- 117 Okunma
- 1 Yorum
- 5 Beğeni
O ISINMIŞLIK
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Yakaladım seni… O savunmasız anında önceden hiç görmediğim bir parçanı keşfettim yüzünde. Sen beni görmemiştin daha… Ama ben kaldırımdan hemen seçmiştim seni. O uzaktan bile sen olduğunu belli eden şeyi… o sana has duruşu görmüş, hemen karşıya geçip bulunduğun parka ilerlemiştim. Sen çocukları seyrediyordun; benim tanıdığım o mesafeli, soğuk genç kızdan çok uzakta bir yerden… O yerdeyken ilk kez görüyordum seni. Okuldayken yanından ayrılmayan arkadaşlarının yüzünde de bir eşi olan “küçük dağları ben yarattım” ifadesini silip süpüren o rüzgârın kaynağı her neyse çok iyi gelmişti sana.
Sanki uzun zaman yağmurda kalmış da birden sıcacık bir odaya girmişsin gibi… “Merhaba”mı karşılayışında bile vardı o ısınmışlık…
“Merhaba” dedin gülüşünle de aynı kelimeyi söyleyerek…
Sanki ilk kez görüyordun beni… Görebilmen için bu parkta, çocukların bağırışları ve üzerimize gerili bu masmavi gökyüzü gerekliydi sanki. Ama ille de bu parkın üzerine gerili olmalıydı o mavilik… Çünkü gökyüzü olması önceden yetmemişti bu kadar sıcacık bir merhabayla beni dünyana buyur etmene… Lisenin bahçesinde ya da sokakta da üzerimizde aynı gök vardı yine. Ama sen beni görmüyordun bile. Aynı sınıftaydık oysa. Ama o sınıf aynı grubun üyesi yapmaya yetmiyordu ikimizi.
Şimdi bu parkta o büyü bozulmuş, senin gözlerindeki duvar bir anda un ufak olmuştu… Görebiliyordun beni. Çünkü en savunmasız anında, hazırlıksızken yakalamıştım seni.
O kibirli kızlardan biri olmaya seni zorlayan her neyse onu çok anlamsız hâle getiren, içini boşaltan bir şeyler vardı burada… Şu çocuk kahkahalarında saklı şey, o katıksız sevgi öyle sahiciydi ki; onu yaşamında var etmek için bir başlangıç yapmak istemiştin belki de o sıcacık merhaba’nla… Herkesi aynı grubun üyesi yapacak kadar benzer kılan o bakışı yakalamak, dünyandaki sahte olan her şeyin yerine sahicisini koymak… En çok da sevginin…
Ne zaman konuşmaya başladık da konu oralara vardı, hatırlamıyorum ama çok üzücü bir anı’mdan söz ederken buldum kendimi birden. Bir haksızlık söz konusuydu, üstelik haksızlığa uğrayan da bendim. Çocuktum üstelik o zamanlar. Bu çocuklar gibi parkta oynayacak bir yaşta… “Benim bir suçum yoktu ki!” dedim, sanki beni suçlayan senmişsin gibi yüksek bir perdeden. “Ben cam şişe olduğunu bilmiyordum poşette, o yüzden sıkı tutma gereği duymadım. Meğer düşündüğümden daha ağırmış. Babamdan alırken birden elimden düştü poşet, içindeki şişeler kırıldı, babam da bağırmaya başladı. Normalde böyle bir şey karşısında bu tepkiyi göstermeyecek kadar düşünceli bir insandı. Ama o an alkollü olduğundan, her zamanki babamdan çok farklı bir adam gibi davranıyordu.”
O an bir top geldi ayağıma, biraz sert çarpmıştı. Önümüzdeki çocuklardan biri mahçup bir gülümsemeyle yaklaştı bize, özür diledi. “Önemli değil canım.” dedim. “Ama biraz dikkatli olun, tamam mı? Gözümüze falan gelebilirdi.”
Çocuğun gelişi bir parantez açmıştı konuşmaya. Ben de o aralıkta, içine daldığım sahnenin atmosferinden çıkmış, ona daha dışarıdan bakmayı becerebilmiştim bu sayede. Sadece o anıya değil içinde bulunduğum an’a da… Şaşalayıp kalmıştım birden, durumu tam olarak idrak edebildiğimde: Sınıfın en kasıntı kızlarından birine hayatımın en hassas dönemlerinden bahsediyordum. Aslında şaşırtıcı olan bu değil, bunu gayet makul bir şey hâline getiren sendeki bu dönüşümdü.
“Peki sonra ne oldu?!” dedin, sesinde o küçük kızın incinmesinden korkan abla ifadesiyle…
Ben kısa kesmeyi düşünmeye başlamıştım oysa. Sonuçta yakın bir arkadaşım değildin. Ama bu soruyu sorarken yüzünde öyle bir endişe vardı ki sırf onu gidermek için anlatmaya değerdi.
“Çok önemli bir şey olmadı.” diye devam ettim anlatmaya. Hayatımdaki en canımı yakan anılardan biriydi oysa… Seni daha fazla üzmek istemediğimden epey bir çarpıttım gerçeği tabii.
Hikâyenin aslı şuydu: Babamdan poşeti alırken yanlışlıkla düşürdükten sonra, içindeki içki şişeleri kırılmıştı doğal olarak… Poşet yırtılıp camlar yere saçılmış, birkaç parçası da ayağıma batmıştı. Herkes panik hâlindeydi. Annem ayağıma müdahale etmek için tentürdiyot, pamuk falan getirmek üzere giderken babam benim için bir şeyler yapmak yerine o sarhoş kafayla öfkelenmeyi seçti. Poşetin içinde bizim için aldığı meşrubatlar da vardı, sözüm ona bize sürpriz yapmak istemişti. Bense sakarlığımla onun hayalindeki mutlu sahnenin gerçekleşmesine taş koymuştum. Bağırıp duruyordu babam. Annem elinde tentürdiyot, ayağıma müdahale etmek için geldiğinde ona da bağırmaya başladı. Ona neden öfkelendi, bugün bile anlamıyorum. Hatta öfkesi öyle büyüdü ki ayağımı tedavi amacıyla bulunduğu kapı eşiğinde annemin üzerine kapıyı çarptı babam. Kadıncağız neye uğradığını şaşırdı. Neyse ki aynı kattaki bir komşumuz hanımla çok samimiydi de gece gece kapının önünde beklemesi gerekmedi. Onlarda bekledi, babamın kafasının sislerden kurtulmasını…
İşte bu gerçeği epey bir çarpıtarak anlattım sana… Ayağıma cam battığında babamın o sarhoş kafasına bu durumun duş etkisi yaptığını, birdenbire her zamanki sevgi dolu, yufka yürekli babama dönüştüğünü söyledim. Derin bir oh çektirdim sana.
Sınıftaki o kasıntı kıza asla yapmazdım bu inceliği. O acı hikâyeyi en ince detayına kadar anlatır, acıtarak da olsa bir kalbi olduğunu hatırlatırdım ona.
Ama hatırlatmama gerek kalmamıştı burada. Bir çocuk parkındaydık sonuçta. Sıcacık kalplerle dolu, bir kalbin olduğunu unutmanın en imkânsız olduğu yerde yani…
YORUMLAR
Mavilikler
Ama açıkçası ben öyküdeki karakter yerinde olsaydım asla anlatmazdım böyle özel bir şeyi.
Güzel sözleriniz için çok teşekkürler… Sevgilerimle…