- 170 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KİRLİ SAVAŞ, MAYIS MEYDANI, SİYAH ŞERİTLER VE BİR KUPA
Şimdilerde pek futbolla ilgilenmesem de, çocukluk, delikanlılık ve kısmen de gençlik yıllarımda sıkı bir futbol takipçisi olmam sebebiyle kendimi tamamen futbolun dışında da hissedemiyorum. Spor, dünyada en fazla seyircisi olan spor dalı olması sebebiyle de özellikle futbol, farklı milliyetler ve kültürler arasında sevgiyi, dostluğu, sportmenliği, centilmenliği tesis etmek, insanları doğruda, iyide ve güzelde buluşturmak için bir fırsattır ve geniş kitlelere olumlu mesajlar ulaştırmak için de etkili bir yöntem, iyi bir iletişim aracıdır. Dünyanın en sevilen oyununun bu özelliğinden dolayı da, futbolla ilgili olaylar, futbol insanlarının demeçleri, mesajları, sözleri, tavırları ilgimi çekmeye devam etmektedir. Kısacası futbol benim için bir oyundan çok daha fazlasıdır. Arjantin’e tarihindeki ilk dünya kupasını kazandıran César Luis Menotti’nin: “Sadece futboldan anlayan, aslında futboldan da anlamaz.” sözü tam da benim duygularımı ifade etmektedir, aslında.
1978’de Arjantin’de düzenlenen 11. Dünya Kupasının benim için ayrı bir yeri vardır çünkü kendi televizyonumuzdan izlediğim ilk dünya kupasıdır. Çocukluğumun ve delikanlılık yıllarımın da bir bölümünün geçtiği Kırşehir’in Mucur ilçesinde, yetmişli yılların ortalarında almış olduğumuz Philips marka siyah beyaz televizyonu Bursa’ya taşındıktan sonra da kullanmaya devam etmiştik. 1974 Dünya Kupasında televizyonumuz yoktu bu nedenle maçları büyük ölçüde radyodan ve gazetelerden takip etmiştim. Sadece bir kaç maçın özetini ya da gollerini televizyonu olan komşuların ya da akrabaların televizyonlarından izlemiştim. Arjantin 78’ de ise neredeyse tüm maçları Philips marka televizyonumuzun siyah beyaz ekranında büyük bir heyecanla seyretmiştim.
Ancak Arjantin 1978 aynı zamanda dünya kupaları tarihinin en sönük, renksiz, keyifsiz, futboldan daha çok futbol dışı olaylarla dikkat çeken dünya kupası olarak da hatırlanmaktadır. 1978 dünya kupası, bir yandan dünyaya her fırsatta demokrasi ve insan hakları dersleri veren diğer yandan da emperyalizmde sınır tanımayan ve en acımasız diktatörlere, en azılı insanlık düşmanlarına arka çıkan Amerika Birleşik Devletleri’nin desteklediği Diktatör General Jorge Rafael Videla’nın başında olduğu askeri cuntanın yönettiği bir ülkede oynanmıştı. Amerika’nın Cuntaya verdiği destek, CIA’nın 70’li yıllarda, 9 Latin Amerika ülkesinin yönetimini aynı anda kontrol etmeyi hedeflediği Akbaba Planı (Operation Condor)’ nın bir parçasıydı. Dünya tarihine “Dirty War”, “Kirli Savaş” olarak geçen, 1976’dan 1983’e kadar olan 7 yıllık bu cunta iktidarı, sendikalara, siyasi partilere ve parlamentoya kilit vurulduğu, yüz binlerce kişinin gözaltına alındığı, 30 bin kişinin gözaltında kaybedildiği, 400 işkence kampının kurulduğu, korkunç devlet terörünün halkın çoğunluğunu sindirdiği, insanların “tanıdığının tanıdığı” nın bile gözaltında kaybedildiği bir süreçti. Gözaltına alınan tutukluları iki son bekliyordu; ya kamplarda işkence altında can veriyorlardı ya da iğneyle uyutulduktan sonra uçaklardan okyanusa bırakılıyorlardı.
