- 72 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
YAŞ 63 ( ÖMRÜN YARISINA BİR ADIM KALA )
YAŞ 63 ( ÖMRÜN YARISINA BİR ADIM KALA )
İhtiyar gönlümün celbi bitmemiş... Yorulmamış, bıkmamış. Kalbini sızlatan yağmur damlalarını pencerenin önünde izlerken, gençlik denen şeyi meltem rüzgârı gibi savunurken sokaklara şimdi toplama hevesinde, bükülmüş dizleri ile çiğnenmiş kaldırımlarda...
Yaş altmış üç... Gökyüzünde çakan şimşekler hayretime gidiyor, âleme ibretlik doğrusu... Balkondan uzun, uzun baktığım yollar, evlerin pencereleri nereden nereye dedirtse de dudak büküp çayı kaptığım gibi oturuyorum...
Başımda takke, artık beklediğim şey namaz saatleri... Bekleyenim de adıma okunacak sela sanırsam... Ellerimi ne kadar eskitmişim... Üzerinde ki siyah küçük noktalar hayatın lekeleri. Allah’tan kalptekini Allah’tan başka biri görmüyor diye şükür ediyorum... Abdest aldırdığım kalbim bugünlerde sessizliğini koruyor, köşesine oturmuş yaşanmış olayları kırık camlar ardından izliyor...
Yaş altmış üç... Gözlerim... Feri kalmadığı, aşikâr... Neler gördü ya da gördüğünü zannetti bilemezsiniz... Bakmakla görmek arasında ki fark bu yaşlarda çok önemli kimi zaman bakmadan gördüğün şeylere şahit olursun... İstemsiz kırılmalar, istemsiz kızmaların eşiğinde gider, gider gelirsin. Söylenen sözlerden çok söylenmeyenlere takılır kalırsın...
Eee hastalıklarda baş gösterdiğine göre en yakınınız ilaçlar oluveriyor... Cebinde taşıyor, ayırmak istemiyorsun... Tutku derecesinde olup aşkı yansıtmayan ilaçlar, ceketinin sol cebinde ya da sağ elinde taşıdığın çantanın içinde her daim yerini koruyor...
Gözlerinin nuru, sonradan kazandığın sıfatların olur... Odanın birinden fırlayıp gelen o ses küçücük elleriyle senin yüreğine dokunur... Camiye gitmenin tadını yaşadıysan onunla... Ohhh!
Saat sabahın yedisi... Beş buçuktan beri ayakta olan bedenim de akşam yorgunluğu var... Bütün gün çalışmışım da oturacak yer arıyor gibiyim... Yarım aksayan ayaklarıma inat yolda yürürken aklıma dedemin elimizden tutup köy kahvesine gazoz içirmeye götürdüğü geliyor. Malumunuz Denizli’nin gazozu başkadır...
Sonra yolun başında dedemin camiden çıkışını beklediğim o yokuş... Ezan okununca dedemi bulacağım tek yerdi, cami... Vefatından sonra öğle ezanı okunup geçmiş gelmemişti... İlkindi vaktinden sonra da gelmeyince anladım ki gitti o zaman o oturduğum döşeğin üzerinde kalakaldım... Saatlerden o zaman nefret ettim. İnsanın beklediği olmayınca saatle pekte işi kalmıyor... Yalan söylemeyeyim asıl vuslat için gün sayıyorum...
Hala gözümün önünde elini beline vurup o yokuşu çıkıp gelişi... Ne severdim seni, adam! Ne severdim... Dünyanın başına yıkılma sahnesiydi, senin gidişin...
Kaç yaşındasın şimdi bilemiyorum, saymıyorum da... Seni en son abdest almak için sıvanmış kolların, başında takken, elinde su tasın ile hatırlıyorum... Kısık, zeytin gözlerin ile... Her seferinde bana anlattığın ’insan nasıl ölür’, konularıyla...
Ah! Koca adam... Ne özledim bir bilsen...
Yaş altmış üç... çocukluğumdan yirmili yaşlara kadar gördüğüm bütün prangalar dan kurtulmuş, tehditleri bile boyun eğmeyecek yüreğimi, gurbet elinde hayli pişirip can denen şeyin sadece İslam ve Vatan dışında hiç bir şeye kurban edilmeyeceği bilincinde doldurduğum ömrümün demlenmiş haliyle oturuyorum yerimde...
Kuru kalabalıktansa onurlu ve yalnız yaşamayı yeğleyip hala saman sarısı kâğıt arayan ruhumu, kalemin önünde sizlere izah etmeye çalışıyorum... Samimiyetlerini ayak seslerinden tanıdığım insanlar göçtü gitti asıl âleme... Nasıllar Allah bilir, rahmetinden şüphem yok çok şükür.
Yaşlandık... İhtiyar sıfatını yeni yeni duysak ta tamam artık gidişat budur...
Bakmayın yaş altmış üç dediğime... Yolun yarısına bir adım kalmış... Ecel ne zaman gelir bilinmez. Belki de şimdi yazının noktasını koyarken hayata bir nokta devşirilir...
Yorgunluğum had safha da... İnsan neyi özlerse onu ararmış... Uzun zaman oldu, çayla beraber kelamı demlemeyeli... İnsan özlüyor...
Bütün özlemleri heybemize alıp yollara saçtığım satırlarla size veda edeyim...
İnsan neyi ararsa ona hasret kalırmış,
Sokak, sokak, taş taş aradığım sen neredesin.
Vakit vuslatı ne zaman gösterir, Azrail habersiz gelir bilmez misin?
Hasretim, sen. Beklediğim sen. Miladım, gökyüzüm sen...
Yazacak kelamım, söyleyecek sözümde kalmamış.
İstasyon, istasyon gezdiğim İstanbul sokaklarında zeytin gözlerin nerede?
Elin elime değmez, kimsin bilinmez.
Nasip diye bir şey var, yüreğime dokunacağın o zamanı beklerim,
Beklemekten yoruldum, neredesin? Gülizar’ım!
Meyleri elimin tersi ile ittim, bir kapı eşiğinde yüreğim,
Parmaklarım kapı aralığında.
Kaldır başımı, göster boyun bükmüş, suskun cemalini..
Neredesin, haber salınmaz, gelip alınmaz yerde misin? Bulunmazsın.
Gülizar’ım... Ah ile vah arasında kalmışlığım. Yüreğim ağzımda gezişlerim.
Kurşun-i hedefim... Bıçak sırtı bekleyişlerim. Teklifsiz gidiş gelişlerim,
Ecelimi susayışım. Neredesin, söylemez misin?
...
Çiçekleri yollarına döktüm, görmez misin?
Hikmeti nerede ararsın,
Aradığın Ocak, Rahmetin asıl sahibi değil mi?
Yaş olmuş altmış üç hâlâ neyi sayıklarsın...
Yalan! Yolun yarısına bir adım kalmış, ruhun altmış üçe merdiven dayamış...
Ve sen her yaşta Azrail in yoldaşısın...
( Her canlı ölümü tadacağına göre ölüm hep yoldaş sayılmaz mı?)
Ismahan Çeribaşı
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.