- 146 Okunma
- 1 Yorum
- 4 Beğeni
VE BELKİ DE BU HİÇLİK AİT OLUNAN TEK YURT...
“Dünya dediğimiz rüyalar âlemi, bir uykuda gezerin şaşkınlığı içinde kapısından giriverdiğimiz bir evse eğer, edebiyatlar da, alışmak istediğimiz bu evin odalarına asılmış duvar saatlerine benzerler,” diyor, Orhan Pamuk Kara Kitap adlı eserinde. Bende o şaşkın uykuda gezerlerden biri olduğumu fark ettim. O an yönümü duvarımda asılı edebiyatlara çevirdim. Bir baktım ki vakit vedayı gösteriyor. İçimde hafif bir rüzgâr esmeye başladı. Gözlerimdeki perdeler aralandı. Kaburgalarımın arasında sıkışan ruhuma hüzün doldu. Vedanın tadını hissettim. Önlenemez bir çaresizlikle büyüyordu ve sözcükler… ‘’(Alıntı)
Bir kentin ışıklarında saklıyım aslında karanlığın sergüzeşt v/edasında bir kımıltı misali belki de o ölü tespih böceği kaç bin tespih tanesine b/ölünmüşse artık ve atıl sevgilerin da çoktan miadının dolduğu bir coğrafya misali, kıtalar aştığım kentler gezdiğim yol yordam bilip de yarı yolda bırakılmışlığım kadar da buruk iken içim içimi hoş delicesine bir muradı dillendirdiğim.
Nakkaşıyım rüzgârın aslında rüzgârın ta kendisi.
Isısı düşmüş o ölü beden misali.
İsyan sonrası bir af, sözcüklerde saf tutan bir sarraf ve işte ikbalini önceden kestiremeyen yaralı beyitlerin gizeminde tek yürek tek nefes, yanan İlahi Ateşin parlayan çehresinde sır dolu sonsuz kıvılcımla hemhal ve işte umudun tarhında sevginin tarlasında deryalara tekabül eden bir derviş misali içine sığındığım tek kişilik tekkem ve de öncesinde bir ömrü geçirdiğim dibi delik teknem…
Hem özgürüm hem de özgün…
İkbalinde saklı dün ihsan yüklü gönlün tükenmediği kadar da sevginin külünden yeniden doğabilmenin mizacı ve mihrabı ile adımladığım ömür…
Nerede değilsen orada mutlu olacakmışsın hissi; Zaman-mekân mefhumundan çok daha fazlası.
Hiçbir gölgeye sahip olamamak ve hiçbir gönlün gölgesine sığınamamak…
‘’Hiçbir yere ait olamamak, yine zaman ve mekân şikâyetinden azade bir mağlubiyetin teselli cümlesidir. Ve bir sıkışmışlık, bir boğulma hissi.
Bu tükenmişlikte yeni insanlar tanımak şöyle dursun, tanıdıklarını da unutmuştur.
İnsanın en ağır yükü yine kendi oluyor bu yolda. Gariptir çoğu kimse kendine verdiği zararın sadece fiziksel müdahale ile olabileceğine inanıyor. İnsan, kendine verdiği ruhsal acının derinliğini görebilseydi… Nereye ait olduğunu bilir miydi ya da nereye ait olmadığını…’’(Alıntı)
Önce karanlıktı içime çektiğim ve çekinesi değilken mevcudiyetim karıştırdığım ruhun karmaşık ve kilitli tüm çekmeceleri.
Renkler ve de akabinde karanlığı deldiğim kadar mahcubiyetin gizeminde saklı bir sırrı ve işte unutulmuş silik bir yazı, düşlerin gerçeklerle muhaberesinde saf tutan af ettiğim kadar tüm insanlığı ve işte soyağacım ve işte solumda nükseden o devrik ve devingen sızı.
Naif.
Nazik ve de…
En nazlısından bir buket güle burun kıvıran hangi dikense izimden gizime ifşa ettiğim renklerden gök kubbeye yüreğimle serptiğim kâh bir kıvılcım kâh bir kıvanca meylettiğim…
Günsüz bir gecede asılı:
Gecenin de ansızın verilmişken fetvası.
Hızına yetişemediğim döngünün tek rüyası…
Hazzın eşiği değil bilhassa haiz olduklarımla eşleşen yetinme duygusu ve mermer mezar başlığıma da nüksedecekken iken o tek cümlelik yazı:
Ben miydim cihana fazla yoksa cihan mıydı yüreğimden taşan isyanın deminde af dilediğim Rabbin nezdinde pimimi çekip de prim vermeden ölüme ölümsüzlük iken şiarım ve işte pekişen acım dinmez nazım niyazım…
Temkinle yaşadığım.
Tevazu yüklü tek mirasım gönlümden taşana biat gönülsüz bir hayata inat tüm gönlümü verdiğim Sonsuzluğun Mızrabı elbet Rabbim tek sırdaşım ve o tek kırık dalda büyüyen bir sevda masalı misali coşkun goncaların raksında tutuklu dilimin nakşında ve her ölü şiir asılı iken na’şıma…
Hiçbir hissi tam manasıyla hissedememek.