Bir çok ülkeden spor adamları, duyarlı insanlar turnuvanın iptal edilmesi ya da başka bir ülkeye alınması için FIFA’yı mektup, telgraf, faks ve telefon yağmuruna tutmuşlar ama o yıllarda pek de demokrasiyle işleri olmayan, Amerika’nın güdümünde olan, demokrasiden ve insan haklarından daha çok Dünya Kupası organizasyonundan gelecek gelirlere odaklanmış olan FIFA yöneticilerini kararlarından döndürememişlerdi. Bu da Dünya Kupası’nı imajlarını düzeltmek, dünyaya kendilerini şirin göstermek için bir fırsat olarak gören Cuntanın ekmeğine yağ sürmüştü. Kupa adeta bir cuntayı aklama organizasyonuna dönüşmüştü.
Arjantin turnuvaya cuntaya muhalif olduğu bilinen Teknik Direktör César Luis Menotti ile giriyordu. Menotti göreve, Arjantin’in pek bir varlık gösteremediği bir önceki dünya kupasından hemen sonra, 1974’te gelmişti ve darbeciler, Dünya Kupası’nın kazanılmasına büyük önem verdiğinden onu kovmaya cesaret edememişlerdi. Arjantin’in sol düşünceleriyle tanınan bir üniversite şehri olan Rosario’da doğan Menotti, genç yaşlarında yine doğduğu kentte Arjantin Komünist Parti’sine üye olmuştu. Arjantin 78 Dünya Kupası’nda, uzun saçlarıyla, bütün maçlara takım elbisesiyle çıkmasıyla hatırladığım Menotti, teknik direktörden ziyade bir filozofa, tiyatro artistine ya da film yönetmenine benziyordu. Çok okuyan, güçlü kaleminden güzel yazılar dökülen, şiirsel bir ifadeye sahip olan, “futbol filozofu” olarak da adlandırılan, El Flaco “Sıska” lakaplı Menotti, zaman içerisinde sözleri, fikirleri ve ilkeleriyle de ün salan bir futbol insanı olarak öne çıkmıştı.
“Sadece futboldan anlayan, aslında futboldan da anlamaz.”
“Eğer kitap okumuyorsan yaşamıyorsun demektir.”
“Solun futbolunda bir tek kazanmak için oynamıyoruz, daha iyi olmak sevinç duymak, bir şenlik yaşamak, insan olarak gelişmek için oynuyoruz.”
César Luis Menotti’ye ait sözlerdir.
Menotti’nin hücum futbolu, 4-2-3-1 formatının ilk örneklerinden birini yansıtırken savunmada Daniel Passarella’ya orta sahada Osvaldo Ardiles’e hücumda ise Mario Kempes’e bel bağlıyordu.
O dönemde en beğendiğim futbolcu olan ve bir önceki kupanın da yıldızlarından olan Hollanda Milli takımı’nın kaptanı Johan Cruyff ve Alman yıldız Paul Breitner’in Cunta’yı protesto ederek katılmadıkları turnuva, 1 Haziran Perşembe günü, Arjantin’in en büyük stadı Buenos Aires El Monumental’de 68 bin seyirci önüde bir önceki kupanın sahibi Almanya ile Polonya arasında oynan maçla başlamıştı. Seyir zevki oldukça düşük olan maç golsüz berabere bitmişti. Turnuvanın ikinci gününde Tunus, Meksika’yı 3-1’lik rahat bir skorla yenerken Dünya Kupasında galibiyet alan ilk Afrika takımı olarak da tarihte yerini almıştı. Turnuvanın 2. gününde, beklenen takım ev sahibi Arjantin sahne almıştı. Macaristan karşısında 9. dakikada yenik duruma düşmesine rağmen Arjantin maçı 2-1 kazanmış ve Cunta’nın generallerine de rahat bir nefes aldırmıştı.
Brezilya – İsveç maçı Dünya Kupası tarihinin en ilginç hakem kararlarından birine de sahne olmuştu çünkü kullanılan kornerden gelen topu ağlara gönderen Zico’nun golü, hakemin topu havadayken maçı bitirmesiyle iptal edilmişti. İskoçya-İran karşılaşması yedi bin seyirci ile 1978 Dünya Kupasının en az ilgi gören maçı olmuştu. Hollanda-İskoçya maçı ise futbolseverler tarafından uzun yıllar unutulmamış ve Dünya Kupası tarihindeki en değerli maçlar arasında yerini almıştı. İskoçya’nın 3-2 kazandığı maçın 68. dakikasında Gemmil’in sırayla bütün Hollanda defansını geçerek topu kalecinin üzerinden fillelere bıraktığı, hafızalara kazınan efsane golü kitaplarda ve filmlerde de yerini almıştı.
