- 135 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
Yaranın inkârı her yaradan daha büyük yaradır
’Delilleri küçümsemek’ diye bir hastalığımız var arkadaşım. Acizliğimizden kaynaklanıyor. Çünkü ellerimiz pek küçük. Okyanussa çok büyük. Daha çoğuyla tanışmaya çalışırken bazılarını arkamızda bırakıyoruz. Evet. Acizliğimizin parçası bu. Hem de gereği. Okyanus tek seferde avuçlanmaz. Sığmaz. Bazen unutuyoruz. Bazen sıkılıyoruz. Bazen ilerliyoruz. Fakat bu durum yine de arkamızda bıraktığımıza saygısızlık etmemizi gerektirmez. Çünkü, birşeyi arkamızda bırakmamız, o şeyin değersiz olduğu anlamına gelmez. Öyle düşünmek kibirdir. Mütekebbir ahbabına teşekkürü unutandır. Kibrin doğasında nankörlük vardır. Ve kibir insanı hidayetten alıkoyar. Hem her vakit ele yeni bir burhan da geçmez. Hem bazen yenisi eskisinin yerini tutmaz. O halde eskilerin itibarını da sarsmamak gerekir. Terbiyesizliğin kimseye faydası yok. İlim yolunda yürüyene hiç yok.
Mürşidim, bu sadedde, Mesnevî-i Nuriye’sinde beyan buyuruyor ki: "İ’lem eyyühe’l-aziz! Bir burhanla elde edilen netice-i tevhidi bazı insanlar isti’zamla dar zihinlerine sıkıştıramazlar. Veya bozuk hayalleri tahammül edemez. Bu hale karşı o kat’î, sahih burhanı reddetmek üzere, ’Bu neticeyi, bu kadar azametiyle, şu burhan onu intaç edemez!’ diye bahanelerle kabul etmez. O miskin bilmez mi ki neticenin kayyûmu imandır. Burhan ancak onu görmek için bir menfezdir. Veya bir süpürge gibi o neticeye konan vehimleri süpürür. Maahaza, burhan bir değildir, bin değildir, zerrât-ı âlem adedince burhanlar vardır."
Başlarken meseleyi yalnız ’acizliğe’ bağladım. Eksik söylemiş oldum. Özür dilerim arkadaşım. Zira ’cahilliğin’ de bu işte payı var. Hem de ’zalimliğin.’ Zaten Furkan da öyle buyurmuyor mu? Yüklendiğimiz emanetin bedelidir sanki ’çok zalim’ ve ’çok cahil’ olmak. Var olduk, mahluk olduk, ben olduk, yara olduk. Olduğumuz şeyden ziyade olmadığımız şey olduk. Yani ki, olduğumuzdan haberdar olunca, olmadığımızdan da haberdar olduk. Yine demiyor mu: "Sıgar-ı nefis tekebbürün menbaıdır. Zaaf gururun madenidir. Acz muhalefetin menşeidir..." Demek, yaralarımızı avutmaya çalışırken düşüyoruz, diğer bazı yaralara. Sancılarını bastırmaya çalışırken uğruyoruz daha büyük ağrılara. Her sarhoşluğun öncesinde bir dert var. Fıtrî yaralarımızı kabullenmemek, kabulle güle çevirememek, daha büyük bereliyor benliğimizi. Yaranın inkârı her yaradan daha büyük yaradır.
Küçük olmasan büyüklenmeye çalışmayacaktın. Zaafların olmasa kurtulmak için aldanmayacaktın. Güç yetirebilsen aleyhlerine geçmeyecektin. İşte, emanetin omuzlarındaki ağırlığı, seni ’zalimlik’ ve ’cahillik’ yapmaya itiyor. ’Avuçlarım küçük’ demiyorsun. ’Su bu kadarmış’ demeyi seçiyorsun. Veyahut daha önce avuçladığın suları inkâra yelteniyorsun: "Onlar neydi ki canım? Hiç. Asıl su avuçlarıma son aldığımdır!" Halbuki hakikat okyanusunu avuçlayanlar bitmez. Sen de nihayet sahilde pek az kalacaklardan birisin. Sonrakilerin de o okyanusta hakları var. Ayrılmış payları var. Hakikatleri var. Delilleri var. Gelecekleri var. Görecekleri var. Şahit olduklarında yetinmek zorundasın. Belki gelenler şahitliklerinden fazlasını da bulacaklar. Allah’ın hidayet nehirleri sürekli akmadadır arkadaşım. Feyz okyanusları sürekli kaynamadadır. Hakkını al. Başkalarınınkini inkâr etme.
"Neticenin kayyûmu imandır..." Unutma bunu. Eğer bir delil sahibini mü’min etmişse işini yapmış demektir. Mü’min ediyorsa hâlâ işini yapıyordur hatta. İsterse yanlışlanıyor olsun. Yahut cazibesini kaybetsin. Veyahut yerine daha iyisi konulmuş bulunulsun. Müfessirlerin ayetlerin manalarını açıklarken/ispatlarken sevkettiklerine de böyle bak. Onları kendi zamanlarının şartlarıyla yargıla. O zamanlar söyledikleri o zamanın bilimleriydi. Lazım-ı mezhep mezhep değildir. Şimdinin bilimi başka şeyler söylüyor. Belki geleceğin bilimi de bugünü yalanlayacak. Nihayetinde bütün bu deliller imana ulaşmak için. Kabulüne lazım idrak genişliğine ulaşmak için. İçindeki dane-i hakikat uğruna olsun kimsenin deliline saygısızlık etme. Ahirzamandayız çünkü.
"Hürriyet tenkit vermiş, gururundan dalâlet çıkmış." Saygısızlık, Süleyman aleyhisselamın asâsını kemiren kurt gibi, kemiriyor gençlik asâsını. Salih seleflerimizin sözleri küçümseniyor. Delilleri beğenilmiyor. Usûlleri yadırganıyor. Ne yazık. O kartalların dedikodusu kargalara mı kaldı? Fakat öyle olur. Kartallar uçar. Kargalar ürür. Ahirzaman herkesin zihnine bir ’kusur arayıcı iblis’ takıyor. Kendi mü’min ceddinin üzerine salıyor. Halbuki, zamanlarına yetişilseydi, şu gençlerin ilimleri onların tozu bile edemezdi. Sonra gelinmekle herşey bedavaya alındı. Vay. Şimdi emaneti taşıyanların yamalı omuzları da beğenilmiyor. Hayret ki hayret. Hayret, bin kere hayret, ne olduk böyle? Neticenin kayyumu imandı oysa. İman giderse hiçbir delilden o neticeyi bulamazsın ki. Sen, Ebu Cehil, Ay’ın yarılışını görmedi mi sanıyorsun? Gördü. Fakat netice delilin elinde değildi ki! Hidayet Allah’ın mülküdür. Dilediğine bağışlar. Ama korkmalıyız arkadaşım. Çünkü Allah mütekebbirin kalbinde kandil yakmaz.
YORUMLAR
Kuran-ı Kerim ayetleri katmanlı ve her çağa hitap ediyor.
Tabi ondan uzak kaldığımızda bizden uzaklaşıyor.
Geçen gün dinlediğim Profesörün, Kuran Ayetleri ışığında, yedi uyurların mağarasını çağımızın koordinatlarıyla bulabilmesi çok iyiydi.
Hiçbir şey araştırılmıyor bu kadar bilim adamı varken.
yazının çok iyi, tebrikler.