- 23 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
EYLÜL VURGUNU
EYLÜL VURGUNU
Hava sararmıştı, biliyordum. İnsan, bir şeyleri kaybetmeden önce, olacakları sezmek gibi tuhaf bir yeteneğe sahip. Elif, her zamanki gibi kitabına gömülmüş, kalabalığın arasında bir yalnızlık yaratmayı başarmıştı. Eylül’ün güneşi, pencereden süzülüp sayfalarına değiyor, kahve kokusu odaya dağılmıştı. O gün, sıradanlığın derin sessizliğini bir gölge bozdu.
“Rahatsız mı ettim?” dedi bir ses.
Başımdan aşağı dökülen bu kelimeleri Elif de duydu; başını kaldırdı. O anda, her şey bir hikâye olmaktan çıkıp gerçek oldu. Ali, oradaydı. Adı Ali idi, o kadarını biliyorum. O güneşte parlayan saçları, mavi gözleri, insanı kendine bağlayan ama bir o kadar da mesafeli duran gülüşüyle oradaydı. "Hayır, rahatsız olmadım," dedi Elif, ama sesi bile titredi.
Ali oturdu, oturunca gerçek oldu. Sessizlik, aralarındaki görünmez bir çizgiyi öyle bir dolandırdı ki, kelimeler keskin bir bıçak gibi karşılıklı atıldı. “Kitap güzel görünüyor,” dedi Ali. Bu kadar sıradan bir cümle neden bu kadar anlamlıydı? Elif bir şeyler anlattı, Ali dinledi. Ama aslında ikisi de konuşulan şeyin, sadece sessizliği doldurmak için orada olduğunu biliyordu.
Sonraki günlerde buluştular, hep aynı kafede. Gözle görülemeyen bir bağ, onları her defasında aynı noktaya sürüklüyordu. Kitaplardan, hayallerden, havadan sudan konuştular. Ama konuşmalar hep eksikti. Kelimeler, asıl söylemek istediklerini saklıyordu. Birini sevmek, bazen susmanın en yüksek biçimi değil midir zaten?
Eylül’ün zamanı hızla geçiyordu. Yapraklar daha sararmış, kahvenin tadı daha buruk olmuştu. Ali, bir gün kelimelerin keskinliğine yenildi ve gerçeği söyledi. “Başka bir şehre gitmem gerek,” dedi. Bu kadar basit, bu kadar kesin. Ama Elif, bu cümlede bir ölümün saklandığını hissetti.
“Ne zaman?” dedi Elif.
“Yakında,” dedi Ali.
İşte böyle bir şeydi ayrılık; insan, bu kadar sıradan kelimelerin bir hayatı nasıl yıktığını, ancak o an anlıyor. O gün birbirlerine ne söylediler bilmiyorum, ama çok fazla sustuklarını biliyorum. Son buluşmalarıydı belki de. Ali, Elif’e sarıldı; uzun bir sarılmaydı, bir insanın bir başka insandan alabileceği son sıcaklık gibiydi.
“Eylül’ün her yaprak dökümü, seni hatırlamam olacak,” dedi Ali. Elif hiçbir şey diyemedi. Sözler boğazına düğümlendi, kalbine ağır geldi.
Sonra Ali gitti.
Elif, onu izledi. Onun arkasından bakarken ne hissettiğini biliyorum: İnsan, kaybettiği bir şeyi gözleriyle takip eder; sanki yeterince bakarsa geri dönecekmiş gibi. Ama Ali, geri dönmedi.
Eylül, her şeyin bir döngü olduğunu hatırlatır insana. Yapraklar döküldü, gökyüzü ağladı. Her yağmur damlası, Ali’nin söylediği bir söz gibi Elif’in kalbine düştü. İnsan, sevdiği birinin eksikliğini öyle bir taşır ki, o eksiklik bir kimlik haline gelir.
Elif, o günden sonra her Eylül’de Ali’yi hatırladı. Yaprak dökümleri, sessizlikler, yağmur kokusu... Hepsi bir şeyleri hatırlatıyordu. Ali’nin dediği gibi, “Eylül’ün her yaprak dökümü, seni hatırlamam olacak,” demişti ya... Elif, her yaprakta bir ayrılığı gördü.
Bu hikâye, bir aşk hikâyesi değil; daha çok bir kayıp hikâyesiydi. Ve insan, kaybettiği bir şeyi, asla tam olarak unutamıyor. Her Eylül, Elif için bir başlangıç değil, bir hatırlatma oldu.
Çünkü Eylül, hiçbir zaman sadece bir mevsim olmadı.
Resul Bayraktar
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.