- 121 Okunma
- 0 Yorum
- 3 Beğeni
Beyaz Defter (öykü)
BEYAZ DEFTER
Anadolu’daki bir Üniversitede İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesinde Profesör olan babam Mehmet beye bir şey danışmak istedim.Telefonla aradığımda bana “ İlahiyat Fakültesinde Profesör Feyzullah beyin odasındayım. Oradan yemeğe geçeceğiz gel” diye cevap verdiğinde şaşırmış ve sevinmiştim. Kampüsteydim zaten. Ben de aynı Üniversitede Tıp okuyordum. Feyzullah bey şehrimizde tanınmış bir simaydı. Babamın arkadaşı olmasına rağmen hiç karşılaşmamıştık. Neden isim yaptığına gelince anlatacağım yaşanmış hikayede onu da okuyacaksınız zaten.
Feyzullah beyin odasına girdiğimde, ayağa kalkarak beni karşılayarak kucakladı, babamın şaşkın bakışları altında. Beni kucaklarken de açıkladı.
“Peygamberimizde çocuğu Fatımayı ayağa kalkarak karşılardı. Mehmet beyde kardeşim olduğuna göre sen de benim evladımsın” dedi. Doğrusu ailem de beni severdi kucaklardı ama ilk defa karşılaştığım böyle samimi tavrı beni mest etmişti.
Babamın karşısındaki koltuğa oturduğumda adımı sordu ve hemen masasındaki beyaz defterine adımı kaydetti. Benim hayretle baktığımı gördüğünde “ Osman Kardeşim, ben liseden bu yana görüştüğüm insanların adlarını, verdiğim sözleri, bana hediye edilen kitapları falan günü gününe kaydederim. Bane verilen sözleri tutmayanı da sevmem. Ben de herkese söz vermem ama söz verdiğimi unutmadan defterime kaydederim. Çok olağanüstü şartlarda sözümde duramazsam muhatabımı ararım ve mezaretimi bildiririm. Şimdi bakıyorum da herkes herkese bol söz veriyor ama kimse tutmuyor. Beni de konuşmalara sık davet eden var ama yüzde doksanı unutuluyor. Eskiden kızardım ama şimdi sözde davet edip de gerçekte davet etmeyenleri başka defterime kaydediyorum ve bunlarla arama mesafe koyuyorum . Baban Mehmet bey kardeşim bunu bilir” dedi.
Sonra dolaptan mavi bir fefter çıkararak bana gösterdi.
“Biliyorum Bilgisayardan falan bahsedeceksin ama yazmaya alıştıktan sonra kalevye kalemin yerini tutmuyor.
Feyzullah Hoca’nın ısmarladığı kahveyi içerken Hocanın samimiyeti tane tane tatlı tatlı konuşması gerçekten de içimi ısıtmış ve beni sarmıştı. Böyle samimi konuşan insanları severdim. Demek Feyzullah hoca haklı olarak kendin samimiyeti ile sevdirmişti bu şehirde. “Hani laf vardı ya “sözde değil özde İlahiyat Hocası” böyle olmalıydı. Üniversitede pek çok hoca yerel sanatçı, yazar, sporcu ve müzisyenlere “seni öğrencilerimle tanıştırayım “diyormuş ama sonra unutuyormuş. Onlarda sözde durmayan hocalara soğuk oluyorlar pek tabii ki. Feyzullah hoca gibi “beyaz bir defter” tutsalar olmaz mı ?
Feyzullah Hocaya bunu anlattığımda gülerek :
“Osmancığım ben yazmayı da okumayı da seviyorum. Sözde durmayı ve gereksiz söz vermemeyi bir hayat dersi görürüm. Biz kendimizden sorumluyuz ve başkalarını değiştirme imkanımız yok. Ben yanıma gelene ve bana söz verdiği gibi davranana bakarım. Öğrencilerimde de söz de durmaları konusunda onların fark edemediği bir şekilde sınav yapar ders geçme konusunda sınav sonucu yanında bu gizli “söz verme sınavı” değerlendirmesine de bakarım. Sözünde durmayan insanda hayır yoktur” dedi..
Babam bana “çok soru sorma “der gibi bakmasına rağmen Feyzullah Hoca “ Osmancığım istediğin gibi sor” diye samimi şekilde bakması beni cesaretlendiriyordu soru sormam için . Bilgili insanlarla tanışmak, onlara samimi sorular sormak ve onlarla dedikodudan uzak sohbet etmeyi çok seviyordum. Galiba bu da bana babamdan geçmişti.
