- 92 Okunma
- 1 Yorum
- 5 Beğeni
Ya'saklı Köy "Manifesto"
Bir adamın! dört eşiyle aynı evde yaşayabildiği ancak bir kadının çocuklarıyla beraber bir evde yaşayamadığı dünyaya sözüm..
"Bana bu dik omuzları siz kattınız. Bu o’nurlu yürüyüşü, dik duruşu size borçluyum" bayduygusal..
İki tür aile vardı.
Birisi kızları evlendiğinde ona takı merasiminden ayrı bir altın takar ve evlerinin anahtarlarını verirdi. Eğer birgün geriye dönmek ister de yol parası bulamazsa bu altın onun içindi. Evin anahtarı ise ona verilen en büyük güvendi. Çalacak değil açılacak bir kapıydı ve bu ev baba ocağıydı.
Bir de "bu eve ancak kefeninle girersin" denilen aslında o an vazgeçilmiş olan bir evlattı. Çünkü onlara göre erkek ve kız çocuk asla aynı rütbeye sahip değildi.
İşte benim annem bu ikinci örnekteki ailenin dört kız ve bir erkek çocuklu üyelerinden en sonuncusuydu.
Ben o dönem yedi yaşımda kendi ailemin ilk üyesiyim. Üç yaşında bir de kız kardeşim olmasına rağmen eski adetler üzere bir erkek çocuk olarak evin en değerlisiyim. Hatta annemden bile..
Anam kadın çok çile çekmişti. Babam o zamanlar alkol ve başka kadınlarla bizden ayrı bir hayat yaşıyordu. Annem ise bu mutsuzluk ve huzursuzluk yüzünden aşırı kilo vermişti. Türlü rahatsızlıkları vardı.
Babamın fenalıkları arasında bir tek şiddet yoktu. Ta ki o güne kadar..
Babam evde yemek yerken onun sofrasına sadece ben oturabiliyordum. Belki inanılır gibi değil ama anam kadın o yemek bitene kadar ayakta beklerdi.
Babam hem güçlü, yapılı hem de yakışıklı bir adamdı. Ses tonu da karakteri gibi ağırdı. Bir tek ben ondan korkmazdım. Çünkü bana asla sesini yükseltmezdi. Tabi ben de çocuk aklımla bunu çok iyi kullanıyordum. Oysa o gün kendimi bulacaktım.
Babam yemeğin tuzunu bahane ederek sofrayı fırlattı ve belki de hayatında ilk kez "bilerek tuzsuz yaptım ki sen istediğin kadar atarsın" diye konuşabilen annemin üzerine yürüdü. O kadar sinirlenmişti ki ilk kez anneme vuracağını hissettim. Tam elini havaya kaldırmıştı ki "yapmaa.." diyerek önüne durdum.
"Eğer anneme el kaldırırsan seni öldürürüm"
Babam önce şaşkın bir halde donakaldı. Sonra o meşhur siyah deri ceketini alarak hiçbirşey söylemeden dışarı çıktı. Annem o an korkan kız kardeşime sarılıp onu sakinleştirmeye çalışırken ben elimdeki bıçakla bir başıma öylece kız kardeşimin sağ badi parmağı ağzında ağlayışını izliyor olacaktım.
Ondört yaşımdayım. Babam hala eski düzende devam ediyordu. Bir gün eve geldiğimde babamın bizim evimize başka bir kadın getireceği fikrini öğrendim. Anam kadın sesini bile çıkartamıyordu. Oysa ben artık delikanlı olmuştum ve kimse beni tutamazdı.
- Hazırlan anne, gidiyoruz.
- Nereye?
- Köye.
- Benim köyüm yok oğlum.
- Benim var anne..
Annem kenardaki üç kuruş parasına küpelerini ve o tek bileziğini de ekledi ve biz yola çıktık. Köy meydanına inene kadar hiç konuşmadık. O artık kendi ölümüne bile razıydı. Oysa ben köyden evimize gittiğimiz o taksiciye "Bekir Çavuş’un evine sür" diyecektim.
Rahmetli dedemin evi. Yani annemin babasının. Kullanılmadığı için harabe vaziyette. Dedem ve ninem vefat etmişti. Ben de o evi benimseyerek bir akıl orda yaşamımızı sürdürmeye karar verdim. Annem ve kız kardeşim ekmek yapıyor, ev işlerini yürütüyordu. Ben de odun kesiyor, sobayı yakıyor ve bakımsız da olsa bahçeyle ilgileniyordum.
