- 54 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
DİNGİNLİK
Bizim Beykoz Kavacık’taki fakirhanede 40 yıldan fazla zamandan beri, nasıl diyeyim, hasbelkader yaşayıp gitmekteyim. Üç katlı bahçeli müstakil bir apartmanın üçüncü katında ikamet ediyorum. Bugüne değin pek kadrini kıymetini bilmemiş olsam da, Marmara Boğazına hakim bir konumda bulunduğumuz muhakkak.
Seneler var ki, iş-güç yoğunluğundan, hayatın hay huyundan o güzel alemi, o hayalhaneyi şöyle alıcı gözüyle doya doya temaşa edememişim.
Şimdilerde, biraz da yaş icabı oldukça sakin (ve genç bir birey için oldukça sıkıcı) bir hayata, ikinci hayat olarak adlandırılabilecek bir hayata başlamış olduğum için iyiden iyiye farkına varmaya başladım salonumun camından görülebilen Boğaz’ı ve kah sütliman, kah sisli-puslu, kah hareketli denizi.
Dün yine hani şu kamplarda falan pek makbul olan, katlanabilir rejisör koltuğuma oturdum ve sanki hem rejisörü hem de baş oyuncusu olduğum bir filmi yönetmeye başlıyormuşçasına ’Motor!’ diye kendi kendime buyurarak hem hayallere daldım, hem de hatıralarımın gönül gözlerimin önünden sıkışık bir İstanbul trafiği düzeniyle geçmeye çalışmasını takip ettim. Bunlara ara verdiğim vakitlerde de Boğaz manzarasını, durgun denizi can gözüyle izliyordum.
Kendi kendime bir an için ’Ne garip’ diye düşündüm; seksenli senelerin hemen başında küçücük bir çocukken, çocukken ve Kavacık henüz Kavacık değilken, Kavacık’ın toprak yollarında, çayırlarında henüz küçükbaş hayvan sürüleri otlarken, ben nasıl olmuş da şu pencerenin kenarından değil bir gün, değil bir saat, bir dakika bile denize bakmamışım?
Ben tam bu düşünceler içinde kaybolup gitmişken bir Çubuklu-İstinye arabalı vapuru Çubuklu İskelesi’nden kalkıp Boğaz’ın ortasında nazlı nazlı salınmaya başladı. İşte ben buna bayılıyorum. Odamdan penceremden bu kadar mesafeden o gemilerin denizde oyuncak bir gemi gibi görünmeleri beni adeta cezbediyor. Güle güle git, güle güle gel İstinye Vapuru. Oraya varınca Yeniköy sahil yolundaki Recaizade Ekrem Yalısı’na uğrayıp Üstada benden bir selam yollamayı da unutma olur mu? Gerçi o artık evde yok, bizim bu yanda, Hisar Mezarlığında oğluyla birlikte yatıyor ama olsun. En azından ruhaniyeti hala yalısındadır. Bir yanında Fikret bir yanında Cenap, harıl harıl Servet-i Fünun’u nasıl kuracaklarını tasarlıyorlardır.
O devrin yazar ve şairlerinin Boğaz’ın en güzel köşelerini mesken tutmaları bir tesadüf eseri midir, yoksa tamamen bilinçli bir tercihin sonucu mudur? Tabii ki, doğru olan ikinci şık: Yani bilinçli tercih.
Ahmet Mithat’ın Beykoz Yalıköy’deki dillere destan sahilhanesi, Orhan Veli’nin yine Yalıköy’deki ahşap evi, Tevfik Fikret’in Aşiyan’ı, Halit Ziya’nın Yeşilköy’deki köşkü, Hüseyin Rahmi, Ahmet Rasim, Sait Faik, Reşat Nuri’nin Adalar ilçesindeki köşkleri ilk aklıma gelenler.
İyi ama onlar zenginmiş. Yazı-çizi dışında önemli mevkilerde görevleri, maaşları, güvenceleri, sırtlarını yasladıkları varlıklı aileleri varmış. Biz bugünün Cumhuriyet okumuşları, az buçuk yazar, çizer, sanatçıları değil böylesi yalılarda oturabilmek, kendi hesabımıza bir ufak apartman katı bile kiralayabilecek ekonomik özgürlüğe sahip değiliz ve sahip olacağımız da yok. Osmanlı’nın parası kıymetli ve bereketliymiş, bugünkü pek öyle değil. O zamanlar enflasyon diye birşey bilinmiyormuş, bugünse fazlasıyla biliniyor.
Hal böyle olmakla birlikte onların da görüp görebildikleri en nihayetinde şu deniz, şu gemiler, şu insanlar, insancıklarmış. Onlar da milyarlarca insan gibi bu fani aleme bir kere gelmiş ve bir göz açıp kapama süresince kaldıktan sonra göçüp gitmişler.
Şüphesiz her insan bir gün yaşlanıp da ölüme yaklaştığında, artık bu çilehaneden gideceğine memnun olmakla beraber zaman zaman ölmek fikrinden rahatsızlık da hissedebilir. Tıpkı dün gece seyretmiş olduğum duygusal komedi filmindeki ihtiyar adamın da işaret ettiği gibi:
’Şüphesiz artık yaşlandım ve yakında öleceğimi biliyorum. Ve nefret ediyorum. Ölümden, ölmek düşüncesinden nefret ediyorum. Tıpkı benden önce yaşamış ve ölmüş milyarlarca insan gibi.’
Hem yönetmeni hem de baş rol oyuncusu olduğum filmime ’Stop!’ diyerek şimdilik bir ara veriyor ve kalkıp kendime bir fincan kahve koyuyorum.
-------------------------------------------------
Ömer Öztürk, 15 kasım 2024 Cuma...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.