- 53 Okunma
- 0 Yorum
- 4 Beğeni
O YUMUŞACIK IŞIK
Bir türlü katılaşamıyor bazılarının kalbi. Onu taş yapmak için didinip dursa da hayat… Sarsıyor omuzlarından o kalbin sahibini; yere çalıyor, tekmeler savuruyor orasına burasına… Dokunamayacağı bir yerde olduğu için o kalp; onun yerine önemsediği, yaşamında farklı bir yere koyduğu şeylere vuruyor. Ellerinin arasına alıp yere çalsa, üzerinde tepinse uyandıramayacağı etkiyi uyandırıyor bu sayede. Çok fena acıtıyor o kalbi.
Ama kalbin sahibine söz geçiremiyor yine de… O kalbe kanadığı yerden yeniden çiçekler açtıracak bir şey buluyor ille de o kişi… İçinde öyle sınırsız bir sevgi oluyor ki; her şeyi kapsıyor o umman… Bu yüzden kayıplar telafi oluyor bir şekilde… Sevilecek yeni bir şey ortaya çıkıveriyor hemen… Her ne kadar kaybedilen o şey eksik bıraksa da bir yanını, tam olarak boşluğu dolmasa da… Sevmekten vazgeçmiyor yine de…
Bu nasıl tükenmez bir kaynaktır, anlayamıyor kimse. Anlamak için o insan olmak gerekiyor çünkü… O’nun gözlerinden görebilmek… O bakışı O’na kazandıran o zaman kesitinde neler geçti başından, kimler neler söyledi O’na, hayata nasıl oldu da bu anlamı verdi, nelerin karışımından çıktı bu hoş lezzet… anlamak için; bire bir O’nun yaşadıklarını yaşamak, onun geçtiği yollardan geçmek…
O karışımı oluşturan malzemelerden öte; -mesela annesinin nasıl biri olduğu, çocukken birlikte oynadığı en yakın arkadaşı, gittiği okul…vs.- esas mevzuyu anlatan, en önemli şey: ‘O insan’ olması, bütün bunları yaşayan kişinin… Bir farklı bakan yani, diğerlerinden… O ortamda, aynı hayatı paylaştığı insanların göremediği bir derinliği bulması orada… Derinlerdeki o sıcağı… Isıtan o eli bulması; soğuk soğuk rüzgârlarını yüzüne üfüren o hayatın bir yerinde…
Üşüyen bir çocuğa paltosunu çıkarıp giydirir gibi kendi kendine palto olması, üşüdüğünde… Ve başkalarına da tabii… O lezzeti çok derinden duymuş olması, hayatının bir noktasında; ancak soğukta üşüyen birine palto olan birinin tadabileceği…
Sadece fiziksel olarak değil ruhen üşüyenlere de sıcacık bir palto olan… Üşüyüp de O’nun sayesinde ısınan birinin minnet dolu bakışlarında keşfeden; sevgilerin en sahicisini… Ve müptelası olan, o sevginin…
Hayat baş edemiyor işte, öyleleriyle… Oyunu bozan, mızıkçı çocuğu buluyor onda… Bu yüzden vazgeçmiyor uğraşmaktan; o gülüşe sinir oluyor, yüzünden silinmeyen…
Yoluna çıkan kedinin aç gözlerine kayıtsız kalamayıp yiyecek bir şeyler bulmak için koşturmasına; ekmek almaya giderken önünden geçtiği evlerden birinin zemin katındaki pencereden, kaybettiği bir şeyleri arar gibi sokağa bakan yaşlı kadının penceresine yaklaşıp bir isteği var mı diye sormasına, bütün bunları ona yaptıracak kadar sıcacık çarpan kalbine katlanamıyor bir türlü. “Bu kadar mı değmedi rüzgârım? Biraz da mı soğuk işlemedi kalbine?!” diye haykırmak istiyor.
Ayakkabılarının yıpranmış burnuna bakıyor hayat, o çok gıcık olduğu insanın… Biraz içi soğur gibi oluyor o zaman. “Oh olsun!..” diyor geniş geniş gülerek… “Bak sen de üşüyorsun. Öyle sürekli bir güneşi var eden sana özel bir gökyüzün yok demek ki!.. Bu yıpranmış ayakkabılar ele veriyor bulutlarını…”
Tam derin bir nefes alıp ‘bir kalp daha taşlaşma sürecine giriyor’ derken; gülüşü buz gibi donup kalıyor yüzünde hayatın… Bir bakıyor ki, penceredeki yaşlı kadın sokakta yürümeye başlamış birden… Penceresinin çerçevesinden kurtulup resim olmaktan çıkmış, etiyle kanıyla hayata karışmış… Yanında da o bir türlü taşlaşamayan kalpli, genç adam… Koluna girmiş yaşlı kadının… Bir yerini incitmekten korkar gibi nazik bir şekilde tutuyor kolundan, yakınlardaki parka yöneltiyor onu. Başını yana çevirip yaşlı kadına bir şeyler söylerken görüyor hayat, yüzündeki kocaman gülümsemeyi… Ve o yumuşacık ışığı, ondan yayılan… Yaşlı kadının ellerini, yüzünü okşayıp; görünmez eden yılların izlerini…
Yaşlı bir kadının ve eski bir çift ayakkabının yıpranmışlığını görünmez edecek kadar sihirli bir ışık… Yumuşacık dokunan…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.