- 170 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
SEDNAYA iŞKENCE ZiNDANLARI
DİKTATÖRLERİN HAPİSHANELERİ:
ESAD’IN ZULÜM VE İŞKENCE ÜSSÜ SEDNAYA
Sednaya, Esad rejiminin ünlü hapishanesi.
Diğer bir adıyla "İnsan Mezbahası"
Sıradan bir hapishane değil, adeta insanların ölmeden gömüldükleri bir mezarlık.
Onbinleri içine doldurmak üzere tasarlanmış. Sakinleri, sivil tutuklular, hükümet karşıtı isyancılar ve siyasi mahkumlar.
Rejim karşıtlarını susturmak, sindirmek, halkta doğabilecek isyan ve muhalefet potansiyelini yok etmek için 1987’de faaliyete geçirildi. Tahmin edileceği gibi, kısa zamanda, en acımasız ve rafine acı çektirme yöntemlerinin uygulandığı bir “işkence üssü”ve “ölüm kampına” dönüştü ve Suriye’deki baskıcı yönetimin sembolü haline geldi.
Cezaevinin iki ana bölümünden biri olan “Beyaz bina,” rejime sadakatlerinden şüphe duyulanlar için, diğer bölümü “Kırmızı bina” ise rejim karşıtlığı isnadı ve ithamıyla tutuklananlar için kullanıldı.
Üst katlardaki suçlular nispeten katlanılabilir şartlarda tutulurken, daha alt katlara ve gün ışığı görmeyen hücrelerin bulunduğu yer altındaki galerilere doğru gidildikçe mahkumlar, vahşetin dozunun alabildiğine arttırıldığı işkence ve infaz uygulamalarına maruz kaldılar.
Adaletin iflas ettiği, hak ve hukuk anlayışının zerresinin bulunmadığı Suriye’de, Sednaya’ya düşmek için gerçekten bir suç işlemenize gerek yok.
Birisinin jurnallemesi, sizinle ilgili muhaberatın eline küçük bir bilgi kırıntısının geçmesi, sohbet anında rejime yönelik küçük bir serzenişte bulunmak veya sadece yanlış zamanda yanlış yerde bulunmak, bir anda bu zindana atılmak için yeterli. Bir yargılama sürecinden geçmeyen, haklarında elle tutulur bir suç isnadı bulunmayıp burada yıllarca tutulan ve ölüme gönderilen insanların sayısı belli değil.
İnsan hakları kuruluşlarının raporlarına göre, Sednaya Hapishanesi’nde infaz, işkence, tıbbi bakım eksikliği ve aç bırakılma nedeniyle sadece 2011-2018 arasında 30 binden fazla tutuklu öldü. O tarihten günümüze kadar kaç kişinin öldüğü veya nasıl bir akıbete uğradığı tam olarak bilinmiyor.
Rejimin yıkılışı sonrası, edinilen dehşet verici bilgi ve tespitler ve kurtarılanlar üzerindeki gözlemler, Sednaya’nın nasıl bir dünya cehennemi olduğu hakkında yeterince fikir veriyor:
-İçeride ölmeyi çok istedikleri halde ölemeyenler
-İşkence görmek üzere yaşatılanlar
-“Zaman,” “mekan” ve “varlık” algısını kaybedenler
-Kimlik ve benlik duyguları yok olanlar
-Adlarını hatırlamayanlar, konuşmayı unutanlar
-Yıllarca gün ışığı görmeyenler
-Hafız Esad’ın 24 yıl önce öldüğünden haberi olmayanlar
-Kendilerini Saddam’ın kurtardığını sananlar
-Cep telefonunu ilk defa görenler
-İçeride babası belli olmayan, “kuş ve ağaç görmeden” büyüyen çocuklar
-Bir kaç metrekarelik hücreye 10-15 kişi istiflenenler
-Her hafta gerçekleştirilen 50-100 arası infaz
-20 yaşında içeri girip 60 yaşında kurtarılanlar
Diktatörler, böylesine dehşet verici hapishanelere niçin ihtiyaç duyarlar?
Sadece rejimlerine ve otoritelerine başkaldıran kişileri bire bir cezalandırmak için mi?
Hayır!
İstihbarat örgütleri ve hapishaneler, diktatörlükler için vazgeçilmezdir. Bunlar, rejim düşmanlarını bireysel olarak cezalandırmanın ötesinde, toplumun iradesini kırmak için kullandıkları temel araçlardır.
Diktatörler, varlıklarını yaydıkları korku ve dehşet duygusuna borçludurlar.
Korku, “kitlelerin toksini,” diktatörlerin “gıdasıdır.”
Gücün gölgesinde yeşeren ve toplumu kendilerine bağlayan en güçlü bağdır.
Kitleler, korku ile direnme gücünü kaybedip paralize olurken, diktatörler güçlerine güç katarlar.
Hapishaneler ise, diktatörlerin toplumu ve halkı, yıldırılmış “pasif ve itaatkar bir sürüye” dönüştürmek üzere gerekli olan “korkuyu ürettikleri” merkezlerdir.
