6
Yorum
6
Beğeni
0,0
Puan
666
Okunma

Kadına yönelik şiddet! Günümüzde yalnızca bireysel bir sorun olmayıp, toplumsal yapıyı derinden etkileyen ve tüm insan hakları ihlalleri arasında en yaygın olanlarındandır. Dünyanın bir çok ülkesinde olduğu gibi, Türkiye’de de kadına yönelik şiddet önemli bir toplumsal sorundur. Her nedense göz ardı edilmeye devam etmekte olan. Kadınların fiziksel, psikolojik, cinsel ve ekonomik şiddete uğraması, onların hem bireysel haklarını hem de toplumsal hayatta eşitlik ilkesi ihlal edilmektedir.
Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Ayrımcılığın Önlenmesi Komitesi, kadına yönelik şiddeti "kadına, kadın olduğu için uygulanan veya orantısız şekilde kadınları etkileyen şiddet" olarak tanımlamaktadır. Kadına yönelik şiddet; fiziksel, psikolojik, cinsel ve ekonomik şiddeti kapsayarak, kadının hayatını olumsuz yönde etkiler. Bu şiddet özellikle ev içinde kendisini göstermektedir. Kadının toplumsal statüsünü, özgürlüğünü, sağlık durumunu, psikolojik bütünlüğünü ve ekonomik bağımsızlığını tehdit etmektedir. Türkiye’de kadına yönelik şiddet, çeşitli sebeplerle yaygın bir problem olarak karşımıza çıkmakta ve bu durum, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklanmaktadır.
Birleşmiş Milletler ’in verilerine göre, dünya genelinde her üç kadından biri, hayatında en az bir kez şiddete uğramaktadır. Türkiye için ise istatistiki verilerin çok sağlıklı olduğunu düşünmesem de İç İşleri Bakanlığının verilerine göre 2020 yılında Türkiye’de 300’ün üzerinde kadın, şiddet sonucu yaşamını yitirmiştir. Bunun yanı sıra, her yıl binlerce kadın fiziksel ve cinsel şiddete uğramakta, psikolojik baskı ve ekonomik şiddetle de karşı karşıya kalmaktadır. Kadına yönelik şiddetin bir başka boyutu da şiddet mağduru kadınların çoğunun şiddete uğradıkları için polise başvurmakta tereddüt etmeleridir. Bunun en büyük nedeni yetiştirilme tarzımızdır. Adaletin zamanında tecelli etmemesi gibi unsurlarda ilgili yerlere müracaatta bulunmamayı etkilemektedir.
Kadına yönelik şiddetin boyutları sadece sayılarla ölçülmesi mümkün değildir. Zira bir çok şiddete maruz kalmış kadın "kol kırılır yen içinde kalır" düşüncesiyle en yakınına bile durumu anlatamamaktadır.
Şiddet, yalnızca fiziksel bir zarar vermekle kalmaz, aynı zamanda kadının özgürlüğünü, kimliğini tehdit eder. Türkiye’de kadına yönelik şiddetin artmasının arkasındaki en önemli sebepler arasında, derinlemesine yerleşmiş toplumsal cinsiyet eşitsizliği, ataerkil değerler ve toplumsal cinsiyet rollerinin katı bir şekilde dayatılması bulunmaktadır.
2012 yılında kabul edilen “6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Kanunu” Türkiye’nin kadına yönelik şiddetle mücadelesinde önemli bir kilometre taşıdır. Ama yeterli mi ? Ayrıca, kadınların şiddet karşısında yalnız olmadıklarını hissettirmeyi amaçlayan çeşitli sosyal hizmet programları ve kampanyalar düzenlenmektedir. Ancak, tüm bu yasal düzenlemelere rağmen, kadına yönelik şiddetle mücadelede ne yazık ki yetersiz kalınmaktadır.
Kadına yönelik şiddetle mücadelede en büyük engellerden biri, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin derin kökleridir. Türkiye’de ataerkil bir toplum yapısının etkisiyle, kadınların ikinci planda tutulduğu ve toplumsal hayatta erkeklerin egemen olduğu bir anlayış hâkimdir. Şiddetle başa çıkabilmenin ve şiddet olaylarını en aza indirgeyebilmek adına ilk adımların ailelerde atılması gerekmektedir. Ancak aile yapısı gereği erkeklerin üstün olduğu düşüncesi ile aile bireylerinin birbirine saygı duyması gerektiği yaygınlaştırılmalı kız-erkek çocuk ayırımı yapılmaksızın bir birey olduğu fikri toplumun en küçük birimi olan aileye aşılanmalıdır. Oysa bu anlayış olmadığı için ya da yaygınlaştırılamadığı için kadının şiddet mağduru olmaktadır. Özellikle kırsal kesimlerde, kadınlar eğitimden yoksun, ekonomik bağımsızlıkları kısıtlı ve toplumsal cinsiyet rollerine sıkı sıkıya bağlıdır.
