti, kan kırmızı şafaklar//Yüreklerde kanayan yaradır Sarıkamış!.../Zifiri bir gecedir, karadır Sarıkamış!... Enver Paşa buyurdu, girdik çıkmaz bir yola/Şahadet mertebesi nasip olmaz her kula//Soğanlı’yı aşarken kış vakti buz kestiler/"Allah" nidalarıyla ölüme söz kestiler//Karlı dağlar şehide oldu ana kucağı/Sılada kalanların tütmez oldu ocağı//Yol vermez yiğitlere; dumanlı, karlı dağlar/Seccadesi ıslanır, sılada anne ağlar/Dinmeyen bir sancıdır, hüzündür Sarıkamış!.../Akıllara ziyandır, hazindir Sarıkamış!...
Emretti Enver Paşa, ’gel’ deyince geldiler/Açmamış tomurcuktu, hepsi birer güldüler//İhtiras ve intikam, kör eyledi beşeri/Kar üstünde çiçekler, hatırlattı mahşeri//Batıl Hakk’a düşmandı, bu ne yüzsüz bir çağdı/Gönüller yangın yeri, göklerden ölüm yağdı//Moskof’un zalimleri, sağları esir etti/Manzara-yı umumî yüreğe tesir etti//Bir hüzün çeşmesidir, kederdir Sarıkamış!.../İdam sehpalarından beterdir Sarıkamış!...
Görmedi Enver Paşa, Moskof’a baktı şaşı/Askerimin avazı inletti dağı taşı//Karlı dağ duvar oldu, tek kurşun sıkamadık/Nice yokuşlar aştık, düzlüğe çıkamadık//Hasat vakti gelmeden, erken bozuldu bağlar/Dönmeyen yolculara analar kara bağlar//Kalbimize gömüldü zemheride ölenler/Hasretin ateşinden tutuştu kardelenler//Ölüme yürüyüştür, acıdır Sarıkamış!.../Eğilmeyen başların tacıdır Sarıkamış!..."
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.