- 67 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
Anadolu Destanı
Gecelerden bir gece, vakitlerden bir vakit, kalpleri sessizliğin gölgesiyle kaplayan bir zamandı. Bu sessiz zaman, yüzyılların şahitlik ettiği Anadolu topraklarında, derin bir hüznü ve özlemi sarmıştı. Gökyüzü yıldızlarla dolu, ama içlerde tarifsiz bir boşluk vardı. Bir kayanın sertliğine sırtımı dayadım, elimdeki sazın tellerine dokundum. Tellerin sesi, geçmişten bir ağıt gibi yayıldı havaya, ne acıyla ne de mutlulukla doluydu; sadece derin sızılar içime döküldü...
"Ağlama," dedim içimden. "Ey ülkemin onurlu insanı, senin gözlerinden dökülen yaş yakışmaz bu toprağın dirayetli kokusuna." Yılların acıları ve umutları gözümde birleşti; bu topraklar yalnız acılar değil, aynı zamanda dirençle yazılmış hikâyelerin toprağıydı.
Yüzyıllar önce, bin yılın ardında, Asya’nın bozkırlarından çıktık biz. Çılgın bir rüzgâr gibi estik, atların nal sesleri dağlarda yankılandı. Yorulmadık, yılmadık, umuda doğru atıldık. Geldiğimiz her yerde hayat bulduk; bu toprakları kokumuzla, emeğimizle bezedik. Tomurcuklara sindik, dallara karıştık. Bir gün gelecek, o tomurcuklar açacak. Kokusu yalnız bu ülkeye değil, dünyanın dört bir yanına yayılacak.
O gün geldiğinde bayram havası esip gürleyecek, düğün sevinçleri yankılanacak. Ama o gün gelene kadar, şimdi... Şimdi bak kendine.
Sen ki bir zamanlar destanlara ilham veren, adını zaferlerle yazdıran insan, bugünkü hâlin bu mu olmalıydı? O korkusuz yüreğin, zalimlere meydan okuyan gücün şimdi nerede? Bahtında yazılı karanlık bir yazı varsa, işte ben onu silmek için buradayım. Sana kendi içindeki ışığı göstermek, aynaya baktığında unuttuğun kimliğini hatırlatmak istiyorum.
Bu topraklar kimseye boyun eğmedi. Ama sen, kendi hikâyeni unuttun. Bir zamanlar fukaraların umuduydun, onların dualarına eşlik eden cesarettin. Şimdi ise o eski sesler, yokluğunun ağıtıyla inliyor. Onlarla ben de fakirleştim; ben de seni arıyorum. Ey cesur yürek, sen neredesin?
Hatırla! Yıldızların altında, yolları ve zorlukları aşarak yaptığın duaları... Mazlumun yarasına dokunup, zalimin kalbine adaletin yumruğunu indirerek dünyayı titrettin. Gökyüzü, yankılanan tekbir seslerinle dolup taşardı. Adaletin, gücün ve kararlılığın sembolüydün. Şimdi ise, üzerindeki bu ölü toprağını atıp yeniden ayağa kalkma zamanın geldi.
Bu bir ağıt değil; bu bir diriliş çağrısıdır. Kalk, öyle bir kalk ki yeni bir şafak seninle doğsun. Çünkü her büyük güzellik bir şafağa muhtaçtır. Ve sen, bu çağın şafağını getirecek olan güçsün, ışığın ta kendisisin.
14.02.2009
20.50–21.15
Erol Kekeç/Çengelköy, İstanbul
YORUMLAR
sence de tuhaf değil mi yazı usta,
yüzyıllar öncesinden başlatıp yazıyı bu günkü Cumhuriyete ve onun kurucusuna
söz denileni verememen...
bir pranga ve kesin.
ve bir yerde biçiyor
gerçek, düş derken
gün ve günümüze güzel gelenlerimizi değil mi?
ve sanki?!
eyvallah.
TİLHABEŞLİ FİLOZOF
cem3453
muhtemel senden yaşça büyüğüm
ve ne diyeyim aslında bilmediğini mi gerçeği şair?
yalan ve yılanı bol bir memelektte
şak şakçılara yazı ve şiir yazarsak,
ben değil senin inanmışlıında ve sanki
münafık mı derdi sizin taraftakiler usta
ve israil şam denilen 20 km. mesafedeyken hem de.
eyvallah.