DİMETOKA
DİMETOKA
Bir tepeye sırtını dayamış şehrim; Karadeniz’in hırçın dalgalarını ninniye çevirirdi...
Yeni Cuma Sokağında geçti çocukluğum. O tepenin eteklerinde kuruluydu Mahallemiz. Evimizin Cumbalı pencerelerinden baktığımda sonsuz bir mavilik görürdüm. O maviliklerde seyahatlara çıkar bin bir macera içinde bulurdum kendimi.
Okula gidemediğim zamanlarda sokak arkadaşlarımızla Dut Ağacının altında toplanırdık. O günkü oyun programımızı yapardık. Çelik-Çomak, Misket, Parti Gukku, Sigara Kapaklarıyla Çorçof diye adlandırdığımız oyun, Golden sakızlardan çıkan artist resimlerinin numaralarıyla yapılan yarışmalar ve eğer biri yapmışsa 10 kuruşa çekilen ’Şansını Sına’lardan Çikolata kazanma hayali vb...
Sigara Kapakları dedim de;
Yenice, Bahar, Gelincik, Kulüp, Sipahi, Yaka vb... Genellikle çay bahçelerini ya da Taksim Meydanını dolaşır ve yerden, çöp kutularından toplardık kapakları.
Bahar 50, Yenice 75, Gelincik 100, Kulüp 150, Sipahi 200, Yaka 500 Puan ederdi. Yani bir Yaka ile 10 tane Bahar değiştirilebilirdi.
Hepimizin evinde hatırı sayılır kadar Sigara Kapakları birikirdi. Sonra kış geldiğinde bunlar bir anda kaybolurdu! Önceleri anlamazdık nasıl kaybolduklarını. Kışın bu oyun oynanamayacağı için Kilerde kuytu bir köşeye saklardık. Yaz geldiğinde ise önce oraya koşardık ama heyhat!
Annelerimiz soba tutuşturmak için kullanmış olurlardı...
En Popüler oyunumuz hiç şüphesiz Parti Gukku idi. Dut Ağacımız merkez kabul edilirdi. 4’erli ya da 5’ erli 2 guruba ayrılırdık. Bir grup Ebeci olur diğer grup kaçıp saklanırdı. Bir tek oyunun saatlerce sürdüğünü dün gibi hatırlarım.
Kaçan grup olduğumuzda soluğu Saray Sinemasının önünde alırdık. Tommiks ve Teksas’ın son sayılarını okutan ağabeylerden 10 kuruş karşılığında alır ve beşimiz birden okumaya başlardık. Hele Yüzbaşı Tommikse bayılırdık.
Dönüşte o gün okuduğumuz macerayı ballandıra ballandıra birbirimize anlatırdık. Ve tabii mahalledeki arkadaşlara da koltuklarımızı kabartarak anlatacak zamanı iple çekerdik.
Yine bir gün grupları oluşturmuş ve ben Kaçış gurubunda yer almıştım. Dut Ağacının yanından hızla uzaklaşırken bu defa yolumuz Boztepe’ye doğru yönelmişti. Güle oynaya Arnavut taşlı yollardan akıp gidiyorduk.
Mahalle dışına çıktığımızda karşımıza gelen ilk yer Manastır olurdu. Büyüklerimiz oraya Kızlar Manastırı olarak adlandırdıklarından biz erkek çocukları oyun oynamak için de olsa oraya gitmezdik.
Manastırın önüne geldiğimizde duvarın ardından kız çocuklarının hep birlikte şarkı söylediğini duyduk.
’Manastırın ortasında var bir havuz
Aman havuz canım havuz
Dimetoka kızlarının hepsi de yavuz
Biz çalar oynarız
Manastırın ortasında var bir çeşme
Aman çeşme canım çeşme
Dimetoka kızlarının hepsi de seçme
Biz çalar oynarız
Manastırın ortasında var bir pınar
Aman pınar canım pınar
Dimetoka kızlarının hepsi de çınar
Biz çalar oynarız...’
