- 133 Okunma
- 2 Yorum
- 5 Beğeni
VARLIK İÇİNDE, YOKLUK (ELHAMDÜLİLLAH)
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
VARLIK İÇİNDE, YOKLUK
(ELHAMDÜLİLLAH)
Üşüdüğümde ısıtmadığın ellerimi; ateşin başında ısıttığım har büyüttü beni... Yokluk sinemi yarıp geçerken her defasında, yeniden doğrulmayı öğretti... Oysa benim özüm topraktı. Ben onunla haşir neşirdim... Onun basması lazımdı; kırılan kolumu kanadımı... Olmadı. Ne öğrendiysem, heybemin içerisine ne koyduysam; yokluktan. En büyük derslerimi yokluk zamanında öğrendim.
Anam eskiden; sözün daha ne demek olduğunu bilmediğim dönemde "anan, baban başında duttur, ağacı değil" derdi... Yaralarımı sarmayı öğrendikçe bu sözün manası arttı... Ana yoktu, Baba yoktu... ‘Kendi başının çaresini bak’ demekti. Oyun oynarken; avuç içlerimin kanamasını benzemiyordu.
Babamın "elin ekmeği kanlı, olur" sözünü yaşaya yaşaya tecrübe ediyordum... Mahrum kelimesi tam olarak; hücrelerimden geçen kan gibi ilimlerimden süzülüp, soframda yer almıştı. Ben kendi kendimi yerken; bunun adı varlık içinde yokluktu...
Kabul etmediğim devrin insanları, arasında gündüz dimdik yürürken; gece olunca o çetin muhasebe yok muydu? Tek başına, ıssız kalmak... Kendinle baş başa...
Duvarları sarıya boyanmış evin içerisinde tahta bir divan... Başkasının acıyan gözlerinin altında alınıp eve konulan... Gittiğim hanede halının üzerine oturmayı böyle öğrendim... Ve başımın altına koyacak yastık bulamayınca; öğrendim dost denen kavramı... Çaydanlıkta içimi ısıtacak bir bardak çay olmayınca anladım, yarenim dediğim çayın kıymetini... Bu yüzden arkadaşlar; "çayın hakkını veriyorsun" derler...
“Hakkı biliyorsan sabunu bırak” sözünü hatırlıyorum tebessümle... Tebessüm hayallerimden miras bana... Darmadağın edilip; ölen hayallerimden... Bir montun kıymetini kışın okula giderken titrediğim zamanlarda öğrendim. Yoktu... Varlık içinde yokluğu öğreniyordum... Zalimlerin hüküm sürdüğü dönemde... Ayaklarım bir poşetin içinde, poşetin üzerine; ayakkabı... ’Ayağını sıcak tut’ atalar sözü; uğramamıştı bizim oraya...
Fakir değildik, sadece hem cimri hem zalimlerin hüküm sürdüğü döneme denk geldik...
Beyaz çorap yok diye şanlı bayrağımı tutmamı müsaade etmeyen, hocalarda zalimdi... Burnunun ucuyla bakan; çocuklarını giydirip gelen anne babalarda... Her gün çantasına envaı çeşit yiyecek koyup; yemeden çöpe atanlarda...
Ben ne öğrendiysem yokluktan öğrendim... Yüreğimin derinliklerini kimi koyduysam, sustum. Alışmışım ya! Bu yüzden uzaktan sevmeler bana göreydi... Kucağıma alamadığım köpek yavrusunu, yanımda uyutamadığım kedi yavrusunu hasret kalır mı insan? Kaldırdılar. ’Kendi karnını doyuramıyorsun; kediyi, köpeği nasıl bakacaksın?’ diye soran insanlar(!)... İnsanlar zalimdi. Dün nereden geldiklerini unutup bugün zalimliklerini tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyorlardı...
