- 66 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Muhacir Kuşlar Mahzunluğunda
Sabah kalabalıktı gar.
Dumanlı.
Kubbelerin altı hareketli; düdük sesleri, bavul taşıyan küçük arabalar, gidip gelişler, ayrılıklar.
Sandviçler, simitler, çay kokusu, son tüttürmeler.
Gar tavanına yuva kurmuş kırlangıç çığlıkları, ağaçlarda kumru sesleri, kediler.
Tekerleklerin gürültüsü arasında okşayıcı sözler ile cümle kırıntıları aramalar. Boyuna sarılmalar, ağlamalar.
Aileler, sepetler, çuvallar. Büyük, küçük ve yeni doğan çocuk ağlamaları…
Kuruma bulanmış, baharın ilk aylarında, rüzgârın uluyarak kol gezdiği ay ıssızlığındaki kocaman gar; geceleri dünyanın sonunu anlatır gibi boş.
Bom boş.
Canı çekilmiş, anlamını yitirmiş gibi boş.
Bom boş.
Bu boşlukta karanlığın çığlığı, kıyıya vurup çatlayan dalgalar gibi yükselir, karanlık kanatları tehditkâr uğuldar.
Ay ışığı raylara vurur.
Bir marşandiz paldır küldür geçip giderken gecenin soğuğunda, gürleye gürleye ilerler. Siyah vagonlar altındaki tekerlek raylar üzerinde tangır tungur döner. Derken arkadan bir lokomotif sıla özlemiyle dolup taşmış, ağlayarak yaklaşır, geceyi gece yapar.
*
Tren istasyonunun rüzgârsız tarafında durdu adam.
Saçlarına bir yağmur damlası düştü. Boynunu kıstı.
Kaldırımdaki aralıklı serpintilerini gördü yağmur damlalarının. Bir bulut güneşi örtmeye başlıyordu ağırdan.
Bekliyordum zaten, hava değişiyor.
Pembe. Leylak rengi. Sonra mavi. Sonra arduvaz. Sonra da siyah oldu.
Buruştu kül rengi hava. Gölgeler titredi. Çığlıklarla yüklendi zeytin ağaçları.
Başını kaldırıp gökyüzüne baktı.
Birazdan şiddetli yağmur bastıracak.
Memleketi geçti aklından. Baharın kendini gösterdiği bu ayda her yer kar olurdu.
Kar.
Kar; kucak kucak.
Dallar bel verirdi kardan. Ve inlerdi sarkarken usulcacık. Usulcacık. İnilti sesleri gelirdi dört bir yandan.
Kar olurdu her yer.
Kar.
Kar; kucak kucak.
Dallara tutunmuş, çalılıklara savrulmuş ve kayalara kaskatı yapışmış. Kar olurdu her yer.
Kar.
Kar; kucak kucak.
Çukurlara dolmuş, evleri ve yolları görünmez kılmış. Kar olurdu her yer.
Kar.
Kar; kucak kucak.
Güneş parlamazdı aylarca. Memleketinde kış ve ölüm tek bir rüzgârda bulunurdu.
*
Uzaklığın izini sürüp, gündüz sonra da gece, geçmişti mutlu bahçelerden bir bir.
Işıksız evlerin önünden, karanlık ara ve arka sokaklardan, kıvrımlı yollardan, sarmal patikalardan. Ayakları sürçmüştü, sekmişti, duraksamıştı, sürünmüştü.
Treni beklemekten yorulmuştu adam. Yağmur damlalarının ıslattığı metal banka oturdu.
O sesiz sessiz ağlarken yağmur yağıyordu hafiften ağaran saçlarına.
Derin bir iç geçirdi; Hiçbir zaman iyi iş bulamayacak mıydı?
Hiçbir zaman kendi evi olmayacak mıydı?
Karşısına oturacak sıcak bir soba, başına çökecek güzel bir akşam yemeği…
Kim görür beni burada?
Bugün ya da yarın yardımıma kim koşar?
Bir başınayım işte ağlamaklı da.
Kimseyle konuşmadım, kimse de benimle.
Acı çekiyorum burada; dalsız bir kütük gibiyim, ne çiçeğim var ne de meyvem.
Bağrına inatçı bir acı saplanır gibi oldu, göğsü yandı.
Yorgun bırakan yolculuktan sonra yırtık pabuçlarının içindeki taşları, pasakları boşalttı.
Demli sıcak bir çay ne iyi olurdu dedi.
Çay ocağının çırağı onu duymuş gibi, sıcak demli bir çay getirip verdi. Beklenmedik bir haberi almış yüz ifadesiyle çırağa teşekkür etti.
Sıcak çayı yudumlarken ufka baktı. Acısı usul usul eğildi omzuna.
Uzaklarda bir yerde dalga kendini denize karıştırıyordu…
FATMA LEYLȂ DENİZ
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.