Bu Türkü öyle çok içime işlemişti ki eve dönünce hemen en büyük abime sormuştum;
’Abi ’Manastırın ortasında Var Bir Havuz’ Türküsü hakkında bildiklerini bana da anlatır mısın?
Abim önce güldü sonra da beni yanına çağırdı.
’Otur da anlatayım’ dedi.
"Bu Türkü Rumeli Türküsüdür. Ülkemizin Halaskarı olan Mustafa Kemal Atatürk’ün en çok sevdiği Türkülerden biridir. Özellikle de Fikriye Hanımın Piyano eşliğinde seslendirmesinden çok mutlu olurdu."
’Peki abi Dimetoka’ ne demek?
Abim yine güldü ve anlatmasına devam etti;
’Dimetoka Yunanistan’ın Batı Trakya Bölgesinde bulunan bir yerleşim alanıdır. Kızlarının çok güzel olduğu söylenir.’
’Ama Abi burası Trabzon!’
’Evet burası Trabzon... Çok eski zamanlardan beri bir çok ülkenin, milletin yaşadığı şehir. Uzun yıllar öncesinde Trabzon’da kurulu bir Rum Pontus İmparatorluğu vardı. Sonra Osmanlı İmparatorluğu Trabzonu aldı ancak yerli halka dokunmadıkları için Rumlar biz Türklerle beraber hayatlarına devam ettiler. Bu Türküde onlardan bugüne kalmıştır.’
Abimin anlattıklarını ağzı açık dinlemiştim. O gece uykumda Kızlar Manastırındaki kızlarla birlikte uzun saatler oyunlar oynamış ve sık sık bu türküyü söylemiştik.
Sabah kalktığımda arkadaşlarımın Dut Ağacına gelmelerini sabırsızlıkla beklemiştim. Parti Gukku oynamalıydık ve ben ne olursa olsun Kaçış gurubunda yer almalıydım. Atılan Yazı Turayı kaybedince Ebeci gurup biz olmuştuk. Kaçış gurubunda olan Naci beni çok severdi. ’Sana bir Yaka Kapağı verirsem benimle yer değiştirir misin?’ Diye sorduğumda hemen kabul etmişti.
İçimden derin bir Ohhh çekerek Kaçış gurubuyla Dut Ağacının yanından hızla uzaklaştık. Diğer arkadaşlar söz birliği etmişcesine Uzun Sokağa gitmek istediklerini söyleseler de benim aklımda sadece Manastır vardı. Manastıra yaklaştığımızda;
’Hadi bakalım Saray Sinemasının önüne ilk varan Tommiks’i okur’ Deyince herkes koşmaya başlamıştı. Ben en gerilerinde kaldım ve onlar soldaki sokağa saptıklarında ben yoluma devam edip Manastırın önüne vardım.
İçerden hiç ses gelmiyordu. Duvarın dibine oturup beklemeye başladım. Bir süre sonra ben yaşlarda bir grup kız geldi ve içeri geçtiler. Ama bir türlü oyuna başlamıyorlar ve dolayısıyla da o Türküyü söylemiyorlardı!
Orada ne kadar beklediğimi hatırlamıyorum. Duvarın önündeki eşikte oturup beklerken uyuya kalmışım. Rüyamda kızların oyun oynadıklarını ve Türküyü söylediklerini ayan beyan duyuyordum. Bir an gözlerimi açtığımda ise rüya görmediğimi, kızların gerçekten bu türküyü söylediklerini duyunca hemen duvara tırmandım ve onları izlemeye başladım.
İçlerinde Sarı Saçları bukle bukle olan çok güzel bir kız vardı. Gözümü ondan ayıramıyordum. Ne edip edip adını öğrenmeliydim. Öğrenmenin tek yolu tüm cesaretimi toplayıp duvarın öbür tarafına atlamaktan geçiyordu ve ben bunu tereddüt etmeden yaptım. Kızlar birden oyunlarını kesip bana doğru bakmaya başladılar.