Bir diğer zorluk, kadına yönelik şiddet olaylarına dair toplumsal farkındalığın olmamasıdır. Şiddet mağduru kadınların yardım alabilmesi için, toplumsal anlayış ve duyarlılığın artması gerekmektedir. Sokak ortasında dayak yiyen bir kadın gördüğümüzde kimi olaya müdahale edip kadını korumaya almaya çalışırken kimi de "acaba kadın ne yaptı" sorusu ile olaya seyirci kalmaktadır. Her ne olursa olsun kadına yapılan şiddeti normalleştiren küçümseyen "hak etmiştir" sözü ile meşrulaştıran toplumsal görüşlerin öncelikle kırılması gerekmektedir. Hiç bir canlı şiddeti hak etmemektedir.
Şiddeti sadece fiziki şiddet olarak da algılamamak lazım. Zamanımızda gittikçe iş hayatına giren kadın için fiziksel şiddetin yanında psikolojik ve cinsel tacizlerde şiddetin farklı bir boyutunu oluşturmaktadır.
Kadına yönelik şiddetle mücadelede etkili bir strateji, toplumsal cinsiyet eşitliği ve şiddet karşıtı eğitim programlarının yaygınlaştırılmasıdır. Eğitim, şiddet mağduru kadınların haklarını savunabilmesi için gereklidir. Ayrıca, toplumsal farkındalığı artırmak amacıyla medya, sivil toplum kuruluşları ve devletin birlikte çalışması gerekmektedir. Özellikle çalışan kadınların MOBİNG uygulamasından haberdar olması bu bağlamda çok önemlidir. Şiddetle mücadelede, sadece mağdur kadınların değil, toplumun tüm kesimlerinin bilinçlenmesi gerektiği unutulmamalıdır. Şiddet, yalnızca kadınların değil, tüm toplumun sorunudur.
Ayrıca, erkeklerin şiddet karşıtı tutumlarının geliştirilmesi, kadına yönelik şiddetin önlenmesi adına önemli bir adımdır. Bu da çekirdek ailede çocuklarımızın ilk yetiştirilme evresinde biz ebeveynlere düşmektedir. Toplumsal eşitliğin ilk öğretilmesi gereken yer ailelerdir. Ağaç yaşken eğilir diyerek erkek/kız çocuklarımızı bir birey olarak eğitmeli üstün bir cinsiyet olma yerine cinsiyet eşitliği ile şiddetsiz iletişim kurmayı öğretmeliyiz. Asla hiç bir şey için geç kalınmış değildir. Madem ailelerde bu yetersiz kalıyor o zaman tüm eğitim kademelerinde toplumsal cinsiyet eşitliği ve şiddetle mücadele konularında bilinçlendirici programlar uygulanmalıdır.
Kadına yönelik şiddet, Türkiye’de hâlâ ciddi bir toplumsal sorun olmaya devam etmektedir. Ancak, kadına yönelik şiddetle mücadelenin sadece hukuki ve yetersiz cezai yöntemlerle çözülmesi mümkün bulunmamakta olup, aynı zamanda toplum olarak bilinçlenerek başarılı olabileceği unutulmamalıdır.
Türkiye’de kadına yönelik şiddeti önlemek için, kadınların toplumsal, kültürel, ekonomik ve psikolojik anlamda güçlendirilmesi, eğitilmesi ve şiddetle mücadele mekanizmalarının güçlendirilmesi gerekmektedir. Bu kapsamda, toplumsal cinsiyet eşitliği düşüncesiyle atılacak adımlar, kadına yönelik şiddetle mücadelenin başarılı olmasını sağlayacak ve kadının haklarına saygı gösteren adil bir toplum yaratılmasın da önemli rol oynayacaktır.
Kadına yönelik şiddetin son bulduğu, eşitliğin ve adaletin hâkim olduğu bir Türkiye ve dünya için toplumsal olarak sorumluluk almalı, her birey üzerine düşeni yapmalıdır.
Unutulmamalıdır ki şiddete maruz kalmış her kadın bir ana-bir kız kardeş- bir abla- bir evlattır.