- 121 Okunma
- 1 Yorum
- 10 Beğeni
Dükkân
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Bir bir giriyorlar içeri. Bir bir… daha elindekine bakmadan, rafta gördüğü bir başka bluza takılıyor gözleri. Onu da indiriyorum tezgâha. Alacaklarından değil, belli. Anlıyor insan. O kadar sene bu işi yapınca, nasıl olduğunu bilmiyorsun ama anlıyorsun işte. Sonra bir başkasını… hep aynı model, farklı renkler.
Vitrinin önünden geçen yüzler de çevriliyor patronun kuru mankenlerin üzerine geçirdiği şiltelere. Kimiyle göz göze geliyoruz. Beni görmediklerine yemin edebilirim ama bunu ispatlayamam. Askıdaki üç beş gömlek, pantolona yöneliyor içerideki. Sonra baktıklarından alakasız bir şekilde koca karı kilodu soruyor, “hani şu penye olanlar. Bej renkli, var mı?”
Öngörülü bir adam patronum. Üstü cam tezgâhın altına sıra sıra dizdirmişti. “Kaç numara?” İndirdi, kaldırdı. “Olmaz bu.” “Tamam.” Şöyle bir geziniyor. Gözleri, askıdaki koyu renkli elbiselerde, rafta katlı duran anne bluzlarında. Ama içi boş. Bakışlarının boş olduğuna, hatta onların o an orada değil, başka yerde olduklarına da yemin edebilirim. İzliyorum. İzlemeyi seviyorum. Dışarıdan, olur olmadık bir yerden, bir dünya alıp giriyorlar dükkâna. Alacaklı gibi üç beş eşya bakıp, tezgahtara, aldığı paranın hakkını versin diye birkaç raf boşalttırıp tekrar düzenlettiriyorlar. Böylelikle kimsenin kalmıyor kimsede hakkı.
Bakıyor, bakıyor… sonunda bir şey almak zorunda hisseden birkaçı, bir anne bluzu alıp çıkıyor. Ya da bir çift çorap. Bu öyle değil. Hem özel bir şey arıyor hem de kimin için arıyorsa onu düşünüyor. Kendini onda bırakmış da dükkâna girmiş gibi.
Dışarı çıkarken, kendini ardında bırakmamalı insan.
İsteksizce süzülüyor tekrar bluzlara bakarken. İndiriyor, kaldırıyor. “Şunu da versene.” İstediği her şeyi tezgâhın üstüne yığıyorum, yığdım. Yakasına bakıyor, meme hizasındaki taşlara, boynunda gerdan gibi dizili parlak desenlere, uzun kollara, kısa kollara, kahverengi olanına, siyahına…
Sonunda hepsinden çekiyor elini. Bir adım uzaklaşıyor. Arkasında duran adamı o an hatırlamış gibi, “Sen beğendin mi bir şey?” Adam dünyadan habersiz. “Hı! Ben anlamam. Bak işte.” Gözlerini kaydırıyor kadın. Görüyorum.
Elleri pantolonunun cebinde bir sağ, bir sol ayağına veriyor adam ağırlığını. Olur da kadın bir daha hatırlarsa oradaki varlığını, bir şey sormasın der gibi birkaç adım uzaklaşıyor. Ona kalsa dünyanın öbür ucuna gidecek kadar uzaklaşacak gibi duruyor ama dükkân zaten üç beş adım. Gidebildiği kadar gidiyor o da. Üç beş adım….
Göz göze geldik kadınla. Söylemek istediğimiz onca sözü bir birimizin gözlerine kustuk. Neydi onlar bilmiyorum ama kustuk. Dalgın, isteksiz, üzgün… dahası yalnızdı. O kadar sene aynı işi yapınca anlıyor insan. “Bu nasıl, kaç yaşında teyze?” Yardımcı olmaya, yükünü hafifletmeye çalışıyorum. Göz ucuyla bakıyor. Sahiplenmeden ve fazlaca isteksiz bir sesle, “Olabilir,” demekle yetiniyor.
İçimden anneler geçiyor. Yatağında her şeyi unutmuş; dizlerini, yürümeyi, yemek pişirmeyi, sitem etmeyi unutmuş annem geçerken, duruyor aklımda. “Annenize mi?” Kadın boş boş bakıyor elindeki bembeyaz bluza. “Anneme.”
Beyazı sevmedim. Sevmiyorum. O olmaz. Ona bakıyor. Durmadan bakıyor. Bir şey de söylemiyor. “Kaç yaşında?” Gözlerime bakıyor. Yanlış bir şey yapmışım gibi bakıyor, yanlış bir şey söylemiş de olabilirim. “Koca bir çocuk yaşında.”
“Ne alakacaksan al da çıkalım. Ne fark eder rengi.”
Bazı şeyler, bazı zamanlarda, bazı insanlar için fark yaratmıyordu. Adam haklıydı.
“Size zahmet verdim.” Yüzü düşüyor. Size zahmet verdim…
Tezgâhın ucuna iliştirdiği siyah, zincir askılı çantasına uzanıp alıyor. Omzuna astıktan sonra gözü tezgâhta dağıtılmış birkaç bluzda, “Hayırlı işler,” diyerek çıkıyor.
Hep çıkarlar. Kendileriyle dışarıdan olur olmadık bir dünya getirir, dükkânın ortasına o dünyayı üst üste yığıp, ardlarına bile bakamadan çıkarlar. Onun gibi. Ortalığı toplamak yine tezgahtara kalır. Patron gelmeden çay demlenir, raflar dizilir, kül tablası kirliyse boşaltılır, eller pantolonun ceplerinde, dükkânın önünde hizaya girilir, beklenir. Tam bekleyecekken biri daha omuzlarında bir kamburla dükkâna giriverir.
“Hoş geldiniz, nasıl yardımcı olabilirim?”
“Annem için bir bluz bakacaktım.”
“Hangi renk?”