- 20 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
RAZİYE ÖĞRETMENİM
Raziye Öğretmenim
Onunla ilk kez yıllarca birlikte çalıştığımız PEV Koleji’nde tanıştık. (1999) Ben o yıl ilkokul bölümünde tek erkek öğretmendim. Diğer arkadaşlarımız bayandı. Raziye öğretmen içimizde yaşça ve öğretmenlik deneyimi ile epey eskilerdendi.
Enli yüzlü, etine dolgun bir bayandı. Yaşına karşın oldukça dinç görünümlüydü. Disiplini temel alan bir eğitim anlayışı vardı. Daha sonraki yıllarda müdür yardımcımız oldu. Öğrenci ve öğretmenlerle belirli bir mesafe koyan, ciddi olmaya çalışan biriydi. Onun koridorda dimdik yürürken, ayakkabısının topuk sesini duyan çocukların “Raziye öğretmen geliyor!..” diye köşe bucak kaçıştığını hiç unutamam.
Görevini dakika sektirmeyen; verilen sorumluluğu unutmayan ve er geç tamamlayan bir yapısı vardı. Okulda tertip düzen, disiplin deyince akla ilk önce onun adı gelirdi. Genç öğretmenler onun karşısında bir öğrenci uysallığında el pençe durur; ondan çekinirlerdi.
Ben onun durmak, dinlenmek bilmeyen çalışma temposuna hayran olur, ancak yeni düşünce ve uygulamalara uzak kalışını eleştirirdim. Bir gün baş başayken benim için, “Yönetimin başını ağrıtan bir öğretmensin, düşündüğünü çekinmeden söylemen yöneticileri zora sokuyor. Fakat kültürün, donanımın, yabancı dilin, her konuda beceri ve atılganlığınla senden vazgeçemiyorlar,” demişti. Onun tanıdığı ailelerin çocuklarını benim şubeye yönlendirmesinden bu duygusunu anlıyordum.
Okulda onca disiplinli, düzenli bir yaşamı olan Raziye öğretmenin bir gün evine konuk olmuştuk. Eşi Hüseyin ağabey de emekli bir öğretmendi. Dünya yansa umurunda olmayan, gelişigüzel, salkımsaçak yaşayan biriydi. Ev işlerinde Raziye hanıma hiç yardım etmezmiş, “on dönüm bostan, yan gel Osman” tarzında yaşarmış.
Bizim okulda canavar gibi gördüğümüz Raziye öğretmen evde kuzu gibiydi. “Sen okulda bizlere soluk aldırmıyorsun ama evdeki durum tersi...” deyince “Ne yapayım Hüseyin abiniz evin tek oğlu, ağa oğlu, bey oğlu, keyfine düşkün biri. Ne kadar uğraştıysam da bana mısın demedi. Baktım olmuyor, bıraktım yakasını. Ben çalışırken buzdolabına koyduğum yemeklere dönüp de bakmaz; hatta dolabın kapısını bile açmaz. Gider dışarıda yer... Tam Garipköy’ün paşası, beyidir o,” diyerek çaresizce omuz silkti.
Birlikte on üç çalıştık. İlerlemiş yaşına karşın çalışmaktan hiç bıkmaz, yoksunmazdı. Sonra okuldan ayrıldı, biz de başka okulda yolumuza devam ettik. Bir gün çarşıda karşılaştık. O kendine güvenli, yürüdükçe yeri göğü sarsan Raziye abladan eser kalmamıştı. Bana “Seni iyi gördüm,” deyince benim de ona “Ben de sizi iyi gördüm,” demem gerekti.
Rahatsız olduğunu, alzaymır (unutkanlık, bunama) hastalığına yakalandığını, hatta bir keresinde evini bulamayıp sokaklarda kaybolduğunu duyunca “Vay be... Yaşam bu nereden nereye,” diyerek üzüldüm.
Geçen ay onun sonsuzluğa göçtüğünü sanal dünyadan öğrendim. Afyon Sultan Dağları’nın çalışkan kızı, Tavas Garipköy’ün hamarat gelini, yorulmaz öğretmen Raziye ablamız da beyaz atına binip giden güzel insanlardan biri olarak anılarıyla geride kaldı... Günümüzde Raziye Hanım gibi öğretmenleri samanlıkta iğne arar gibi arıyoruz...
Veli Aykar
13.Kasım.2024
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.