Bu hiçbir yere, hiçbir şeye ait olamama hissi, belki de hissedilenin en samimisi.
Ve belki de bu hiçlik; ait olunan tek yurt.
YORUMLAR
tanrı insanı yarattı, insan şeytanı; şeytan ise hepimizin en büyük aynası oldu. ve sonunda, o aynada gördüğümüz tek şey, koca bir hiçliktir….
denedim, ama sanki kelimeler bir duvara çarptı, geri döndü. hani bazen sesini ne kadar yükseltsen de, kimse seni duymuyormuş gibi olur ya, işte öyle bir şeydi bu. ama yine de, bir deneme daha... çünkü bazen, kelimeler hep aynı yöne baksalar da, arka plandaki hiçliği kırmanın başka yolu yoktur.
bir adım atıyorsun, sanki her şey doğal akışında gidiyor, ama aslında hiçbir şey değişmiyor. zamanı çalmaya çalışıyorsun, ama zaman senden çalıyor. bazen bir parça umutla, bazen de koca bir hiçlikle doluyorsun. fakat her defasında, kendinle aranda bir duvar hissediyorsun. görünmeyen, ama hep orada duran bir duvar. yol uzun mu? belki. ama o duvarın ötesine geçip geçemeyeceğini bilmiyorsun. belki de asıl mesele yolun sonu değil, yolun kendisi. her şey o duvarın ardında kalmış gibi. ama kimse fark etmiyor.
zaten hep böyle değil mi? birileri konuşuyor, yazıyor, haykırıyor belki de, ama bu sesler hiçbir yere ulaşmıyor. aslında, kimse kimseye seslenmiyor. çünkü herkes kendine konuşuyor, kendi hiçliğine. bir suç varsa, o da belki de sadece sessizlikle boğulup gitmek. ama suçsuz bir suç bu. insan olduğumuz için hepimiz aynı döngüdeyiz. hepimiz, anlam vermeye çalıştığımız bir karmaşanın, bir hiçliğin içindeyiz. ne kadar çabalasak da, hiçbir yere varamıyoruz.
herkesin payına düşen aynı oluyor. geride ne kalacak, diye soruyorsun. belki hiçbir şey. çünkü geriye kalması gereken hiçbir şey yok. sadece sessizce kaybolan hiçliğimiz...
yokluğun, varlığı sinsice nasıl alt ettiğini görmek ürpertici. sanki var olan her şey, önce yavaşça silinmeye başlıyor, sonra bir anda yokluğun kollarında kayboluyor. ama ne gariptir ki, hiçbir şey tamamen kaybolmuyor. o yokluk, aslında bir gölge gibi; her şeyin üzerine çöküyor ama asla tam anlamıyla yutmuyor. insan, bu döngüde bir kayboluşu izlerken bile fark ediyor ki, yokluk bir son değil, sadece bir başka yüz. belki de bu yüzden hiçbir şeyin tam anlamıyla kaybolmadığını anlıyoruz. varlık ve yokluk, birbirlerine sarılmış iki eski dost gibi, sonsuz bir kavgayı sürdürürken, biz sadece izleyiciyiz. o izleyiş bile hiçlikten kaçmanın başka bir yolu değil mi?
izlemek... belki de en zor kısmı bu. insan, her şeyin bir parça daha yokluğa doğru kayışını izlerken, kendi varlığıyla da yüzleşiyor. kendisi de bu döngünün bir parçası. bir parça daha silindiğini, bir adım daha kaybolduğunu görmek çok acı verici. ama durduramazsın. kendi hayatının sahnesinde sadece bir figüransın belki de, kendi varlığının izlerini yokluğa teslim eden bir izleyici. ve bu döngünün içinde sıkışıp kalmış olmak, en derin trajedi. hiçbir şeyi değiştirememenin verdiği o çaresizlik... insan, kendi acizliğini izlerken bir yandan da varlıkla yokluğun, varlıkla hiçliğin arasındaki bu amansız savaşı izliyor. ama belki de en kötüsü, her şeyin sonunda kimse kazanamıyor. çünkü bu döngüde ne varlık galip geliyor ne de yokluk tam anlamıyla kazanan oluyor. sadece sonsuz bir denge, bir kısır döngü. hiçliğe saplanmış bir denge...
Sevgiler 🙏🙏
Gülüm Çamlısoy
Yarınlar olası tıpkı ölüm gibi asla da sorgulamaz iken insan kendisi ve işte bu yüzden anlamsızlıkla hemhal evren kasıtlı kasıtsız varlığını inkar eden insan bir o kadar bir savunma mekanizması hiçliğin sarmalında var olma düşüncesi hatta gücü yettiğince düşünceyi gerçek kılmak adına.
Soyut bir alfabe.
Somut olsun diye çalıntı ruhların kayıt açtığı.
Çok haklısın ve de, sevgili Can:
Hiçliğe saplanmış bir denge.
Dengini ararken insanın nihayetinde kendini de terk ettiği...
Yürek ikliminden süzülen nice güzellik nice güzel cümle bu bağlamda çok teşekkür ederim.
İyi akşamlar diliyorum.
Selam ve sevgimle değerli yazarım