- 44 Okunma
- 0 Yorum
- 2 Beğeni
DAHA ÇOK YOL GEREK
“İlk öğretimin gayesi kalbin terbiyesi, orta öğretimde gaye aklın terbiyesi, yüksek öğretimde ise ihtisaslardır. İlkokul, kalbi temiz bir maya ile yoğurmak içindir. Bu maya, dinin sevgi telkinleriyle bütün mazi ve milli mefahir olmalıdır. İlkokulda çocuklara verilmesi lüzumlu olan eşya bilgisi pek az bir şeydir.”…..İbrahim Terzi (1000kitap.com/gonderi/231657182?oku=1)
Yazının başlangıcında ortaya konulan bu husus, büyük ölçüde günümüzde yaşanan toplumsal çalkantı ve ekonomik, hukuki, eğitim, sağlık vb çok zemindeki savruluşumuzun köklerinin de nerede aranması gerektiğini işaret eder gibidir. Elbette bir bireyin bell gelişim dönemlerinde bazı sosyal melekeleri edinmiş olması gerekir ki, bu toplumun içinde yer aldığı görevleri bilinçle icra etsin, keyfiyet illetinden de kurtulsun.
Milletleri var eden çok şey olabilir ve fakat onu tarih boyunca onları taşıyan, her zorlukta kenetleyen değerleri olmasaydı, yarınlarda sadece tabelaları kalırdı. Tarih bilimi bu anlamda sayısız medeniyetin kendilerini car eden değerlerden uzaklaştığındaki çöküşlerin, yok oluşların trajedileriyle doludur. Ne talihtir ki, milletimiz her türlü içten ve dıştan erozyona rağmen halen bu sahnede capcanlı durmaktadır. Yine de istikrarlı ve kalıcı bir yürüyüş için bizlerin de bazı konularda kendimize çeki düzen vermemiz elzemdir. Nihayetinde hazinelerle dolu bütçe, teknoljice üst seviyelerde oluş bile var olabilmek için sadece ön koşuldur, garanti değildir.
Ne kadar da tıkasak kulakları, toplumun şu anki hezeyanlarının kökünde duran çirkinliklerden kendimi sıyıralamıyorumu aklı yerinde, vicdan sahibi ve asgarî müştereklerde etik sahibi insanlar yaşamaktadır. Sıradan bir mekânda ve sıradan bir günde kulak misafiri olduğunuz şeylerin gerçekliğini gördüğünüzde tam anlamıyla bu toplumun geleceği adına hüsnü hayale uğramaktasınız. Bir erdemlilik mevzuu konusu da bu durum, yarınlar adına bizi mahcup, mâdur ve karamsar da kılmaktadır maalesef.
Bir belediye görevlisinin makam aracının gereksiz yere saatlerce çalışması ve bu durumdan vicdanen rahatsız bir eğitimcinin “Bu araç neden halen çalışıyor, devletin malına yazık değil mi?” serzenişe, “Beni işimden mi edeceksiniz” gevrekliği ve düşüklüğüyle cevap veren, bu cevabın ardında da muhterem makam sahibinin o çirkin ve ahlâkça zeminlerin dibinde gezen duruşundaki egosunun payının olması çok düşündürücü değil midir? Kamuda bir makam ve mevki sahibi olmak, devletin sunumlarını keyfiyetle kullanabilme lüksünün doğal oluşunu ortaya koyar mı? Her makam ve mevki sahibi bu şekilde horatça bir duruş gösterirse, saygınlıkları bir kenara dursun, bu toplumun geleceğine dair, milli kaynaklarının doğru yer ve zamanda kullanımına dair bizlere neler düşündürür acaba? Şahsi söylemim, bunun apaçık devlet, millet düşmanlığı, ihanet, suistimal ve yobazlıktan farkı olmadığıdır.
Devletin farklı zeminlerinde şu ya da bu şekilde görev alınabilir. Elbette bu mekân ve mevkilerin gereği yasal sunumlar da olabilir. Bu sunumları ucu oldukça açık ve hesap verilebilir olmaktan çıkararak, gayet doğalmışçasına kabullenmek demek, her üst mercii için de bu durumları kabullenmek demektir. Sayısızca kötü örnekle varılabilecek bir güzellik elbette yok. İçten içe bizi çürüten bürokrasi, hukuka karşı alenen ve son derece de pişkinlikle ortaya konulan bu tavırlar, devlet-millet ikilisinin o yüksek ideallere ulaşmasını nasıl sağlayabilecektir. Güvenin giderek yok olduğu, her çıkan kanunun zayıf tarafının zorlanarak adeta derdest edildiği bu anlayış, bizi hangi aydın günlere götürebilecektir.
Neyin, ne uğruna ve hangi davalar için alkışlandığı, nelere destek olunduğu ve bu arada da nelerin suistimal edilerek değerce çöküşün hızlandırıldığına bakmak gerekir. Bizi biz eden şeyler, beni ben edenlere dönmeye başladığında, o toplum için geri dönülemez nokta başlamış demektir. Bizi dünyanın cüretkar ordularının dize getiremeyeceğine yürekten inanıyorum. Bizdeki vatan sevgisi katbekat büyük ve fakat, bizlerdeki o kuvvacı ruhtan giderek kopartan hoyratlık seviyesindeki keyfiyetlerin de toplumun bütününe lebette bir faturası olacaktır. Hoş ya, bu faturayı her geçen gün anlamsız zam furyaları, gereksizce dikte edilen vergiler, finans sektöründeki kayırmacalar ve vatandaşın üzerine üzerine oynanan ağır bütçe sorunlarıyla yaşıyoruz uzunca süredir. Bazı kazanımlarımız da var bu süreçte şüphesiz. Bu kazanımları ortaya koyarak millî oluş anlamında büyük ve alkışa değer hamlelerin, ekonomik ve hukuki zeminde de yankılanması her birimizin ortak talebidir.