Köylüden çıt çıkmıyordu. Böyle birşeye alışkın değillerdi. Evde telefon yoktu. Gerektiğinde muhtarın evindeki telefondan konuşulurdu. O gün muhtar kapımıza gelerek "dayın seninle konuşmak istiyor" dedi. Muhtarın evinden İstanbul’daki dayımı aradık.
"Hemen evi boşaltın"
Onu dinledikten sonra "hiçbir yere gitmiyoruz, gücü yeten bizi çıkarmayı denesin, ya ölür ya öldürürüz, canına güvenen gelsin" diyecektim.
Ertesi gün dayım kapıya dayanacaktı.
Bu defa köylü de meraktan dayımın peşine takılacaktı. Duvardaki tüfeği alıp tahta kapıyı aralayarak üç metre ötemdeki dayıma tüfeği doğrulttum.
- Beni mi vuracaksın? Sen ne zaman adam oldun da..
Çın..
Tam adım atacakken ayaklarının bir adım ötesine bir kurşun sıktım.
- Sade seni değil, bu avluya kim adım atmaya yeltenirse vururum..
Muhtar; "erkeksiz bir kadın, köyün namusu.." gibilerinden bir laf etmeye kalktı ki.. onu susturdum.
- Yahu bu kadını simsiyah giydirdiniz, yolda görsem ben tanımam. (Köylüyü işaret ederek) sizler onu görmek istemedikçe kime ne zararı olur. Bir namussuzluk olursa o da ancak sizden gelir!
Bu hararetli konuşma sonrası ciddiyetimi anlayan köylü muhtar ve dayımla beraber geri çekildi. Oysa bu çekilme sadece bir günlük olacaktı.
Ertesi gün ellerinde türlü silahlarla yine kapıya dayandılar ve camları taşladılar. Oysa ben tedbirimi almıştım. Buraya gelirken jandarmaya da haber vermiştim. İllaki bir haber eden olacaktı. Ben bunu beklerken başka birşey oldu.
Heybesinde iki silahla koyu kahverengi bir at üzerinde babam avluya doğru hızla koşturuyordu. O ana kadar evin erkeği olarak sesim dahi titremese de artık ilk gözyaşımı dökecektim.
Babam avlunun öünde durdu ve atın yönünü köylüye çevirerek arada şahlanan atın üzerinden inmeden köylüye konuştu.
- Siz kim oluyorsunuz da benim ailemin evini taşlıyorsunuz. Vallahi bütün köyü içindekilerle birlikte yakarım. Bir daha bu kapıya dayanan olursa onu buraya gömerim!
Köylü dağılmıştı.
Bu olaydan sonra aradan yirmi yıl geçti. Bırakın başka bir kadını yahut şiddeti.. babam evde yemek yapan, yerleri süpüren, perde asan bir adam haline dönüştü. En son annemi ziyarete gittiğimde babam kendi elleriyle yaptığı kahveyi balkonda annemle birlikte içiyordu.
O at üstündeki İbrahim Çavuş’un adı artık yeni taşınılan evdeki komşular arasında Kılıbık İbrahim’e çıkacak oysa kız kardeşimin dilinden altın günlerinde anlatılacak bu hikayeye kimse inanamayacaktı.
Babam o erkek kültürü üzerine sürdüğü yaşamı terketmesini bilecek ve ben bir ömür bir daha bu konuyu onun yüzüne vurmayacaktım. Çünkü o benim babamdı ve hep benim ilk kurumayan gözyaşım olarak kalacaktı..
Babam ne zaman ve nasıl değişmişti onu bilmiyorum ama kız kardeşim evlenirken ona verdiği ekstra bir altın ve evin anahtarıyla buna beni ikna etmişti. Anam kadın da o gün "Allah (cc) senden razı olsun" diyerek artık onu affedecekti.
Bir kızım olmuştu. Ne zaman tatil için plan yapsak "baba herkesin köyü var, neden bizim yok" derdi. Ondört yaşına geldiğinde ona köyümüzün yanından arabayla geçerken gerçeği söyledim.
"Şu tepenin ardında bizim de saklı bir köyümüz var kızım ama o köy bize yasak. Bir köyümüz olduğunu bil ama asla oraya gitmeyeceksin. Bu benim sana vasiyetim, senden ilk ve son isteğimdir"
Anam kadına ithâfen..
YORUMLAR
bayduygusal
Birkaç detay dışında tabi..
Malum illaki gerçekler oluyor.
Saygılar.