- 84 Okunma
- 1 Yorum
- 3 Beğeni
AKŞAM ÜZERİ
Çocukluğuma gittim bir anda. Ne çağırdı onu? Okulun bahçesinden gelen çocuk sesleri mi? Ne söylüyorlar o cıvıltılı sesin içine katıp da kelimeleri? İçine ne katıyorlar da bu kadar kahkahaya benziyor o ses? Ama aşağılayan, yaftalayan, yere vuran kahkahalardan değil kesinlikle… Çocuk kahkahasının pırıl pırıl saflığında…
O kelimeleri nerede kaybettim ben?! Ne söylerdim; öyle bir bahçede oynarken yanımdaki arkadaşlarıma? Bu kadar çok mu mesafe girdi araya? Sisler mi örttü üzerini, bir zamanlarki o küçük kızın…
Neyse, ne diyordum? O günlere gittim bir anda. Birden o günlerdeki gibi bir şeylerle doldu içim… O zamanın ışığı düştü şimdi’me… Nasıl bir şeydi o? Tam biçimlendiremiyorum şimdi. Annemin elini tutmuş, dışarıda yürüyorum. Sekiz dokuz yaşlarındayım… Benden iki yaş küçük kardeşim de var yanımızda. Akşam üzeri… Alışverişe gidiyoruz. Ilık ılık bir şeyler akıyor içimde. Sanki üçümüzün üzerine ılık bir nefes üfleyen görünmez bir fanusun içindeyiz. Bizimle birlikte ilerliyor o da kaldımlarda… Aslında o fanusun dışındaki dünya da ısı açısından çok farklı bir yerde değil… Yani kazara çatlasa bir yeri; dışarının havası girse içeri hiç de öyle ‘tuzla buz olmuş fanusumuz’ gibi hissetmeyeceğimiz bir kıvamda, oranın ılıklığı da…
Bakkala girdiğimizde bizi karşılayan orta yaşın üzerindeki adamın yüzünden tut; kaldırımda giderken karşılaştığımız insanların yüzleri, sesleri, hatta yoldan geçen arabaların belli bir hızda ilerleyişindeki o şey… başkalarını hiçe saymayan o saygı; hayatı ciddiye alan, ölümle alay etmeyen yavaşlık… oradan süzülen dingin ruh… Hepsi, o ılıklığın bir parçası...
Bakkaldan pastırma, tulum peyniri nevi’nden; annemin onları aracı edip bize tatlı tatlı tebessümler gönderdiği malzemelerimizi alıp dönüş yoluna koyuluyoruz. Annem okulla ilgili bir şeyler soruyor bana. ’Okul’ deyince içimi dolduran o buz gibi duyguyu yok eden bir şeye sarıp sarmalayarak o kelimeyi... İki rakam söyleyip çarpmamı istiyor... Anlaşamadığım o kızla iyi geçinmemi söylüyor sonra. Beni bırakıp kardeşimin bir sorusuna cevap veriyor. Kelimeler takip ediyor birbirini, bir ninninin okşayışında… Bambaşka anlamlarda yankılanarak zihnimde… Akşam üzerinin bu ılık atmosferinde; insanların, kaldırımların, arabaların, ağaçların, her şeyin bakkal amcanın babacan gülümsemesinde ifade bulacak bir kıvamda olduğu o yerde ilerliyorum, annem ve küçük kardeşimle… O zamanların herkes gibi bana da huzur veren o yumuşacık ışığı vurarak üzerime; şimdi’mi bile okşayarak…
YORUMLAR
hayat bir pastırma-tulum peyniri sandviçi kadar garip bir dengede asılı. ne çok tuzlu, ne çok yavan, tam kararında bir kaos. belki de bu yüzden o çocukluk sahneleri zihnimize yerleşiyor; çünkü o anlar, hayatın tüm ağır ciddiyetine rağmen içinde saf bir mizah barındırıyor. bakkal amca bize neden hep aynı babacan gülümsemeyi gönderirdi? belki de bizim anlamadığımız bir şakaya gülüyordu. belki de fanusun dışındaki dünya, onun için bir çeşit sitcom gibiydi. biz de başrol oyuncularıydık.😂😂😂😂
sevgiler….
Mavilikler
Biz de o bakışı kazanmak için uğraşmıyor muyuz zaten?.. O bilgece tebessümü katmak için her şeye…
Teşekkürler güzel yorumunuz için…