Millet ve devlet birbirinden ayrılamaz, bir ve beraberce varlık gösterebilen kemiyetlerdir. Milleti sefalet içindeyken bir devletin her yönden güçlü olabilmesi mümkün de değildir. İşin ucunun dönüp dolaşıp bireylerdeki değerlere, o değerlerin gerekliliğine, o değerlerin manevi hazzına ve o değerlerin bizi biz yapmakta olduğuna temas ettiğini fark etmeliyiz. Bir kuşak var ki bu meziyetlerden bir hayli fukara kalmış. Devletin olanaklarını adeta babasından kalmış bir meta gibi görebiliyor, kendisiyle birlikte nicelerinin asla yad ile anılmayacaklarını, ortaya koydukları ateşin kendilerini de elbette yakacağını bilmelidirler. Öğlene kadar boş durmakta olan bir dersliği, öğleden sonra kullanan bir eğitimciden, boş saatlerde bu sınıfın üstelik bakanlıktan onaylı bir proje için kullanımı talebi karşısında “Bu sınıfı size veremem” cümleleriyle başlayan öznel, keyfiyet dolu cümlelerinden neler çıkar neler… Bu talebin yinelediği durumda da çok sayın eşinin teftiş için her nasılsa bir sonraki gün okula teşrifleri de daha büyük bir çirkinlik değildir de nedir? Sakın ha, benim eşimin sınıfına karışmayın. O, orada adeta sultanlık kurmuş, sizlerse onun yanında küçük öznelersiniz, gibilerden büyükçe ayıplı bir duruşun öznesi ne kadar eğitimci olabilmiş, ne kadar vatanperver ve ne kadar biz anlayışının paydaşıdır sizce?
Yukarıda dillendirilen durumların pek çoğunun farklı coğrafyalarda ve öznelerce yinelendiğini ve bu çirkinlikler karşısında da asla pes etmeyen az sayıda ve fakat görünürde değil, özde vatanperverin olduğunu biliyorum. Milletimizin yeniden değerleriyle buluşması, güzel örneklerin paylaşımına ağırlık verilmesi, çirkinliklerin öznelerinin de hak ettiği hukuki muamelelerle buluşturulması zaruridir. Aile kurumundan başlamak üzere, toplumun her katmanında nelerin yüceleştirilmesi, nelerin de yerilmesi gerektiği ortadadır. Devletin hangi kademesinin öznesi olunursa olunsun, makamların adı değişse de var olacağı ve fakat bu makam ve mevkilerin hangi şekilde icralarda bulundukları, keyfiyetle mi kemiyetle mi hareket ettikleri daima sorgulanacaktır.
Bir memlekette sıradan bir ilçenin belediye başkanıyla, vekiliyle sokakta, caddede bir araya gelemiyor, havadan sudan mevzuları konuşamıyorsanız, o memlekette demokrasinin yerleştiğini söyleyemezsiniz. Bu husus tam da bir ego disiplini mevzudur. Egolarıyla hareket insanların ellerindeki olanakları geri aldığınızda ortada maalesef kocaman bir hiç kalır. Oysa, değerlerini içselleştirmiş, davranış, söz, duygu, düşünüşüyle de bunları samimiyetle yansıtabilen insanlar hiçbir şekilde eksilmezler. Onlar için makam ve mevkiler sadece hizmet enstrümanıdır, o kadar. Güç ve iktidarın öznesi olarak bu zeminleri kullanmazlar onlar. Onları güç aldığı dayanak, ötelerden beri getirdikleri sarsılmaz karakterleri, sağduyuları, empatileri ve kısacası biz anlayışıdır. Kendileri için besledikleri iyi ve güzel duygulara değerlerini de ortak eder, nimetleri paylaşmaktan geri kalmadıkları gibi yeri geldiğinde de külfetlerin de çözümünde sizleri dikkate alırlar.
Ülkesini seven, aldığı görevi en ideal şekilde yerine getirendir, anlayışı biz kokmaktadır. Bu anlayış, geleceğe yürüyüşün parolasıdır, mefkûresidir. Toplumsal çalkantılı bu sürecin ne şekilde aşılacağı da en berrak şekilde ortadadır. Bu yolda her kim ne denli gayret ediyor, dillendiriyor ve örnek oluyorsa, isimleri manşetten verilmelidir. Toplumun yeniden dirilebilmesi ve üzerindeki kokuşmuşluktan azad olabilmesinde yiyi ve güzele öykünüşlere ihtiyacı vardır. Ne mutlu her zaman ve zeminde kendi vicdanında hapsolmadan şu yeryüzünde nefeslenebilenlere. Geride bomboş bir karanlık yerine aydınlık dolu hatıralar biriktirebilenlere de bizden yürek dolusu selam olsun. Birileri sadece o anların hükümranlığını, diğerleriyse maneviyattan aldıkları ivmeyle ebeden bir yankılanışı hissedecekler. İsimlerin, ünvanların bir anlamı yok ve fakat, bu isim ve öznelerin hangi tarafın içini doldurduklarında alabildiğine bir önem, özen, özeniş yahut da lanetlenişi var. Bizi bu günlere taşıyan saygın isimler akıllarda, vicdanlarda yankılanmaya, bizi bizden edenlerse veballe anılmaya da devam edecektir. Çokça maddi kazanım yerine, alabildiğine manevi hazzı yaşamayı tercih etmek, bizden sonrakiler için de daha yaşanılabilir bir hayatın zeminini bırakmak demektir. Benlerle bizi öldürmek yerine, bizlerle benleri var edebilme dileğiyle.
Oğuzhan KÜLTE
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.