Çocukluğunda futbolcu olma hayalleri kurmuş, bunu gerçekleştirememiş ama futboldan da kopamamış olan latin dünyasının en önemli yazarlarından Uruguay’lı Eduardo Galeano, geçmiş dünya kupalarını, futbolla ilgili terimleri ve ünlü futbolcuları anlattığı “Gölgede ve ve Güneşte Futbol” isimli kitabında Gemmil’in golünü o kendine özgü, keyifli, mizahi diliyle şöyle anlatmıştır: “Gemmill, takım arkadaşı Hartford’un verdiği pası kaptıktan sonra Hollandalıları gayda müziği eşliğinde bir dansa davet etme inceliği gösterdi. Gemmill’in çalımlarıyla başı dönerek yere ilk serilen Wildschut oldu. Daha sonra ekilme sırası Suurbier’e geldi. Ama Krol’un başına gelenler hepsinden daha kötüydü: Gemmill topu onun bacakları arasından geçirmişti ve nihayet kaleci Jongbloed ile karşı karşıya kaldığında İskoçyalı futbolcunun tek yaptığı şey, topu file bekçisinin üzerinden aşırtarak kaleye sokmak oldu.” Danny Boyle’in yönettiği, 1996 yapımı Trainspotting filminde de Ewan McGregor’ın canlandırdığı Mark Renton karakteri “I haven’t felt that good since Archie Gemmill scored against Holland in 1978!” (1978’de Archie Gemmill’in Hollanda’ya attığı golden beri kendimi böyle iyi hissetmemiştim!) cümlesini kurmuştur.
Stadyumlarda maçlar oynanırken Buenos Aires sokaklarında insanlar kaybolan rejim muhalifi yakınlarını aramaya, acılı anneler de Plaza Del Mayo (Mayıs Meydanı)’ da toplanmaya devam etmekteydiler. Tribünlerde söylenen şarkılar Arjantin halkının ağıtlarını bastırmaya yetmiyordu. Stadyumlardan birkaç yüz metre ötedeki işkence kamplarındaki tutuklular taraftarların tezahüratlarını, gol sevinçlerini duyabiliyorlardı. Rossi, Zico, Bettega, Vogts, Kempes, Rensenbrink, Rivellino, Platini, Cubillas gibi yıldızlar sahalarda top koştururken, cunta yönetiminin onların tepelerinden uçurdukları uçaklar, iğneyle uyutulmuş rejim muhaliflerini okyanusun ortasına atmaya devam ediyorlardı.
15 yaşında bir lise öğrencisiyken izlediğim Arjantin 78 Dünya Kupası’na ait hiç unutamadığım, hafızama kazınmış ayrıntılardan biri de kale direklerindeki siyah şeritlerdi. O yıllarda bilgiye ulaşmak şimdilerde olduğu gibi hızlı ve kolay olmadığından bunun sebebini ancak yıllar sonra öğrenebilmiştim. Bu Plaza Del Mayo, yani “Mayıs Meydanı” anneleriyle ilgili bir konuydu. Plaza Del Mayo anneleri, Cunta yönetimi başa geçtikten sonra evlatları kaybolan annelerin oluşturduğu bir sivil platformdu. Onlardan ilham alan ve onlar kadar Arjantin’in kayıp çocukları için endişe eden stadyum görevlileri de bir şeyler yapmak istiyorlardı. Protestolara katılmanın en güvenli yolu, halkın yasına ortak olmaktı. Bu yüzden kale direklerinin zeminle birleştiği yere siyah şeritler geçirildi. Generalleri de, bunun “Ülke futbolunun geleneği” olduğunu söyleyerek kandırmışlardı. Bir stadyum görevlisi yıllar sonra bu küçük hileyi gülümseyerek anlatmıştı ve: “Futboldan hiç anlamıyorlardı.” demişti.