’Merhaba’ Dedim usulca.
’Biliyor musunuz ben söylediğiniz Türküyü çok seviyorum... Ben de oyununuza katılabilir miyim?’
O Sapsarı saçları bukle bukle olan kız yanıma doğru geldi ve bana elini uzattı.
’Neden olmasın, haydi katıl aramıza.’
’Benim adım Işın.’
’Benimki de Melissa’ Dedi ve devam etti. ’Bunlar da; Anis, Arete, Dasha, Delbinn ve Helenka...’
Sonra bir elimden Melissa diğerinden Dasha tuttu ve halka olup olduğumuz yerde aynı yöne doğru hareket ederek Türküye başladık.
’Manastırın ortasında var bir havuz
Canım havuz,
Dimetoka kızların hepsi de yavuz
Biz çalar oynarız...’
Ne oyun bitsin istedim ne de Türkü.
Melissayla sık sık göz göze geliyor ve gülüşüyorduk.
O elimi Dasha’dan daha sıkı tutuyordu..
Ve her oyun gibi o oyunda bitti!
Ama ben bir türlü oradan ayrılamıyordum. Melissa’nın kulağına eğilip usulca sordum;
’Gene gelebilir miyim?’
’Tabii ki gelebilirsin ama bir şartla. Hep benim elimi tutacaksın.’
Kalbim güm güm atıyordu. Eve nasıl gittiğimi hatırlamıyordum.
Parti Gukku’yu ise çoktan unutmuştum...
*
1967 yılının Kasımında Annem ailecek Istanbul’a taşınmamıza karar verince korkunç bir ikilemin içinde kalmıştım. Bir yandan Kuleli Askeri Lisesinde okuyan abimin anlattığı Istanbul, diğer yandan tüm çocukluğumun geçtiği Sokağım, Mahallem, Şehrim ve ille de Melissa...
1968 yılının ilk ayında okullar devre arası tatiline girdiğinde yola çıkacaktık. Aralığın son gününde başlayan Kar Yağışı bütün şehri beyaza bürümüştü. O yıla kadar hiç bu kadar kar yağdığını görmemiştik. Kapının dışına dahi çıkamıyorduk. Kar yağışı aralıksız 7 gün devam etti. Evde hapis kalmıştık ve hepsinden kötüsü yola çıkmamıza sadece 10 gün kalmıştı.
Evde kaldığımız sürece aklım hep Melissa’daydı ama onu görebilme şansım hiç yoktu. Gece uyumak için yatak odasına çıkarken annem Mangalda ısıttığı Kiremitleri bir beze sarıp bize verirdi. Yatağa girer girmez o kiremiti ayaklarımızın altına koyup ısınmaya çalışırdık. Kiremit ne kadar sıcak olursa olsun Melissa’nın tuttuğu elim kadar sıcaklık veremiyordu!
Karlar erimeye başladığında geriye sadece bir günümüz kalmıştı. Annem komşularının da yardımıyla tüm eşyasını toplamış ve denkleri alt kata aktarmıştı. Ertesi sabah Kamyon gelecek ve Annemle Abilerimden biri o kamyonla birlikte ev eşyalarımızı da alıp yola çıkacaktı. Ben de diğer abimle Otobüsle yola çıkacaktık.
Eşyalar kamyona yüklenirken aklım hep Melissa’daydı ama Manastıra gitsem de onun bulamayacağımı biliyordum. Bu havada anne babalar çocuklarını dışarı çıkarmazlardı.
Gece boyunca bir sağıma bir soluma dönüyordum. Sabaha karşı uyuyup kalmışım. Birden Abimin sesiyle irkilerek uyandım;
’Işın hadi kalk üstünü giyin ve Vecihe Teyzelere gel. Orada kahvaltımızı yapıp sonra da Garaja gideceğiz.’
