- 126 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
Arkadaşım Bülent İle
Daha ilkokula gidiyoruz tıfıl tıfıl bebeleriz. Tüy sıklet denilen cinsinden üflesen uçacak gibiyiz yani. Ama çok hareketliyiz, pire gibi, bir oradayız bir buradayız, kah burada kah kapı arkasında da derler ya söz temsili...
O sene yaz tatili olmuş, geçmişiz sınıfları... Maç yapıyoruz minyatür kale, şimdiki bebeler bilmezler minyatür kale maçlarını, hani o meşhur üç kornerin bir penaltı olduğu penaltının da bazen boş kaleye sırtını dönerek görmeden atıldığı seneler diyelim... Öyle sokaktan şimdiki gibi arabaların filan geçmediği zamanlar...
Arkadaşım Bülent’e gel dedim yazın ikimiz Anıtkabir’e kadar koşalım, Ataya selam verelim sonra geri dönelim yine koşarak. Olur mu olur. Bahçelievler’den çıktık o tarihte iki çocuk, Akdeniz Caddesinden de geçerek Anıtkabir’e koşuyoruz, aslında epey de mesafe ama bize vız gelir tırıs gider, sporcuyuz yani... Millette yolda dönüp dönüp bize bakıyor... Kimisi aferin diyor, kimisi alkış yapıyor.
Yaz günü buram buram da terliyoruz. Öyle yazlık elbiselerle koşuyoruz o tarihte eşofman filan hak getire... Yarış yapmıyoruz yan yana koşuyoruz. Anıtkabir’in önüne geliyoruz, içeri girsek, Ata’ya selam versek, diyoruz, olmuyor, asker şimdi olmaz diyor ziyaret saati değilmiş... Olsun zararı yok, ’’Siz buradan selam söyleyin Ata’ya.’’ diyoruz, askerde gülerek ’’Olur söyleriz tabi siz merak etmeyin.’’ diyor. Çocuk aklımıza takılıyor acaba gerçekten söylerler mi söylemezler mi diye... Elimizle asker selamı çakıyoruz nöbetçilere, onlarda aynen cevap veriyorlar el selamı ile...
Nizamiyede biraz soluklanıp sonra aynı yoldan geri dönüş koşusu başlıyor. Tempolu bir şekilde arkadaşım Bülent ile geri dönüyoruz. Her tarafımızdan ter fışkırıyor. Peşine mahallede bir de minyatür kale maç kolasına... Of ki of! Ne güzel günlermiş be! Sokaklarda caddelerde bizimdi o senelerde bilgisayarlar çocukluğumuzu esir almamışlardı daha şimdiki gibi...