Feyzullah Haca saatine bakarak “Yemek saati gelmiş Mehmet kalkalım” deyince hep beraber kalktık. Çok hoca fakültesi ile yemekhane arasında araba ile giderken Feyzullah Hoca yaşı 65 civarında olmasına rağmen yürüyerek gidiyordu yemekhaneye. Babama baktığımda hızlı yürümekte zorlanmasına rağmen o da Feyzullah Hoca ile yürümekten zevk alıyordu. Feyzullah hocayı gören herkes selam veriyor, Hocaya olan sevgileri selam veriş tarzından ve bakışlarından anlaşılıyordu.
Yemekhaneye yürürken babamla Feyzullah Hoca ülkenin ilahiyat eğitiminin kalitesinin artırılması ve Kur’an’ın anlaşılma çabasının daha artması gerektiğini söylüyor, Herkesin ana dilinden , ingilizceden meailini okuyarak aslı ile karşılaştıracak kadar usta olmasından bahsediyordu.Öğrencileri ile de bu tür sohbetler yaptığını vurguluyordu.
Bunları içimden onaylarken aklım o beyaz defterde kalmıştı. Ne güzel bir uygulamaydı. Gerçekten de koskoca hocalar söz veriyor ve unutuyorlardı. Öğrenci , arkadaşları ve şehrin ileri gelenleri de onları yani söz verip de sözde durmayanları unutuyordu. Burada “ileri gelen” den kastım iş adamı, siyasetçi değil, “okuyan yazan ve üreten” insanları kasdediyorum yani. Sözünde duranlar deyim yerinde ise toplumun “önde giden”leriydi.
Ona buna selam vererek, hal hatır sorarak yemekhaneye gelmiştik. Yemekhanede Feyzullah hocaya “hocam bizim masaya oturun” diye uzaktan seslenenler, ayağa kalkarak saygılarını sunanlar o kadar çoktu ki şaşırmadım desem yalan olur. Feyzullah Hoca anlaşılan insanların fahri kanaat önderiydi. Halkı seveni halkta seviyordu. Recep Yazıcıoğlu, Ali Şevki Erek gibi, Muhsin Yazıcıoğlu gibi, halkın sevgisini kazanmış insanları düşündüm. Bunların her birinin hayat hikayesini okumuştum. Acaba Feyzullah Efendinin hayat hikayesi yazılmış mıydı? Merak ederek onu da sordum bizzat Feyzullah Efendinin kendisine . “Hayatta iken hayatımın yazılmasını istemedim Osman. Gelecek nesiller beni tanımak isterse o zaman yazılsın hayat hikayem. Şimdi hayat hikayemi öğrenmek isteyen buyursun gelsin canlı görsün” dedi. Hak verdim. Çok mantıklı bir söz geldi Söyleyeni gözümde büyüttü, güçlü lider yaptı.
Beyaz Defter.
Bana çok ilginç geldi. Beyaz saflığın ve temizliğin simgesiydi. Kefenin rengiydi. Bebeğin kundağıydı beyaz örtü. Hayata yeni bir bakış açısı ile başlamak isteyenler de “hayatımda beyaz sayfa açtım” demiyorlar mıydı?
İşte o gün karar verdim bende beyaz defter tutmaya. Tüm sözlerimi, duyduğum güzel sözleri kaydettim. Bunları zamanla bir edebiyat dergisinde yazı olarak kullandım. Bir yayınevi teklif etti Beyaz defter” kitabı doğdu Bu yazılardan .
Güçlü kişilikli “sözünün eri” insanlar işte böyle gençlere ilham verirdi. Bu da bana güç verdi. Sadece doktor olarak değil aynı zamanda da “beyaz defter” kitaplarımla da isim yaptım. Beyaz önlüğü giyerek beyaz deftere beyaz , yani saf ve temiz duyguları yazmak...
Bu defterlerden oluşan kitaplar zamanla sadece öğrencilerime değil, hastalarıma değil , okumak isteyen herkesin kendine beyaz sayfalar açmasına sebep olmuş.Çocuklarıma maddi şeylerden çok bu manevi mirası bıraktığımdan dolayı mutluyum.
Beyazlar içinde yaşadıktan sonra beyaz kefene girerek Rabbin huzuruna gitmek, her kişiye nasip olmuyor sadece er ve beyaz lığı sadece sembol olarak almayan aynı şekilde yaşayana nasip oluyor galiba .
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.