Bu bağlamda Esed rejimi, bir korku imparatorluğudur. Sednaya ise, “işkence ve korku üretim merkezi…”
Tıpkı bir üretim hattı gibi işleyen bu korku fabrikasında, prototipi özenle tasarlanmış “dehşet” ve “yılgınlık,” seri olarak üretilir ve toplumun ruhuna ve bilinçaltına yaygın bir biçimde yerleştirilir.
Diktatörler, yok etmek istedikleri muhaliflerini öldürmek yerine neden sistematik işkenceye tabi tutarlar?
Eduardo Galeano, “İşkencenin amacı kurbanlardan bilgi almak değil, korku yaymaktır” diyor.
İşkence görenlerin hissettikleri bireysel acılar kollektif bir “dehşet duygusu” oluşturur ve giderek büyüyen bir “korku bulutu” halinde dışarıya yansır. İnsanların tüm takatlerini kesen, cesaretlerini kıran ve gözlerini yıldıran bir karabasan olarak tüm toplumun üzerine çöker.
Hapishanede olan bitenlere dair dışarıya yansıyan ve kulaktan kulağa yayılan vahşet hikayelerinin getirdiği yılgınlık ve umutsuzluk, halkta rejimin asla değişmeyeceği inancını pekiştirir. İnsanlar arasında dayanışma, kader birliği ve sorunlara çözüm bulma iradesi bütünüyle yok olur. Kimse direnme gücü gösteremez ve kimse konuşmaz. Halk, “sessiz,” “suskun” ve “yalnız” kalmayı” zorunlu bir hayatta kalma yöntemi olarak öğrenir.
Korkunun ürettiği bu sessizlik, suskunluk ve yalnızlaşma, diktatörlüklerin en büyük zaferidir.
Ortadoğu coğrafyasının sosyal dokusu ve siyaset kültürü sürekli diktatör üretiyor.
Diktatörün zulmetmesi için, herhangi bir ideolojiye, bir inanca mensup olmasına, farklı bir mezhepten gelmesine gerek yoktur.
Diktatör olmak için, gücü elinde mutlaklaştırmak ve sınırsız sürdürme tutkusuna sahip olmak yeterlidir.
Kontrol edilmeyen, denetlenmeyen ve sınırsız sürdürülen mutlak gücün eninde sonunda varacağı yer; acımasız baskı politikaları, nefes aldırmayan takip ve istihbarat, yaygın jurnaller, infaza kurban giden insanlar, envai türlü baskı ve sistematik işkencedir.
Londra’da sakin bir üniversite çevresinde eğitim gören bir tıp doktorunu eli kanlı acımasız bir diktatöre dönüştüren, Ortadoğu ülkelerindeki despotik devlet modellerini şekillendiren bu sosyo-kültürel doku, otoriter siyaset anlayışı ve buradan doğan güç ve iktidar modelidir.
Hiç bir despotun rejimi sandıkta sona ermemiştir.
Kötülüğün ve zulmün vücut bulmuş hali Beşar Esad da devrildi ve her devrik diktatör gibi ardında kan, zulüm, ıstırap ve gözyaşı bıraktı.
Babasının iktidar döneminden itibaren katlettiği, zindanlarda çürüttüğü, göç yollarında can vermelerine sebep olduğu milyonlarca insanın kanını ve ahını boynunda taşıyarak Rusya’ya kaçtı.
Ülkesinin hazinesini ve tüm varlığını kurutarak beraberinde götürdüğü, tarihin en büyük çalıntı para transferlerinden biri olan 135 milyar Dolarlık nakit ve altınla birlikte…
Geride ekonomisi iflas ermiş, altyapısı yerle bir olmuş, tüm kurumları çökmüş ve halkının umutları sönmüş bir ülke bıraktı.
Ne uğruna?
Sınırsız kibir ve tahakküm hırsı, gem vurulamayan iktidar şehveti, şişirilmiş narsistik ego ve doyurulamaz bir açgözlülük uğruna…
Eğer dünyada az da olsa insanlık varsa, eli kanlı diktatörler ülkelerinden kaçarak kurtulamamalı. İnsanlık onurunun galip gelmesi ve vicdanların rahatlaması için ne pahasına olursa olsun hesap vermeliler.
Uluslararası siyasi denetim ve baskı mekanizmaları kesintisiz devreye sokulmalı, masumların kanı pahasına Rusya’da planladığı ışıltılı ve parlak hayatı yaşamasına fırsat verilmemelidir.
Ne yazık ki herkesin paylaştığı bu temenni çoğu defa gerçekleşmiyor.
İşte, kötülerin bu dünyada kapanmayan defterleri, öte dünyanın neden var olduğunun somut bir gerekçesidir.
Öte dünya / yani ahiret niçin var ?
Böylesine eli kanlı diktatörler sınırsız
zulüm işledikleri, milyonların kanına girdikleri
halklarının yüz milyarlarını soydukları halde, adalet düzenlerini delip geçerek ve vicdanları yaralı bırakarak dünyadan hesap vermeden gittikleri için vardır .
Yani dünyada hesap vermekten kaçanların ,
Ahirette hesap vermekten kaçmaları asla
mümkün olmayacaktır .
ALLAH, bu işkence ve zulümleri yapanlardan
mutlaka derin hesap soracaktır .
Ahiret var, mahşer var, elbet hesap var !
Yaşasın zalimler için cehennem .
13 Aralik 2024