Tarihin en karanlık Dünya Kupası, sadece cuntanın ülke genelinde estirdiği terörle değil Arjantin’in kazanması için her türlü hilenin kullanılmasıyla da hatırlanıyor. Bu hileler, tehdit, şantaj, rüşvet, şike ve dopingi içeriyordu. Özellikle de şike konusunu açmak gerekiyor. 2. Turda Brezilya ile Arjantin aynı gruptaydılar ve ve bu iki takımdan birisi finale çıkacaktı. Bu tarz turnuvalarda her zaman başvurulan bir uygulamayla her iki takımın son maçlarının aynı saatte oynanması gerekiyordu. Ancak FIFA akıl almaz bir kararla Brezilyanın maçını öne çekiyor ve adeta Arjantin için final kapısı aralanmış oluyordu.
Brezilya Polonya’yı 3-1 yenmişti. Böylece Brezilya aradaki gol farkını üçe çıkarmıştı ve Arjantin’in de Peru’yu en az dört farklı yenmesi gerekiyordu. Turnuvanın flaş takımı, Cubillas’lı Peru’yu dört farklı yenmek hiç te kolay değildi ancak bunun da çözümü bulunmuştu. Arjantin Cunta yönetimi Peru’ya askeri ve ekonomik yardım yapmış bunun sonucunda Peru Arjantin karşısına yedek ağırlıklı bir kadro çıkarmış, asıl kalecisi yerine Arjantin asıllı, üstelik te maçın oynanacağı Rosario şehrinin çocuğu olan yedek kalecisine görev vermiş, defans futbolcularını forvette forvet futbolcularını defansta oynatmıştı. Arjantin’de bu maçı hiç zorlanmadan 6-0 gibi bir skorla kazanmıştı. Normal şartlarda Brezilya ile Hollanda arasında oynanması gereken final maçında Hollanda’nın karşısına da Brezilya yerine Arjantin çıkmıştı.
25 Haziran 1978’de Buenos Aires’in Monumental Stadı’nda 71 bin seyirci önünde oynanan final maçında Arjantin normal süresi 1-1 biten maçı uzatmalarda attığı iki golle 3-1 kazanmıştı. Arjantin her ne kadar final maçını bileğinin hakkıyla kazanmış olsa da, kaptan Passarella üzerinde epeyce şaibeler bulunan bir kupayı, yedi yılda Arjantin’de tam 30 bin insanı katleden Cuntacıların ellerinden almıştı. Üst üste bir kaç yıl enflasyon şampiyonu olan Arjantin bu defa da tarihindeki ilk dünya kupası şampiyonluğunu kazanmıştı. Futbolun dışında her şeyin olduğu 11. Dünya Kupası da bu şekilde sona ermişti.
Arjantin’de düzenlenen turnuvayı bir siyasi propagandaya çevirmek isteyen cunta yönetimini final maçında selamlamayı reddeden Menotti, bunun yerine takımıyla birlikte tribündeki halkı selamlamayı tercih etmişti. Menotti, iktidarın savunduğu "sert futbol" anlayışına karşı da göze hoş gelen futbolu ısrarla savunarak futbolseverlerin gönlünde taht kurmuş, Arjantin halkının yanı sıra dünya genelindeki futbolseverler için de siyasi bir sembol olmuştu.
Arjantin 1978’den geriye de turnuvanın yıldızı ve gol kralı Mario Kempes’in konfetiler arasında elleri havada gol sevinci, Cesar Luis Menotti’nin uzun saçları, Cunta’ya karşı onurlu ve dik duruşu, oyuncularına bireysel becerilerini ortaya çıkarma özgürlüğü tanıyarak, "bir caz beşlisi gibi" özgürce hareket ettirerek takımına estetik açıdan hoş bir futbol oynatması, oynadıkları toplu hücum, toplu defans anlayışına dayalı modern futbolla o dönemde kusursuz kabul edilen, aşılamaz, yenilemez olarak görülen Hollanda’ya finalde boyun eğdirmesi, Plaza Del Mayo (Mayıs Meydanı), acılı bekleyiş hikâyeleri ve kale direklerindeki siyah şeritler kalmıştı.
Remzi ORMANCI
5 Aralık 2024
Osmangazi/BURSA
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.