Yoğurdu, sulandırıp ’ekmeği banarak ye’ derdi; dedem... Koyu yoğurt yemek zenginliktenmiş... Varlık içinde yokluğun adıydı, biraz da zalimdi dedelerde. Eee oda bir insandı...
Yarım ekmeğin arasına toz şeker ekleyip ya da domates salçası sürüp sokağa fırlayan çocuktum; bir elektrik direğin başında yediğim o ekmeğin tadını, çaldılar. Sütün içerisine su kattılar. Biz böyle böyle bozulduk...
Sağ ayağımızdaki ayakkabının ucu patlar giderdi; top oynarken. Bir sürü zılgıt yerdik babadan... Yediğimiz sözler, ekmekten daha ağır geldi. Dil yarası değil miydi bu? Onu da öğrendik... Yeri geldi; ‘ömür törpüsü’ diye çağrıldık...
Büyüdük; bir baltaya sap olamadık lâkin elimiz ekmek görür oldu. Ona göre devrin zalimleri de büyümüş yeni zalim insanlar türemişti; hayatımızda. Paranın en bol olduğu dönemde; dost denen insanların paranın yokluğunda "nasılsın?" Bile demediklerinde; belli ettiler kendilerini. Hastalanıp hastanene köşesinde kaldığım zaman kapıyı çalıp öldüm mü? Kaldı mı? Demediklerinde... Teker teker öğrendim...
Kimse sevgiden bahsetmesin bana. Ben, özlediğim de ay ışığını baktıran; yardan öğrendim. Bir kare fotoğraf için üç sene bekleyen kendimden. Zalim insanların dönemine denk geldik... Böyle olmamalıydı.
Lâkin çoğu çocuk böyle büyüdü...
Tam da bu dönemde başını çevirip gökyüzüne bakmak gerekir... Aksi halde elden tutan; küfür ise, imandan içeri girip hak sözünü tercümeye gider... İzin vermeyin!
Çok şükür, öğrendik ki yokluk aslında en büyük ders... Nereden gelip nereye gittiğimiz yönde; ’Sığınılacak, Allah’tan başka bir şey yok’ dedirtmenin dersiydi, yokluk...
Ve bir kez daha şükür ki; Yunus Emre’nin “Elhamdülillah” şiirini söyleyip, hayatımızda tatbik etmemiz hususunda yardımcı olmaya çalışan insanlara denk geldik ...( Rabbim onlardan iki cihanda da razı olsun)
Sözü burada bitirirken sizleri bahsettiğim ’Elhamdülillah" şiir ile baş başa bırakıyorum... Ecelden aman varsa görüşmek üzere...
Haktan gelen şerbeti içtik elhamdülillah
Şol kudret denizini geçtik elhamdülillah
Şol karşıki dağları meşeleri bağları
Sağlık sefalık ile geçtik elhamdülillah
Kuruyuduk yaş olduk ayak olduk baş olduk
Kanatlandık kuş olduk uçtuk elhamdülillah
Vardığımız illere şol sefa gönüllere
Baba Tapduk ma’nisin saçtık elhamdülillah
Beri gel barışalım yâd isen bilişelim
Atımız eğerlendi eştik elhamdülillah
İndik Rum’u kışladık çok hayr ü şer işledik
Uç bahar geldi geri göçtük elhamdülillah
Dirildik pınar olduk ırıldık ırmak olduk
Aktık denize daldık taştık elhamdülillah
Taptuğun tapusunda kul olduk kapusunda
Yunus miskin çiğ idik piştik elhamdülillah
Ismahan ÇERİBAŞI
YORUMLAR
var olunuz
güne eşlik eden muhteviyatında saklı o ihtişam ile gölgesinden dahi demlenirken insan
sonsuzluğa mahal veren duygu yoğunluğunda sözcüklerin asaletinde saklı gizem
içtenlikle kutlarım efendim
yorumsuz kalması ise içimi acıtan yine de vardır bir hikmeti
kaleminiz daim olsun
içten saygı selamımla değerli yazarım