Hemen giyindim. Kahvaltı boyunca hemen hemen hiçbir şey yemedim. Naci ile yan yana oturuyor ve sürekli konuşuyorduk. Zaman su gibi akıp gidiyordu. Kahvaltı bitmiş ve yola çıkma zamanı gelmişti.
Vecihe Teyzemin ellerinden öpüp sokağımıza çıktım. Sokak arkadaşlarımın hepsi bizi uğurlamak için hazırdılar. Sigara Kapaklarımı Naci’ye, Misketlerimi Sinana verdim ve uzun uzun sarılıp ağlaştık. Biz gözden kaybolana kadar da arkamızdan el salladılar.
Garaja geldiğimizde otobüsün hareket etmesine 45 dakika daha vardı. O kadar süre içerisinde Manastıra gidip bakmam ve dönmem imkansızdı. İçimdeki Istanbul heyecanıyla Şehrimden ayrılma heyecanı iç içe geçmişti. Ama kalbimin gümbürtüsü asla bundan değildi!
Artık otobüsün hareket saati gelmişti. Ayaklarım sanki prangalanmış gibi bir türlü hareket etmiyordu. İstemeye istemeye Otobüse binip koltuklarımızdaki yerimizi aldık.
Otobüs ağır ağır hareket etmeye başlayınca cam kenarından Şehrime son bir kez daha bakmaya başladım. Garajdan çıkmış ve Taksim Meydanından Ganita yoluna doğru yol almaya başlamıştık. Yerler hala kar olduğundan Otobüs çok yavaş gidiyordu. Birden karşı kaldırımdan bir kızın Otobüse doğru koştuğunu gördüm. Kız benim durduğum cam kenarına doğru yaklaşınca Melissa olduğunu fark ettim. O da beni görmüştü.
’Abi ne olur Kaptana söyle de 1 dakika dursun. Melissa bizi uğurlamaya gelmiş.’
Abim hemen Kaptanın yanına gitti. Otobüs yol kenarına çekilip durdu ve hemen kapıdan fırlayıp Melissa’ya doğru koştum. Sımsıkı sarıldık birbirimize. Göz yaşlarımız sel olup akıyordu. Hiç ama hiç konuşmuyorduk.
Kaptan;
’Hadi bakalım gidiyoruz’
Deyince birbirimizden ayrıldık. Gözlerimiz mıhlanmış gibiydi. Gözlerinden akan yaşları bir eliyle sildi. Her zaman olduğu gibi sağ elini uzattı. Bende uzattım. Avucunun içinde bir şey vardı. Elini çekerken avucumda bırakmıştı.
’Güle Güle Işın. Dimetoka Kızı seni çok özleyecek...’
’Ben de seni çok özleyeceğim Melissa’ Dedim.
Koltuğuma geçer geçmez camdan ona baktım. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Bir süre Otobüsün peşi sıra koştu ama sonra Otobüs hızlanınca görüş alanımdan yok oldu.
*
Abimin yanında cesaret edip de bir türlü açık bakamadığım şeye ancak Istanbul’daki evimize vardığımızda bakabilmiştim.
Küçük bir keseydi. Heyecanla açtım. İçinden o sapsarı saçlarından bir bukle çıktı. Bir de kendi el yazısıyla yazdığı not. Notu okumadan önce saçlarını uzun uzun kokladım. Sonra usulca katlanmış kağıdı açtım.
’Nereye gidersen git Melissa senle olacak. Ve bir gün tekrar şehrine dönersen Manastıra gel, ben orada olacağım...’
O gece boyunca hep aynı rüyayı gördüm. Melissa’nın eli avuçlarımın arasındaydı ve Kızlar Manastırında hep birlikte O Türküyü söylüyorduk.
’Manastırın ortasında var bir çeşme
Aman çeşme canım çeşme
Dimetoka kızlarının hepsi de seçme
Biz çalar oynarız...’
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.